Salt görsel malzeme olması adına, her çeşit görüntünün/fotoğrafın etik ilkeleri de ihlal ederek kullanılması kuşkusuz "habercilikte kaçınılmaz" gibi bir gerekçeyle onaylanamaz.
Görüntü bombardımanı
Amerika'ya yönelik saldırının ardından Türkiye'deki gazete ve televizyonların görüntü bombardımanı başladı. Olay Amerika'da meydana geldiği ve Amerikan basını da bir uzlaşı içinde hayli uzaktan çekilmiş, şiddeti olabildiğince az yansıtan görüntü ve fotoğraflar kullanma politikası izlediği için, Türk basını o çok sevdiği kan-revan içeren görüntülerden mahrum kaldı.
Daha önceki yazılarımızda da vurgulandığı gibi, Türk basını popülist habercilikte çok "yaratıcı" olduğu için buna da bir çözüm buldu. Körfez Savaşı'nın Amerikan teknolojisini yücelten görüntülerini, "arşiv" olduğunu belirtme gereği bile duymaksızın milyon kez -belki daha fazla- kullanmakta hiçbir sakınca görmedi. Oysa gazetecilik etik ilkeleri gereği "arşiv" yazılması gerekirdi.
Daha önceki görüntüleri kullanmak...
Amerikan medyası hayli bilinçli bir tercihle insanları tedirgin etmemeye; aksine serinkanlı, dirayetli ve dayanışma ruhuyla hareket etmeye yöneltecek görsel malzemeleri kullanırken, Türk basını tam tersi bir yayıncılık politikasını seçti. Olaya ilişkin elinde "yeterince" ceset, yaralı, yangın, panik yansıtan görüntü olmadığı için daha önceki savaş görüntülerini insanlar üzerindeki olası etkilerini hiç düşünmeden kullanmayı seçti. Üstelik telif gibi ekonomik bir bedeli de olmadığından patronlar için de bu iyi bir seçenek olmuştu.
Çekilen acılar ve savaş
Belleksiz bir toplum olduğumuz açık ama, çok acı çektiğimiz ve de bu acıların izlerini taşıdığımız da çok açık...
Güneydoğu'da maddi manevi kayıplarımız, Körfez depreminde yitirdiklerimiz, peş peşe gelen ekonomik krizler ve sıkışan hayatlar. Daha çok kısa süre önce kanımızı donduran Üzeyir Garih cinayeti devamında Beyoğlu'nda patlayan bomba ve daha yazamadığım pek çok acı. Peki böylesi olayları yaşayan bir toplum, daha başlamamış -üstelik bizim savaşımız değil- bir savaş görüntüsüne boğulmayı hak ediyor mu?
Elbette Hayır !..
Savaş rüzgârları
Toplumsal muhalefetin gelişip yerleşemediği, dolayısıyla medyaya yönelik tepkilerin de dile getirilemediği bir toplum bu, ama böylesi huzursuz edici bir yayıncılığı da hiç hak etmiyor.
Türk medyası meğer ne kadar çok savaş severmiş... Hemen haritalar açıldı, kırmızı kalemlerle heyecanını gizleyemeyen gazeteciler, Amerika'nın olası savaş stratejilerini açıklamaya başladı. Stüdyolar "savaş rüzgarları" yazan tabelalarla süslendi .
Uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi kürsülerinin hocaları savaş senaryoları üretmeleri için konuk edildi. Tabii ki bilim insanlarının açıklamaları da Körfez savaşında kullanılan uçak gemilerinden havalanan teknoloji harikası Amerikan uçaklarının, Afgan gerillalarının eğitim çalışmalarının ve savaş filmlerinden alıntıların eşliğinde verildi.
İslam referanslı "kıyamet"
Gazeteler ise bu "görsel şölende" (!) televizyonlardan geri kalmamakta çok kararlı. Sayfalar savaş haritaları, her çeşit insan öldürme makinesi, Afganistan'ın sığınakları, bubi tuzakları gibi her çeşit iç karatıcı, huzur bozucu ve gelecek günler için endişe verici görüntülerle dopdolu. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi nükleer savaş olasılıkları aynı duyarsızlık, aynı sansasyonel yaklaşımla dile getirilmeye başlandı.
İslam referanslı kıyamet günü benzetmeleri de Türk basının bir başka "yaratıcılığı"...
Bazı köşe yazarları ise, acaba bunlar savaşın anlamını bilmiyor mu dedirtecek kadar Türkiye'nin Amerika saflarında bir an önce yer alması için sabırsızlanıyor. Ankara yavaş davranmakla eleştiriliyor. "Türkiye, teröre karşı savaşta yan çizmez" denilebiliyor. Acaba savaşın bizim bilmediğimiz başka türleri de mi var?
Din çatısı ya da barış kültürü
Türk basınının sözkonusu olaya ilişkin seçtiği görüntülerde ağırlığı, savaş görüntüleri oluştururken odaklanılan konu da Amerika-Afganistan savaşı. Kuşkusuz yaşananlar, uluslararası düzlemde çok önemli, dünya yeni bir düzene geçmeye başladı. Bu yeni dengelerin kurulması ise her zaman olduğu gibi hayli sıkıntılı olacak gibi görünüyor. Olası savaş ve buna ilişkin değerlendirmeler gerekli ama, tüm yayın politikasını da sadece savaş politikaları ve savaş makineleri odaklı yapmak da çok sınırlı bir yaklaşım.
Amerika'da ve tüm dünyada çok farklı dinden ve ulustan insanlar ya kendi ibadet mekanlarında ya da farklı mekanlarda söz konusu olayda ölen insanların anısına din çatısı altında birleşiyor. Sosyologların belirttiği gibi ilkel toplumlardan uygar toplumlara kadar insanları birleştirecek değerlere ihtiyaç var ve din yüzyıllardır bu misyonu yerine getiren en temel değerlerden biri. Tam da böylesi bir ortamda insanları birleştirecek, dinden çok daha işlevsel olabilecek bir başka değer ise barış kültürü (the culture of peace) olabilir.
Barış kültürü, barıştan farklı ve daha geniş kapsamlı bir kavram. "Amaç daha ortada hiç savaş yokken barışı korumak ve barışı sürdürecek kafaları oluşturmak ... Yani sorun savaşı durdurmak ya da savaşı yaratacak gerginlikleri ortadan kaldırmak değil, savaşa yol açabilecek düşüncelerin gelişmesini önlemek ".(1) Oysa, Türk basınında yer alan görüntü ve konuşmalar neredeyse savaştan başka bir alternatifin olmadığını işaret ediyor!..
Barış kültürüne geçiş için
1995 yılında toplanan UNESCO'nun genel konferansında, 1996-2001 programında 20. Yüzyıl sona ererken savaş kültüründen barış kültürüne geçiş için şu ilkeler saptandı:
* Özgürlük, adalet, demokrasi, hoşgörü ve dayanışma ilkelerinin üzerine oturtulmuş bir paylaşma ve bölüşme kültürü yaratılmalıdır.
* Bu kültür şiddete karşı gelmeli, anlaşmazlıkları kaynaklarında tartışmaya, sorunları diyalogla çözmeye elverişli olmalıdır.
* Barış kültürü herkesin tüm haklardan yaralanmasını ve toplumun kendi koşullarına göre gelişmesini sağlayabilecek araçları sunmaya yönelmelidir.
* Böyle bir projenin uygulanabilmesi için de eğitim, kültür, iletişim ve sosyal bilimler alanlarında işbirliği kurulmalıdır. (2)
Medya, kamuoyu oluşturma ve yayma gücüne sahip araçlardan biri olduğu için barış kültürünün oluşturulması ve geliştirilmesinde önemli katkılar sağlayabilecek bir kurum. Ne var ki, rekabetin temel alındığı pazar koşullarında barış satmaz, kriz ve savaş dönemlerinde de insanların medyaya ilgisinin arttığı biliniyor. Yani savaş her zaman çok sattıran bir konudur. Kitlesel medya barış kültürünü yaygınlaştırma potansiyeline sahip kurumlardan biri olsa da şimdilik böyle bir felsefeyi benimseyen medya çok ütopik görünüyor. İşte bu nokta da alternatif ve yerel medyaya hem barış kültürünü geliştirme hem de kitlesel basını bu yönde dönüşüme zorlamak için daha fazla görevler düşüyor.(NU)
--------------
(1) Hıfzı Topuz, "Savaş İnsanın Doğasında Yoktur", Adam Sanat, Sayı 178, s.21
(2) a.g.e., s.20