Mimar Sinan Üniversitesi fotoğraf bölümünde okurken heykel öğrencilerine canlı model olmak benim için heyecan vericiydi muhakkak. Kafatasımın “nizami” sayılması sebebiyle oradaydım ve rahatça poz veriyordum; oysa geleneksel nü çalışmaları için üniversiteye poz vermeye gelen profesyonel modellerin işi birçok açıdan tecrübe gerektiriyordu...
Aradan epey sene geçtikten sonra kendimi Milano’da parasız bulmuş, gazetelerde muntazaman takip ettiğim iş ilanlarında çıplak model arandığını okuyunca hiç tereddüt etmeden başvurmuştum.
Kentin Porta Garibaldi tren garı yakınlarında, eski püskü bir binada organize edilmekte olan resim atölyesi için nü poz vermek hem eğlenceliydi, hem de bana harçlık sağlıyordu. İnce uzun, kocaman bir ahşap masanın üzerinde bir kadın modelle birlikte poz verirken ressamlar etrafımızda becerilerini geliştiriyordu. Fakat atölyenin yöneticisi insan anatomisinin teferruatlarını iyice görünür kılmak için ikimizi manasız akrobatik pozlara sokuyor, 15’er dakikalık da olsa mevzubahis duruşlar kaslarımızın bir süre sonra istemsizce titremesine sebep oluyordu…
İlahi vücut
Oysa Nizam (El Canon/The Canon) adlı filmde, canlı model Jean ek gelirini Batı medeniyetinde klasikleşmiş bazı figürlerin pozlarıyla kazanıyor: Polykleitos’un Doriforos’u, Miron’un Diskobolos’u, Lisippos’un Farnese Herkül’ü, Thorvaldsen’in Adonis’i, Michelangelo’nun İsyancı kölesi…
Siyah Jean’ın geçimini sağladığı esas meslek fazlasıyla ağır inşaat işçiliği olduğundan, söz konusu pozları fiziksel olarak vermekte hiç zorlanmıyor ve bilhassa resim atölyesinin yöneticisince gayet nizami bulunan bedeni sık sık iltifatlara mazhar oluyor.
Fakat atölye yöneticisi dışında resim öğrencileri, Jean’ın amele arkadaşları ve inşaattan sorumlu yetkililer ilah vücutlu kahramanımıza sık sık bakakalsalar da siyah olmasından dolayı onu “adam” yerine koymayıp ona genelde sadece bir beden muamelesini reva görüyorlar.
Yönetmen ve senaryo yazarı hanelerinde Martín Seeger adını gördüğümüz 2024 Şili yapımı film, seyirciyi bilhassa sarkastik diliyle anında kavrıyor. BAFICI, FICG, Beloit ve Biarritz Latin Amerika Festivaline katılımı dışında Tampere’de Uluslararası Yarışma Büyük Ödülüne layık görülen 19 dakikalık film süregelen ırkçılığa, sınıfsal snopluğa ve kolonyalist geleneklere dikkat çekiyor.
Sınıfsal üstünlük kompleksi
Camilus Berdouay’ın muvafakkiyetle canlandırdığı Jean karakteri, filmin başından itibaren bir arzu nesnesi gibi görünmekle birlikte etrafındaki insanlarla ırksal ve sınıfsal farklılıklarının da getirdiği mesafe yüzünden sanki dokunulmaz bir fetişe dönüşüyor. Haiti kökenli olup Şili’deki inşaatta büyük ihtimalle kaçak amelelik yaparken en ağır işlerin toksik riskleri yok sayılarak çalıştırılıyor; hastanelik olduğunda sağlık kurumunun personeli de kendisine bir hasta değil de, laboratuvar deneylerinde kullanılan bir beden muamelesini reva görüyor.
Çağımızın hastalıklarından sayılabilecek, insanlar arasındaki mesafenin artışı ve temassızlığın soğukluğu filmden fışıkırıp adeta üzerimize yapışıyor. İçgüdüleriyle bağlantısı sanki kesilmiş varlıklar aklı mümkün olduğunca yüceltirken hisler donuklaşıyor, insanlar gittikçe züppe robotlara dönüşüyor.
Aslında vücut geliştirme salonlarında “inşa” edilmiş olduğu belli Camilus’un bedeni resim atölyesinde kimliklerine büründüğü klasik oranlı (ölçü/kural/standart/kaide) figürlere tam uymasa da filmin mesajı bir kara mizah hazzı yaşatarak seyirciye nüfuz ediyor.
Leoncio Martínez’in Model Marchucho (Marcucho el modelo) adlı, 1932 yılında yazılmış eserinden ilhamla çekilen filmin jeneriğinde Beethoven’ın 7.Senfoni’sinden Allegretto bölümünü dinliyoruz.
Bu sayede iflah olmamış insanın makus kaderini tenimizde hissederken asla iflah olamayacağımıza dair karamsar düşüncelere kendimizi kaptırmamak da epeyce zor! (RL/TY)