Durun hemen telaşlanmayın, gerçekten de sokakta tanklar var.
Ama nedeni cunta değil. Sebebi kar yağışı.
Felce uğramış olan trafikte ya da bir yerlerde sıkışıp kalmış olan insanlara yardım etmeye çalışıyorlar. Bu durum sosyal medyada, biraz da olsa ülkelerinin gidişatından duyulan endişeyi hafifletmek için olsa gerek, şöyle bir espriye dönüştürülmüş: Bir süredir anayasa askıda, sokakta da tanklar da yürüyor.
Macaristan’daki siyasi gelişim seyri sadece Macarları değil bütün Avrupa’yı etkileyecek düzeye ulaşabilir. Macar başbakanı Viktor Orban’ın icraatlarına ilişkin rahatsızlığını dile getiren Avrupa Birliği (AB) yetkilisine verdiği, “Burada demokrasi var, biz de çoğunluğuz istediğimizi yaparız” şeklindeki lakayt yanıtı, insanların aklına “yeni bir Jörg Haider’le* mi karşı karşıyayız” sorusunu getiriyor.
Olan bitenin kaynağı son iki üç yılda Macaristan’da FİDESZ iktidarında gündeme gelen durumlar. Macaristan FİDESZ döneminde giderek otoriterleşen ve insan haklarından uzaklaşan neo-liberal bir diktatörlüğü andırıyor. En son yapılan yasal düzenlemeler bu otoriterleşme eğilimini güçlendirecek nitelikte.
Mecliste büyük bir çoğunlukla kabul edilen yeni anayasa paketine göre, Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri tırpanlanacak böylelikle hükümet/başbakan Viktor Orban tamamen denetim dışına çıkmış olacak. Halbuki Recep Tayyip Erdoğan’ı örnek alıp Anayasa Mahkemesi üyelerini kendisi atayıp demokrasi varmış gibiyi oynamaya devam edebilirdi.
Bir diğeri, üniversitede bursla okuyan (bunun aksi ekonomik koşullar nedeniyle pek mümkün değil) öğrenciler on yıl ülkede kalıp çalışmak zorundalar. Bir başka ülkeye göç etmelerine izin verilmiyor. Bunu anlamıysa düşük ücretlere katlanarak yaşamaya çırpınmak.
En medyatik olan kısmıysa elbette evsizlerin durumu. İstatistiklere yansıdığı kadarıyla sokakta yaşayan insan sayısı 30 bin civarında. Macar hükümeti anlaşılan bu veriden kurtulmak istiyor onları hapsederek.
Ayrıca seçim dönemlerinde siyasal partilere sadece devlete ait TV ve radyodan propaganda hakkı tanıyarak, bu konuda da bir kısıtlamaya yöneliyor.
Bir diğer sorun ise inanç özgürlüğü ile ilgili. Hangi dini inancın ülke çapında örgütlenebileceği meselesi hükümet kararına bırakılmış.
Sonuçta bütün bu kararları denetleyecek bir anayasa mahkemesi de arttık olmadığı için söz sadece sınırlı düzeyde olan sokak muhalefetine kalıyor. Henüz yasa tasarısı halindeyken bu duruma çeşitli kesimler tepki gösterdi.
Öğrenciler üniversiteleri işgal ettiler. Yüz kadar gösterici iktidar partisi FİDESZ’in merkezini işgal etti. Sokaklarda gösteriler yapıldı. Oylama sonrası da tepkiler sürdü.
Protestolar Viktor Orban’ı AB toplantısı için gittiği Brüksel’de bile buldu fakat nafile. Brüksel’de ki AB zirvesinde AB liderleri Macar başbakanını sıkıştırmaya çalışacaklardı ama henüz olumlu bir sonuç aldıklarına dair işaret yok.
En sonunda Amerika Birleşik Devletleri (ABD)** bile Macaristan’daki demokrasiye dair kaygılarını ifade etmişse gerisini siz hesap edin.
Macaristan’daki olumsuzluklar bununla bitmiyor. Daha öncede yapılan “sosyalizm” dönemini anıştıracak her şeyin silinmesi faaliyeti artık bir seferberliğe dönüştü.
Fakat bu konuda uğraş verenler şaşkın olsa gerek ki işin içinden çıkılamayan isimlerde mesela “cumhuriyet” (FİDESZ’le birlikte Macaristan artık bir cumhuriyet olarak anılmıyor) bu işleri çözmesi için bir enstitüye başvuruyorlar.
İktidar partisi yeni bir tarih yazmak uğruna adeta beyin yıkama faaliyeti yürütüyor. Bu yalan üzerine kurulu yeni tarihte örneğin faşizme karşı mücadele yürüten insanlar tarihten silinmeye çalışılırken, faşistler yüceltiliyor.
Bütün diktatörlerde olduğu gibi Viktor Orban sevdasına bir de nükleer santralleri ekledi. Ülkenin enerji ihtiyacını böylelikle çözeceğine inanıyor. Kendisi de ebedi bir eser bırakmış olacak sonrası için.
Önünü sonunu hesaplamadığı bir belayı Macaristan’ın ve Avrupa’nın başına sarmak üzere. Halihazırda Macar ekonomisinin bir nükleer santralin kuruluşunu sağlayacak mali kaynağa dahi sahip olup olmadığı belli değilken, nükleer santral karşıtı eleştirilere ise sadece kulaklarını tıkamayı seçiyor.
Bütün bunlardan sonra en azından şunu söyleyebiliriz, sokaktaki muhalefet giderek artıyor ve uluslararası planda da tepkiler sürecek. (AS/HK)
* Avusturya’da 1999'daki seçimde "göçmen akışını durdurma" vaadiyle yüzde 27 oy alarak hükümete katılan Haider, Adolf Hitler'in ''çalışma örgütlenmesini'' benimsemesinden ötürü Avrupa Birliği'nin şimşeklerini çekince, hükümetten ayrılmak zorunda kaldı.
** Bence ABD'ye bu konuda söz hakkı tanınmamalı. Hele geçen okuduğum bir haberden sonra. Haberde son bir yıl içinde ABD ordusunda 18300 cinsel saldırı ve tecavüz vakasının meydana geldiğini belirtiliyordu. Kurbanların yarısından çoğunu erkekler oluşturuyor. Bu suçlardan mahkemeye aksedense sadece 250 civarıydı. Hadi diyelim, ABD'nin dünyanın en demokratik ülkesi olduğu yalanını yuttuk, peki "demokrasi" dağıtan, ihraç eden ordunun haline ne demeli? Kendi kendine bunu yapan bir ordu “demokrasi” dağıttığı yerlerde neler yapmaz acaba?