Sessizlik vaziyeti (Estado de silencio/State of silence) adlı belgesel, organize suç, kayıp insan vakaları, mültecilere yönelik şiddet, sömürü, siyasette çürümüşlük ve cezasızlık gibi mevzuları irdelerken objektif haber alma hakkımızın garantörleri gazetecilerin maruz kaldığı muamelelere bilhassa odaklanıyor.
Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Santiago Maza’nın gerçekleştirdiği 2024 Meksika yapımı 79 dakikalık belgesel şiddet sarmalındaki bir coğrafyadan “Bize destek olun!” çağrısıyla çekilmiş, devletin aczini, hatta suç örgütleriyle güvenlik kuvvetlerinin işbirliğini gözümüze sokan dingin bir film.
20 seneyi aşkın bir süredir devam eden ve hükümetle kartellerin işbirliğinde, gazetecilerin yok edilerek sessizleştirilmeye ve unutturulmaya çalışıldığı bir dinamikler silsilesiyle karşı karşıyayız.
Tribeca, Sheffield, Roma, Rio de Janeiro, Valladolid, Guadalajara gibi festivallere katılmış olan ve aslında Türkiye dahil, tüm dünyada yaşanmakta olan vahim bir hakikatle bizi yüzleştiren ciddi belgesel SANFIC’in uluslararası film yarışmasının da galibi ilan edildi.
Karşımızda geleneksel belgesel şablonunda çekilmiş bir sinema örneği olsa da, kartellerle hükümetin tukaka ilan ettiği gazeteciler hakkında yeterince objektif ve tarafsız malumatla donatılıyoruz.
Uzun zamandır sansasyonel habercilik adına pornografik seviyede sömürülen Meksika’daki vahşete bu filmde fazla yüz verilmiyor; buna mukabil mütevazı belgesel birilerinin itibarsızlaştırmaya çalıştığı gazetecilere söz hakkı tanıyarak, haber alma hakkımızın muhakkak ki kutsal olduğunu layıkıyla hatırlatıyor.
Çürümüş siyasetçiler
Felipe Calderón’un Devlet Başkanlığı sırasında başlayan ve nedense ABD’nin Uyuşturucuyla Savaş operasyonlarıyla büyük paralellikler taşıyan süreç filmde teferruatıyla irdeleniyor. Halef Enrique Peña Nieto’nun bir türlü düzeltemediği vaziyet Andrés Manuel López Obrador
tarafından da pek ümit verici bir seviyeye taşınamadı. Filmdeki basın toplantısı görüntülerinde gazetecileri korumanın demokrasi gereği şart olduğunu ifade ederken aslında aba altından sopa gösteriyor desek yalan olmaz. Yoksa iktidar temsilcilerinin terör estirmelerini kanıksamamız mı bekleniyor?
Dolayısıyla filmin üstlendiği misyonlardan biri devlet tarafından şeytanlaştırılmış gazetecilere insani bir kimlik kazandırmak ve yalnız Meksika çapında değil, dünya çapında bir dayanışma ağı kurmak.
Zaten mesele devlet tekelindeki taraflı medya kurumlarına inat, hakikati mümkün olduğunca geniş kitlelere yaymak. Bunun içine izinsiz ağaç kesenleri ihbardan termodinamik santralin çevreye vereceği zarara, su kaynaklarının özelleştirilmesinden mültecilere reva görülen muameleye, geniş spektrumlu gazetecilik faaliyetleri çürümüş iktidar sahiplerini kesinlikle rahatsız ediyor. Ülkenin narko-politik imajı ayyuka çıkarken bilhassa yalnız kalmış yerel gazeteci kolaylıkla tehdit edilebiliyor; fazla rahatsızlık verdiği anda da susturuluyor. Aynı dinamik göz önünde olan popüler medya çalışanları için de geçerli. Şansı olanlar önceden uyarıldığı için önlem alabiliyor, aileleri tehdit edilmeye başladığında çareyi sürgünde bulanlar oluyor. Üstelik gazetecilik yapanların maaşı çok düşük oluyor; mütemadiyen tehdit altında yaşamaktan dolayı meslek erbaplarının travma sonrası stres bozukluğundan muzdarip oldukları da biliniyor.
Polisten uzak dur!
İktidardakilerin, haber kaynaklarını kısarak sessizleştirmeye çalıştığı mıntıkalar ve mevzular var.
Filmin öldürülen gazetecileri hariç, bizimle yakından tanıştırdığı María de Jesús Peter Pino, kocası Juan de Dios García Davish, Jesús Medina ve Narcos Vizcarra devlet koruyamadığı için başının çaresine bakmış kahramanlar.
Gazeteciler insan haklarını merkeze alarak mesleklerini sürdürüyor olsalar bile ihbar ettikleri suçlar nedense hükümeti rahatsız ediyor. İfade özgürlüğü yerle bir ediliyor, suç örgütleri kontrolsüzce dehşet saçıyor; toplu mezarlarda bulunanlar bir yana, gazeteciler yolun ortasında göstere göstere katlediliyor. Kayıp oğlunu arayan bir anne amacına ulaşamadan birilerince öldürülüyor.
Halk sindiriliyor, suç örgütleri rahatlıkla at koşturmaya devam ediyor. Belediye Polisi, Bakanlık Polisi veya Devlet Polisi, Meksika’da güvenilmez, hatta korkulan kurumlar haline geliyor; bu arada gazetecilik yüksek riskli meslekler sınıfına sokuluyor.
Prodüktör hanesinde Gael García Bernal ve Diego Luna’yı da gördüğümüz filmin sonunda 2000-2024 yılları arasında Meksika’da 163 gazetecinin öldürüldüğünü, 32 kayıp gazeteci vakasının ise sırrını koruduğunu öğreniyoruz. Adaletin tecelli edemediği davaların oranının %99 olması da zaten yeterince manidar değil mi?
Daha geçtiğimiz günlerde Patricia Ramírez González ve Mauricio Solís adlı iki gazetecinin ölümü ülkede vaziyetin ne kadar vahim olduğunu bir kez daha ispatladı.
Gazetecilerin yalnız bırakılmaması, hatta her birimizin telefon kameralarıyla birer muhabire dönüşmesi, neo-liberal düzenin otoriter şaklabanlar aracılığıyla hepimizi sıkıştırdığı yerlerden çıkmak için elzem.
Sessizleştirilmeye direneceğimiz muhakkak!
(MT/RT)