Mezopotamya Vakfı Üniversitesi istenci 2013 yılı başında varlık buldu. Tabii hazırlık süreci epey öncesinden başladı da! Tüzük hazırlığı, Kurucular Kurulu, Vakıf Senedinin kabulü, Mütevelli Heyet Oluşumu, Yönetim filan derken resmiyet 2013 yılının ilk yarısında zuhur etti.
Hayli güçlü bir sesle o yıllarda kamuoyunda yer aldığını vurgulamalıyım. Dünyanın birçok ülkesinde yaşayan bilimsel onurunu kanıtlamış birçok şahsiyete çağrı yapılıp davet edilerek vakfın kurucu üyeleri olmaları sağlanarak vakıf kuruldu.
Ana gaye vakıf tüzüğünde şöyle belirlenmişti;
“Vakfın temel amacı; "Mezopotamya halklarının kendi anadillerinde eğitim yapabilecekleri çok dilli bir üniversite kurmak." Vakfın senedinde de belirtildiği üzere;
Eğitim, bilim, sanat, sağlık ve kültürün her dalında kendisini geliştirmeye, yeteneklerini sergilemeye istekli gençlerimizin, özgürlükçü, çağdaş, yenilikçi bilim ve sanat anlayışına, inceleme ve araştırma yeteneklerine sahip; evrensel düşünebilen, düşünce ve ifade özgürlüğü yanında, coğrafyamızın çok dilli ve çok kültürlü yapısını esas alan; etnik, dil, din, cinsiyet, kültür ayrımcılığı başta olmak üzere her türlü ayrımcılığı reddeden; bilimsel bilgiye dayanan, aydın bireyler olarak yetiştirilmelerine katkı sunmak,
Ekonomik ve sosyal politikalar ile diğer tüm politika ve uygulamaların toplumsal etkilerini ölçmeye yönelik araştırma ve çalışmalar yapmak, toplum sağlığı ve huzuru ile refahını hedef alan olumsuz sonuçlara yönelik çözüm üretilebilecek yetenekleri, özellikle genç beyinleri yönlendirmek ve teşvik etmek,
Gençlerimizin, gelişmiş sistemlerin eğitim araç ve bilgi teknolojilerini kullanarak alacakları eğitim-öğretimle eleştirel düşünebilen, özgür düşünceyi esas alarak bilgi ve çözüm üretebilen, girişimci özelliklere sahip ve insanın mutluluğunu hedef alan bireyler olarak yetişmelerine imkân ve zemin hazırlamak amacıyla 16.05.2013 tarihinde kurulmuştur.”
Doğal olarak bu denli demokratik ve özgürlükçü bir manifestoyla, üstelik Diyarbakır gibi bir marka şehirden, üstelik AMAÇ düsturuyla dünyaya seslenmek çok heyecan verici olmuş, bu sese de birçok ismi olan şahsiyet kurucu üye ya da değil destek olacağı taahhüdünde bulunmuştu. Tabii dönem olarak da barış ve çözüm sürecinin umutvar çıkışlarla yürüdüğü bir dönem olması bu heyecanı bir kat daha arttırmıştı.
O denli ki; Kayapınar Belediyesi Cigerxwin Kültür Sanat Merkezi salonunda sanırım 2015 yılında yapılan bir genel kurulda meclise vekil olarak seçilen kuruculardan biri sahneye çıkıp; “şu an mecliste on vekili ile grubu olan tek vakıf üniversitesiyiz” deyip gururunu salonla paylaşmıştı.
Hikâye herkeslerin malumu! 2015’in sonbaharından sonra izleri bugünlere kadar süregelen bir felaketi yaşadı coğrafya! Bu felaket döneminden kişiler kadar kurumlar da hayli etkilenerek payına düşeni aldı. Yerinden yurdundan olanlar, öte yakaya göçüp aramızdan ayrılanlar, işinden gücünden olanlar, akademik kariyerlerinden mahrum bırakılanlar, uzak diyarlara göçmek zorunda kalanlar…
Mezopotamya Vakfı Üniversitesi de kurumsal kimliğini korumakla birlikte ayakta durmaya çalıştı. Yaklaşık iki yıl kadar önce sessiz sedasız “şerit değiştirip” daha mütevazı işlerle varlığını sürdürmeye karar verdi. Kütüphane oluşturmaya, Kürt dili, grameri, kültürü üzerinden yeni bir alan açmak üzerinden bir çabaya soyundu. Bunun ilk örneğini de yakın zamanda ilgili kamuoyuna bir resepsiyonla duyurdu. “Rêbera Rastnivisînê” başlığıyla Kürtçe doğru yazım kılavuzu hazırlatıp yayınladı. Ve bir de “folklorame” ismiyle bir dergi yayınladı. Bu yayınların yanında dil, folklor ve hukuk başlıkları altında sivil toplum kuruluşlarının yaptığı türden kimi etkinlikler de zaman içinde yapıldı.
Bütün bu yapılanlar tabii ki kurumsal olarak güzel işler. Ancak mesele kimi güzel işler yapmaktan öte!
Hafta içinde vakıf mütevellisinden kurucular kurulu ve vakıf üyesi olanların elektronik posta adreslerine / adreslerimize kısa bir mektup düştü. Aynen şöyle;
“Kurucular Kurulu Üyelerine
3. Kongreyi toplama arifesinde bazı konuları siz değerli üyelerle paylaşma gereği oluşmuştur.
Vakfın en temel organı konumundaki genel kurulu toplamak, çoğunluk sağlamak sorun haline gelmiştir. Bu nedenle vakıfla iletişimde sorunlar yaşayan, vakfın toplantılarına gelip gitmede problemle karşılaşan veya gelmek istemeyen üyelerimiz vakıftan istifa edebilirse üye sayısını belli bir düzeye getirebilme ve organize olma şansı yakalanabilir... Bizle çalışmakta ve gelip gitmekte sorunlar yaşayan veya gelmek istemeyen arkadaşların istifalarını (mail yoluyla olabilir) bize en kısa sürede iletmelerini talep ediyoruz…”
İstifaya davet eden çağrıyı okuyunca iki gün düşündüm. Sonra kendime sordum, sonra karar verip kamuya açık olarak bu yazıyı yazma gereğini duydum. Vakfın ilk kuruluş yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin toplantı salonunda çeşitli üniversitelerin kuruluşunda aktif rol almış pek kıymetli Davut Ökütçü ağabey bir konuşma yapmış ve “Vakıf üniversiteleri evet inançla, kararla kurulur. Ama vücut bulması parayla ve büyük para ödeyecek bağışçılarla olur. Bunun için belli bir rakamın üzerinde bağış yapacak olanlardan beş kişiye mütevelli heyet üyesi olma ilkesini de koyalım” demişti. Anında, “Bizim para problemimiz yok. Para işi bizim için en son konuşulacak meseledir” denmişti. Bu konuşmaların üzerinden iki yıl geçmeden en büyük sorunun para ve yer sorunu olduğu ortaya çıkmıştı.
Yine hafızam beni yanıltmıyorsa vakıf tüzüğünün onayı ve kuruluş prosedürünün resmileşmesi için beş kişilik bir heyetle dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’a gidilmişti. Bülent Arınç kurucular kurulundaki “akredite” kişilerin güvencesiyle vakıf tüzüğünün onaylanacağını söylemişti. O gün bir toplantım için gidiş ve dönüşte aynı uçakta birlikte yolculuk yaptığım ve o görüşmeye katılan arkadaşlar bunları dile getirmişti. Yani demem o ki bu işin arkasında bugün görünen aktörlerin dışında hayli emekler, deneyim paylaşımları, akılcı öneriler ve ciddi katkılar var.
Bu kadar büyük ve ulvi ideallerle yola çıkıp, bugün herhangi bir sivil toplum kuruluşunun ya da bir belediyenin yapabileceği bir işle yol yürümeye indirgenen bir politika için mi kurucu üyeler istifaya davet ediliyor. Doğrusu bunca yıllık sivil toplumculuğuma ve entelektüel varoluş kaygılarıma başvuruyor ve şaşırdığımı dile getirmem gerektiğini söylüyorum.
Koca ve etkili bir kuruluş resepsiyonuyla açılışını duyuran bir üniversite kurma istenciyle kurulan vakıf, neden artık daha küçük ölçekli bir işle yol yürüyeceği niyetini açık olarak kurucu üyeleriyle tartışmadı. Ayrıca şu, şu, şu gerekçelerle “biz üniversite kurma niyetimizi ileriki bir tarihe erteledik. Bu tarih olgunlaşıncaya kadar dil, kültür, kimlik üzerinden bir kütüphane, yayın ve hafıza merkezi inşa edeceğiz…” düşüncesini neden bir basın toplantısıyla ilgili kamuoyuna deklare etmedi.
İşin açıkçası üyelik de üyelikten ayrılma da bu tür kurumlarda tüzük hükmünde yazılıdır. Böyle bir yöntem üye iradesine müdahaledir ve çok yanlıştır. Hem bu bir ihtiyaç ise bunun yolu ve yöntemi de bu değildir. Vakfın bundan sonraki süreçte yürüyüşü ile ilgili tek maddelik bir toplantı önerilir. Katılamayan üyeler düşüncelerini mektupla, elektronik posta ile paylaşır. Ve vakıf genel kurulu olarak karar verilir. Yöntem bu olmalıdır.
Özetin özeti şudur: Vakıf Kurucular Kurulu Üyelerinin dünyanın dört bucağında yaşadığı bilinerek ve kimileri rica ile bu işin içinde yer almaları istenmiş ve üye edilmişlerdi. Elbette bu arkadaşların birçoğunun Diyarbakır’a gelip gitmede sorun yaşayacağı biliniyordu. Buna rağmen üye olmaları istendi. Şimdi bu arkadaşlar dâhil “katkı sunamayanların, gelip gidemeyenlerin, birlikte çalışmak istemeyenlerin” istifaya davet edilmesi etik olarak doğru olmamıştır.
Mezopotamya Vakıf Üniversitesi’nin yeni bir süreç için yeni bir anlayışa, yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Bugün gelinen noktada yaptığı işin onayı dahil! Ve bunu alenen bir arama konferansı ile uygun olan bütün üyelerin katılımı ile yapmaya ihtiyacı var. Daha küçülmek, daha az sayıda üye ile yola revan olmak dâhil. İstifaya davet edilecek ise; mütevelli heyetin üyeleri değil, yönetim kurulunu istifaya davet etmesi gerekir diye düşünüyorum… (ŞD/AS)