15 Mayıs, yirmi yılı aşkın süredir vicdani ret ve barış aktivistlerinin müthiş gayreti ile 15 Mayıs, Dünya Vicdani Retçiler Günü olarak takvimlerde yerini aldı ve her yıl vicdani reddi ve anti-militarizmi konu alan etkinliklerle kutlanıyor.
Türkiye gibi militarizmin kılcallaştığı bir ülkede, vicdani ret ve anti-militarizm üzerine konuşmak ve eylemde bulunmak hala çok zor. Çünkü her şeyden önce AKP ve etrafında kümelenen entelijansiyanın iddia ettiğinin aksine militarizm “askeri vesayete” indirgenemeyecek kadar güçlü ve yaygın bir ideoloji ve aynı zamanda da modern devletin belirleyici niteliği. Bir başka ifadeyle militarizm, sadece modern ordulara ve orduların siyasi mekanizmalarla ilişkisine ait bir kavram değil aksine silahlı kuvvetleri, egemenliğin esas taşıyıcısı ve sürdürücüsü olarak yeniden ve yeniden üreten sistemin ve onunla bütünleşik mekanizmaların bir özelliği.
Türkiye bugünkü hali ile militarist devlet geleneğinin devamını yeni ekonomik düzen içerisinde sağlayan bir ülke ve bu zemini yeniden inşa eden de bizzat iktidar partisi. Bu re-organizasyon; militarist perspektiften güvenlik kavramının neo-liberal ihtiyaçlara göre formüle edilmesini, güvenliğin gündelik hayatın içinde bir tüketim nesnesi haline getirilmesini ve ulusal güvenlikten sorumlu olan organlar arasındaki ilişkilerin bahsi geçen “ihtiyaçlara” göre şekillendirilmesini içeriyor.
MİT yasasındaki değişiklikler, TSK’nın lojistik imkânlarındaki artış, askerlik süresindeki değişiklikler, sözleşmeli er alımı, Genelkurmay Başkanının, Kuvvet Komutanlarının ve MİT müsteşarının soruşturulmasını Başbakanın iznine bağlayan düzenlemeler aslında aynı paketin parçaları.
Militarizm malum, bir düşünce sistematiği olarak anonimleştirilmiş bireyleri belirli bir iktidar ilişkisi içerisinde “güvenlik” ve “var olma” temelinde bir arada tutan ve muktedirin tahakkümü normalleştiren bir ideoloji. Her tahakküm biçimi militarizm değil elbette ama militarizm tahakküm biçimleri arasında devlet ve merkezi güçlerle en sıkı bağlantıya sahip olanı. AKP devletleşen bir iktidar partisi olarak bu bağlantıları kapitalist düzen içinde örüyor. Bunu yaparken de yeni tehdit algıları ve düşmanlar yaratıyor.
Bu eksende Türkiye’de militarizm diğer tahakküm biçimleri gibi zor öğelerini içinde barındırıyor ve yaptırımları da hem yasal düzlemde devlet eliyle hem de toplumsal platformda sosyal denetim mekanizmaları marifetiyle gerçekleşiyor. Böylesine boğucu bir sosyo-politik atmosferde anti-militarist tutum takınmak cesaret işi ama aynı zaman erdemli politik bir duruş. Bugün TCK 318 yerli yerinde duruyor.
Halkı “askerlikten soğutma” diye bir fiilin suç kapsamında tutulması ve bu maddeye dayanarak anti-militarist içeriği olan beyanatların ve yazıların sahiplerinin kovuşturulması militarist devlet zihniyetinin iş başında olduğunun bir başka kanıtı. Neyse ki devletin ve ana akım medyanın gizlediği haberlere, mücadele pratiklerine ve yorumlara yer veren Vicdani Ret Derneği ve savaşkarşıtları.org gibi platformlar tüm bu baskılara rağmen çabasını azimle sürdürüyor.
Vicdani ret ve anti-militarizm ilişkisi
Vicdani ret ile anti-militarizm aynı şey değiller ama aralarında çok sıkı bir bağ var. Anti-militarizm vicdani redde indirgenemez şüphesiz ancak vicdani ret, anti-militarist politik hattın çok önemli bir bileşeni. Vicdani ret, çok temelde bireysel bir tutum alış olarak tarif edilir. Asıl belirleyici olanın bireyin vicdanı ile “kolektif iyi” olarak sunulan arasındaki gerilimde vicdanını dinlemesidir. Bireyin kendine hesabını veremeyeceği bir şeyi (örneğin silah tutmak, insan öldürmek) yasa gereği olsa dahi yapmama seçimidir. Bu nedenle vicdani ret eyleminin majör bir değişiklik talebi olmadığı sadece bireyin öznel olarak uymamayı seçmesi ile sınırlandığı düşünülür. Ancak sınırlar böyle çizilse dahi eylem politiktir ve müesses nizama karşıdır.
Modern devlet pozitif yasayı aşan değer ve bireysel tercih tanımadığından bireyin “uymama” halini genellikle kendi varlığına dair bir tehdit olarak tanımlar. Bu nedenle de mümkün olan en sert önlemlerle vicdanının sesini dinleyen politik özneyi sindirmek ve bastırmak ister. Toplumun “uyan” geneli tarafından da dışlanma ve aşağılanmaya maruz bırakılır.
Türkiye’deki vicdani retçilerin ve anti-militaristlerin üzerinde halihazırda süren baskılar bunun en güzel kanıtı. Yakın tarihte de bilhassa 1990’larda (ülkede devlet şiddetinin ve PKK ile TSK arasındaki savaşın zirveye çıktığı zamanlarda) vicdani retlerini açıklayarak mücadele eden simge isimler ardı arkası kesilmeyen işkencelere ve tutuklamalara mahkûm edildi. Onların dirayetli tutumu ve mücadelesi sonraki kuşaklara da örnek oldu. Bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen Türkiye’de devlet vicdani ret hakkının tanınması konusunda tatminkâr adım atmıyor. 2011 yılı sonbaharında bedelli askerlik düzenlemesi yapılırken Başbakan Erdoğan’ın “bedelli gerilimini” de hafifletmek için söylediği şu sözler akıllarda:
“Vicdani ret olarak adlandırılan bir düzenleme Hükümetimizin gündeminde asla olmamıştır. Bu konuda çıkan haberler spekülasyondan öte bir anlam ifade etmiyor. Askerlik bu milletin, bu topraklar için en kutsal vazifelerden biri olarak kabul edilmiştir. Biz askerimize 'Mehmetçik' derken bunun bir anlamı var; bu “Küçük Muhammed” anlamındadır. Biz askerliği Peygamber Ocağı olarak görmüşüz… Biz, bu millet, bunu böyle biliriz. Görmeyenler yok mu? Var. Ama bu milletin kahir ekseriyeti bunu böyle bilir. Askerlik hizmetinin ciddiyetinin zedelenmesine de istismara da asla müsaade etmedik, asla müsaade etmeyiz. Bedelli askerlik uygulamasının ülkemize, milletimize, gençlerimize, onların ailelerine hayırlı olmasını diliyorum.”
Vicdani ret karşısında bu uzlaşmaz tutumun sebebi nedir sorusuna cevap ararken vicdani reddin öznel bir çıkış noktasından bütünleşik bir mücadele zeminine çoktan taşınmasının yarattığı muktedirlerde korkuyu gösterebiliriz. Vicdani reddin dayandığı temel ilkelerin kamusal alanda tartışılması ve devletin ideolojik aygıtları ve popüler kanallardan üretilen ön kabulleri sarsması, bireysel eylemden kolektif politik eyleme geçişin başlangıcı olma potansiyeline sahip. Zira vicdani ret üzerine yapılan tartışmalarda militarizmin çıplak şiddete dayalı gerçek yüzü de ifşa ediliyor. Örneğin zorunlu askerlik esnasında yaşanan hak ihlalleri ve ölümler hakkında kamuoyunun bilinçlenmesinde vicdani ret aktivistlerinin payı büyük. “Askere gitme, kardeş kanı dökme” sloganının hafızalardaki yeri bunun göstergesi. Hiç konuşmadığımız Kürtlerin zorunlu askerlik ile meşakkatli ilişkisi tam da bu noktada zihnimizde kurcalıyor. Ayrıca vicdani ret aktivistlerinin çabalarının kamusal olarak görünür hale getirilmesi, uluslararası dayanışma ağlarının barışı temel alan ajandalarının toplumsallaştırılması anti-militarist politik eylemlilik için müthiş fırsatlar sunuyor. Toplu vicdani ret açıklamalarını bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Kıbrıs’taki vicdani ret inisiyatifinin etkinlikleri bu bağlamda ilgi çekici bir örnek oluşturuyor.
Anti-militarizm ve politik sorumluluk
Anti militarizm Nilgün Toker Kılıç’ın ifade ettiği gibi hem politik hem de ahlaki bir sorumluluk. Bireyin otonomisini yadsıyarak onu anonimleştiren militarizmin işaret ettiği tahakkümü ret etmek ve bu tahakküm biçimiyle mücadele etmek özgür ve demokratik bir siyasetin savunusu için elzem. İnsan olmanın biricikliğinin ve farklılığının altını çizmek anlamında militarizme karşı çıkmak ahlaki bir sorumluluk da. Militarizmin beslendiği her türlü özcü ideolojik formülasyona karşı çıkması gereken anti-militarizm enternasyonalist bir kimliğe sahip.
Her şeyden önce milliyetçi perspektiften yapılan vatan tanımlamalarına ve reel politik gereği olarak sunulan güce dayalı devletlerarası ilişkiler betimlemelerine itibar etmez. İnsani özgürlüğün alanı olarak dünyayı yurtlaştırmak, yerküreye dair sorumluluk beslemek ve evrensel insani ilkeleri savunmak anti-militarizmin temel özelliği.
Devletlerin ve devletleşen politik güç merkezlerinin yıkıma, imhaya dayalı politikalarına karşı kamusal bilinç ve direnç oluşturulması, kolektif vicdanın “güvenlik” ve “tehdit” üzerinden kurulan tahakküme başkaldırması ve bunun sonucu olarak militarist niyetlerden güç alan düzenlemelere uyulmaması, militarizmin etkinlik alanını şüphesiz daraltacak. Kimsenin bir diğerini öldürmek zorunda bırakılmadığı, çocukların katledilmediği bir dünya için anti-militarizmi bir politik eylem biçimi olarak savunmak şart. (GGÖ/HK)
Not: 17 Mayıs cumartesi günü saat 13-16:00 arasında Aynalı Geçit- Galatasaray’da Prof. Dr. Fatmagül Berktay ve ben yeni kitap vesilesi ile Türkiye’de Militarizm üzerine konuşuyoruz. Konseptini Ayşegül Sönmez’in hazırladığı “Anti Militarizme Dair Yayınlamış…” başlıklı bir sergi ve Naim Dilmener’in konseptini yaptığı “Anti Militarizme Göz Kırpan Şarkılar” etkinliğin içinde yer alıyor.