2000’li yıllarla birlikte Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) aday üye ülke söylemleri; Demokratik Sol Parti (DSP), Anavatan Partisi (ANAP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) üçlü koalisyonunun diline pelesenk olmuştu. Ve o ifadelerle birlikte Kürt Sorununun Demokratik ve Barışçı Çözümü için çıkışlar ve söylemler de yaygın bir şekilde medyada yer almaya başlamıştı. Yani ülke sathı mailinde bir yeni umut rüzgârı esiyordu.
Sonra ne olduysa oldu! AB rüyası da, adına açılım ve muadilleri başlığı altında “Kürt Sorununun Demokratik ve Barışçı Çözüm” mevzuu da giderek başka baharlara ertelendi.
Önce 2002’de Abdullah Gül hükümetinin sonra da yasaklılık sorunu halledilen Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetleri ile malum bugünlere uzanan artık onuncu seneyi devriyesini hep birlikte yaşadığımız şimdiki iktidarın siyasal yapılanması ile yaşamaya alışır olduk.
Kürt sorununun artık demokratik ve barışçı yollarla çözümünü Kürtler, bir de Kürtlerin haklı talepkârlığına “evet” diyenler dillendiriyorlar. Ne siyasal iktidar AKP’nin, ne de mecliste grubu olan diğer üç partiden ikisi MHP ile CHP’nin çözümün demokratik muhtevası ile ilgili kayda değer bir çabası yok.
Olmadığı gibi doğudan batıya mahpus siyasetçiler ve aydınlar ülkesi olarak uluslararası arenada ün kazanan bir ülke olma yolunda hızla yürümeye evirildi Türkiye.
Yazar ve gazeteciler yazdıkları kitaplardan, yayınladıkları kitaplardan ve yaptıkları haberlerden dolayı içerdeler. Kimileri içerden de haberlerini ironik bir dille geçmeye çabalıyor. Dünya kamuoyu ilgili entelektüellere desteklerini esirgemiyor, Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ahmet Şık, Nedim Şener ve diğerleri için.
Diğer yakada; KCK tutuklamaları nedeniyle hapiste tutulan Kürt siyasetçilerin bir ay sonra mahpusluklarının üçüncü yılları dolacak.
İçlerinde Hatip Dicle ve Fırat Anlı gibi Kürt meselesinin demokratik ve barışçı çözümü için uzun yıllardır kafa yoran ve her fırsatta “Kürt sorunu çözülecekse, meselenin çözümü için” kendi kuşaklarının iyi bir şans olduğunu ve bu şansı çözüm için siyasal iktidarın aklın ve mantığın önermesiyle dikkate alması gerektiğinin altını çizen aklı başında siyasetçiler var.
Yine çalıştıkları ve yöneticileri oldukları sivil toplum örgütlerinde, sivil alanın açık demokratik mücadelesini yürüten sivil aktörler var, onlar da epeydir içerde.
Bu dikkat çekmeyi öneren girizgâhı geçtiğimiz günlerde CNNTürk televizyonunun 5N1K programına konuk olan ve çözüm için çok doğru noktalara parmak basan bir Kürt rûsipî’si Diyarbakır Blok Milletvekili Şerafettin Elçi’nin sözleri ve göndermeleri nedeniyle yazıyor ve ısrar ediyorum.
Şerafettin Elçi katıldığı televizyon programında Cüneyt Özdemir’e; çok haklı olarak 1980’li yıllarla birlikte doğan ve bugün yaşları 15 ile 30 arasında seyreden, özellikle de 90’lı yıllarda doğup da şimdi gençlik çağını yaşayan kuşağın yaşadıkları travmatik hal nedeniyle zihinlerinde çözümsüzlüğün giderek yer etmeye başladığını, bu vesileyle halklar arasında gerginliğin ve kopuşun giderek arttığına işaret ederek tehlikeye dikkat çekiyordu.
Vekil Şerafettin Elçi’nin bu önemli vurgusuyla birlikte, yıllar önce Barış Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır İl Başkanı iken Fırat Anlı’nın, vekil olduktan sonra da Ertuğrul Kürkçü’nün benzer açıklamalarını bir kez daha anımsadım.
Evet, gerçekten de bu hassas konuya çentik atan siyasetçiler çok haklı. Bir dönemeçten geçiyoruz. Doğdukları günden bu yana son otuz yıllık zaman içinde yaşamlarının her anını çatışmalı hal içinde geçiren, çocuk ve genç ölümler, mezarlar, “şehit cenazeleri” kaldırmalar ile bir hayatı yaşadığı varsayılan acılı ve kaygılı bir genç kuşağın dönemini yaşıyoruz.
Dolaysıyla şimdi siyasal temsiliyetleri nedeniyle elini uzatan Kürt siyasal aktörlerinin üzerine hassasiyetle parmak bastıkları kendi kuşaklarının çabalarının sorunun çözümü için bir şans olduğu noktası çok önemli. Bu şansa zaman geçirilmeden fırsat vermek baharla birlikte gerçekten anlam taşıyor.
Eğer bu fırsat iyi değerlendirmez ise 12 Eylül darbesi ile gözlerini hayata açan yeni ve genç kuşağın çözümü ya da çözümsüzlüğü her fırsatta şiddet sarmalına endekslenerek görmeleri mantığının egemen olacağı, hatta dayatacağı bir sürece girme kulvarının tehdidi mümkün.
Bu vesileyle adı 40 yıl evvel belleklerimize kazınan bir darbe, 12 Mart darbesinin yıl dönümünde ne acı bir hayat tecrübesidir ki; bu tuhaf ülkede hâla demokrasi, hala barış, hala barış ve demokratik çözümde ısrar eden ve yaşı kemale ermiş bir akil insanlar kuşağı var. Ve bu kuşak, bizler çözümde aktörler olarak üzerimize düşeni ziyadesiyle yapmaya adayız diyorlar. Bence zaman geçirilmeden bu seslere, özgürlüklerini sağlayıp, çözüm üretme haklarının koşullarını da yaratarak fırsat vermek gerek. (ŞD/EKN)