Alt başlığı “Bir Bilinç Körleşmesi” olan Uygun Adım Medya adlı kitabın bir tane yazarı yok. Editörlüğünü İncilay Cangöz’ün yaptığı kitapta Sevda Alankuş, Gülbin Özdamar, Deniz Kılıç, Emre Gökalp, Süleyman İnceefe, Süleyman İrvan, Özgür İlke Şanlıer, Nikos Panagiotou ve Cem Kaptanoğlu yazılarıyla yer alıyor.
Editör Cangöz’ün de iki çalışmasıyla yer aldığı kitabın arka kapağı şöyle diyor:
“İletişim teknolojisindeki baş döndürücü gelişmeyle birlikte medyanın insan yaşamında giderek baskın, hatta baskıcı bir güç haline gelmesi, sorgulanmayı gerektiren bir konu olduğunu söyleyen Uygun Adım Medya-Bir Bilinç Körleşmesi, özellikle savaş ve çatışma söz konusu olduğunda yazılı ve görsel basını bilgilendirmekten çok, yönlendirmeyi güdümlemeyi ve doktrine etmeyi amaçlayan yüzüne ışık tutuyor.”
Farklı sosyal bilim disiplinlerinden akademisyenlerin kaleme aldığı yazılar, savaş medyasının eril ve düşmanca dilini eleştiriyor.
“Neden Savaş?”
“Savaşı ve Yaygın Medyanın Savaş Haberciliğini Okumak” ve “Alternatif Medya Habercilik ve Barış Kültürünü Yaygınlaştırmak” başlıklı iki bölümden oluşan eser Cem Kaptanoğlu’nun “Neden Savaş?” adlı yazısıyla başlıyor.
Prof. Dr. Kaptanoğlu, varolan şiddet ve sömürü ortamının anlamamızda psikanaliz açısından kavramsal ve kuramsal çerçeveyi çiziyor.
Einstein ve Freud’un yazışmaları üzerinden insan doğası ile ego arasındaki gel gitlerin savaşlara zemin hazırladığını söyleyen Kaptanoğlu, muktedir öznenin kendi dışındakilere yönelttiği bu olumsuz tavırların değiştirilemez/dönüştürülemez olmadığının da altını çiziyor.
Medya savaşa nasıl taraf oldu?
11 Eylül’de New York’ta yaşayan ve olaylara tanıklık eden Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Ana Bilim Dalı’nda doktora öğrencisi olan Özgür İlke Şanlıer ikiz kulelerin yıkılmasının ardından Amerika Birleşik Devletleri (ABD) medyasının sonraki süreci nasıl şekillendirdiğini ve yaşanan savaşta nasıl da “taraf” olduğunu anlatıyor.
Şanlıer, savaş çığırtkanlığı yapan medyanın mülkiyet yapısına bakıldığında, varoluş nedenlerini ve savaşı nasıl meşrulaştırdıklarını anlamanın çok zor olmayacağını söylüyor.
NBC; NY Times, AOL gibi büyük medya tekellerinin yöneticilerinin aynı zamanda orta doğuda petrol işi yapan şirketlerin de yönetim kurullarında olduklarını hatırlatan Şanlıer savaş yanlısı yapılan haberlerin petrol şirketlerine kar olarak döndüğünün altını çiziyor.
Türkiye medyasında Irak Savaşı
Anadolu Üniversitesi’nde temel gazetecilik, haber editörlüğü ve haber yazma-toplama derslerini yürüten Deniz Kılıç’ın çalışması ise İkinci Irak Savaşı’nın Türkiye’deki ana akım gazetelerce nasıl ele alındığını inceliyor ve batılı haber kaynaklarının bilinçlerimizi nasıl etkilediğine dikkat çekiyor.
Feminist bir perspektifle savaş medyasının kadın algısı
Kitabın editörlüğünü de yapan İncilay Cangöz haber dilinin cinsiyetçi yapısına ve kadını “eksik özne” olarak sunumunu sorunsallaştırıyor.
Savaşta ve barışta kadına bakışın değişmediğine dikkat çeken Cangöz bedenleriyle eğlence nesnesine dönüştüren erkek merkezli kültürü ve haber dilini eleştiriyor.
Ana akım medyada çıkan haberleri feminist bir perspektifle ele alan Cangöz “Çoğu kadın ve çocuklardan oluşan... şeklinde başlayan haberlerin her ne kadar masum ve insan dramını dile getiren, eleştiriyi hak etmeyen bir temsil tarzı olarak görünse de bu tarz sunumlara feminist bir okuma yapıldığında kadını nesneleştiren bir konuma yerleştirildiğinin görülebileceğini” söylüyor.
Savaş magazine engel değil
Savaşların da magazine engel olmadığını vurgulayan Cangöz’ün kitapta yer alan ikinci çalışması ise bağımsız ruhun gönüllü olarak rafa kaldırıldığı ve güvenlikli bir alan olan iliştirilmiş gazetecilik anlayışını tartışmaya açıyor.
Pentagon tarafından Irak’a ikinci askeri saldırı ve işgal planının bir parçası olarak hayata geçirilen iliştirilmiş habercilik/gazetecilik pratiğini ele almaya çalıştığını söyleyen Cangöz’e göre iliştirilmiş gazeteciler çoğu savaş haberinde olduğu gibi skora odaklanmaktan nedenselliği es geçtiler ve bu da “büyük resmi” görmemelerine neden oldu.
Bir manüpülasyon aracı olarak fotoğraf
Savaş muhabirlerinin durdukları sivri uçlara dikkat çeken fotoğraf sanatçısı ve akademisyen Gülbin Özdamar’ın dikkat çektiği nokta muhabirin tarafsızlığı ve özellikle İkinci Irak Savaşı’ndan sonra su yüzüne çıkan iliştirilmiş gazetecilik anlayışını tartışmaya açıyor. Muhabir nerede durmalı, nereye kadar ve nasıl gitmeli?
Savaşlar esnasında fotoğrafın bir manipülasyon aracına dönüştüğünün altını çizen Özdamar fotoğrafçının savaş esnasında nasıl bir tavır takınması gerektiğini anlatıyor.
Başka bir medya mümkün
Bianet’in de şiarı olan “Başka bir iletişim mümkün” Sevda Alankuş’un da çalışmasının öznesi.
Alankuş, alıştığımızın aksine dışlamayan, ayırmayan, düşmanlıktan beslenmeyen, erkek diline sarılmayan bir medyayı mümkün kılmanın yollarını gösteriyor “Türkiye’de ‘Başka’ Bir Demokrasi İçin, ‘Başka’ Bir Medya ve Habercilik” başlıklı yazısında.
Yeni toplumsal hareketlerle alternatif medyanın ilişkisi ve gerekliliğini inceleyen Alankuş şu sözlerle bitirmiş çalışmasını:
“Yurttaş medyaları radikal demokratik dönüşümler için olduğu gibi, adını şimdiden koymak istemediğim ‘başka’ türlü bir habercilik pratiği için de –yegane olmasa bile- en önemli mecrayı oluşturuyor.”
Cephedeki savaştan stattaki savaşa
“Bir futbol maçı nasıl olur da bir savaşa dönüşür?”, “Birbirlerine barış güvercinleri yollayan iki ülke bir futbol sahasında birbirinden nefret eden düşmanlar haline gelir?”
Emre Gökalp ve Nikos Panagiotou “Futbol! Oyun mu, Savaş mı? Türkiye-Yunanistan Futbol Maçlarının İki Ülke Basınındaki Temsili ve Milliyetçilik Söylemi” başlıklı çalışmalarında bu sorulara basın yoluyla yanıtlar arıyorlar.
Milli maçlar ve fanatizmin medya vasıtasıyla milliyetçi ve faşizan bir tavra dönüşmesini, ulus kavramının futbolla nasıl daha gerçek kılındığının altını çiziyorlar kalın kalemlerle.
İki ülke arasında oynanan maçlarda açılan pankartlar ve iki ülke basınında maç öncesinde ve sonrasında yer alan haberlerden örneklerle zenginleştirdikleri çalışmaları maçlarda dağıtılan bayrak ve üniformaların ve futbol sahalarındaki militarist metaforların ortaya çıkan sonuca olan katkılarını da inceliyor.
Tiyatro sahnesinde savaş karşıtı propaganda
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü’nde öğretim üyesi olan Dr. Süleyman İnceefe “Sanat Savaş İlişkisi Dolayımında Barış Etiği ve Dramatiği” başlıklı yazsında geleneksel iletişim araçları olan gazete, televizyon ve radyo dışında etkili bir kitle iletişim aracı olan tiyatronun da savaş karşıtı politikanın yeşertilebileceği bir alan olduğunu dile getiriyor.
Bertol Brecht, Güngöre Dilmen gibi oyun yazarlarının eserlerinden bölümler ışığında tiyatronun savaş karşıtı propaganda için ne denli elverişli bir mecra olduğunu hatırlatıyor bir kez daha.
Barışın gazetecisi
Kitap, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Profesörü doktor Süleyman İrvan’ın “Normatif Kuram Olarak Barış Gazeteciliği: Önermeler ve Engeller” başlıklı yazısıyla sonlanıyor.
Medyanın savaş ve şiddet söylemini gündeminde tutup, barışa dair söz üretenleri yok sayan tavrına dikkat çeken İrfan bunun aksinin de yapılabileceğinin üstünde duruyor ısrarla.
Barış gazeteciliğinin önündeki bireysel, kurumsal ve ideolojik engelleri analiz eden İrvan barış gazeteciliğinin tüm bu engellere rağmen hala arzu edilebilir bir alan olacaksa misyon, haber toplama sürecine ve yazımına ilişkin ilkelere dikkat edilmesinin gerekliliğini vurguluyor.
İrvan hem kendi çalışmasını hem de Uygun Adım Medya-Bir Bilinç Körleşmesi isimli çalışmayı:
“Medya elbette barış yapamaz, ama barışın inşa ve sürdürülme süreçlerine hayli olumlu katkıda bulunabilir.”
Uygun Adım Medya-Bir Bilinç Körleşmesi bu katkıların neler olabileceğini gösteriyor bizlere.(BÇ/EZÖ)