Doğan Emrah Zıraman'ın kapitalist ekonomide yaşanan krizin sebep ve sonuçlarını incelediği Yaşamın Krizi başlıklı yazı dizisinin üçüncü kısmını yayınlıyoruz.
Önceki yazımızda 2008 krizinin kapitalizmin nimetlerinden yararlananları da içine alan bir kara delik olduğunu söyledik. Ancak bu tanımlama hiçbir şekilde kapitalizmin kendinin üzerine kendiliğinden çökeceği biçimde yorumlanamaz.
Tarihsel olarak miadını tamamlamış hiçbir toplumsal yapı kendi kendine tarih sahnesinden çekilmez. Sadece kendi varlığını sürdürecek, temel varlık koşullarına dokunmayacak bir üst evreye geçer.
Emperyalizm
Bu yazı dizisinde şimdiye kadar okuduklarınız içinden sol söylemi içeren ifadeleri çıkarıp liberal bir ekonomiste okutursanız sizinle aynı fikirde olacaktır. Yani krizin tanımlaması için kullanılan kavramlaştırmanın çoğu zaten mevcut liberal ekonomistlerce de kullanılmaktadır. Ancak liberalizm ile sol söylem arasındaki temel fark analizin farklı tahlil alanlarında çıkmaktadır.“…[T]ekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kendini gösterdiği, sermaye ihracının birinci derecede önem kazandığı, dünyanın uluslar arası tröstler arasında paylaşılmasının başladığı ve tüm dünya topraklarının en büyük kapitalist ülkeler arasındaki paylaşımın tamamlandığı bir gelişme aşamasına erişen kapitalizmdir.” (Lenin, Kapitalizmin Son Aşaması: Emperyalizm, sf. 94)
Bu kısa ve öz paragraf bize mevcut krizin asıl kaynağının kapitalizmin temel üretim ilişkileri üzerinden yükselen ama ondan bir üst aşamadan kaynaklandığını açık ve net biçimde göstermektedir.
Tekellerle başlayalım. Belki de birçok okuyucu, General Motors, Boeing vb. benzeri tekellerin iflas eşiğine gelmiş olmasının emperyalizmin temeli olan tekel kavramına bir paradoks olduğunu düşünebilir. Bu düşünce geçersizdir. Çünkü tekeller illa özel sektörde olacak diye bir koşul yoktur.
Durumu şöyle formüle edelim: Bir tekel kriz zamanı kendisinden zayıf olan firmaları yutarak tekelleşme eğilimini sürdürür. Peki ya tekelin kendisi zayıfladığında ve onu alacak bir başka tekel yoksa ne olur?
İlk başta paradoks gibi gözüken bu durumun cevabı vardır: Devlet alır. Bir tekeli kurtarma planı liberalizm bağlamında normal olarak şöyle işler: Krize giren tekeli borçları ile devlet alır. Kriz geçtiğinde devlet elindeki tekeli piyasada onu alabilecek konuma gelen bir başka tekele satar. Böylece hem tekel kurtulmuş olur, hem de kriz olası en az zararla atlatılıp yeniden satılarak devlet kâr elde eder.
23 Kasım’da basında yer alan küçük bir haber devletin tekele mantığına güzel bir örnektir. Ford yönetim kurulu üyeleri ABD Kogresi’den para talebi için gittiklerinde, kongre üyelerinden “özel jetle geldikleri için” fırça yerler. (Sabah, 23 Kasım 2008).
Emperyalizm aşamasında en tekelci yapı bizzat devletin kendisidir. Bu nedenle bu krizin baskın eğiliminin devletin tekelleşme sürecinin katlanarak artması olduğunu söyleyebiliriz.
Durumu şu şekilde de açıklayabiliriz: Lenin’in ifade ettiği “dünya pazar paylaşımı”nın adı savaştır. Günümüz savaşların esası devlet eliyle yürütülen tekel savaşlarıdır. Şu an yaşanılan kriz devlet ve özel sektördeki tekeller arasındaki bu ince perdenin hatırı sayılır bir süre için ortadan kalkacağını göstermektedir.
Yani emperyalist devletler, emperyalizmin özel sektör alanındaki tekelleri yutarak bu alanlara bizar hükmedecektir. Kısacası liberallerin “devlet elini ekonomiden çeksin kendi asli görevlerine dönsün” rüyası bu krizle bitecek gibidir.
Yeni Keynesçilik ihtimali
1929 bunalımından çıkışının teorisyeni John Keynes’tir. Keynes kısaca serbest rekabetin devlet eliyle düzenlenmesi gerektiği ve devletin sosyal yanını da göz ardı etmemesi gerektiği tezine dayanır. Keynes’in yaşadığı zamanda sosyal devlet modeli olarak sosyalizmin SSCB şahsında bir şekilde var olması ile de onun politikaları uygulamaya geçebilmiştir.Günümüzde devletin tekelleşme eğilimin güçlü olması ile de Keynes’in ekonomiye devlet müdahalesi fikrine dayalı tezlerin yakın zamanda ortalıkta dolaşacağını düşünmek kâhinlik olmayacaktır. Ancak sosyalizm gibi güçlü bir karşıtlığın baskının olmaması nedeniyle devletin tekelleşme eğiliminin sosyal devlete doğru döneceğini iddia etmek körlük ötesi bir tutum olacaktır.
Bunu kanıtlamak da o kadar kolaydır ki. Son 20 yıldır dünyada, son 5 yıldır da ülkemizde, emperyalist devletler sosyal devlet yalanından hızla uzaklaşmaktadır. Ülkemizde kanunlaşan Sosyal Güvenlik Kanu’nun özü asla ve asla sosyal devlet anlayışının zerresini barındırmamaktadır.
Devletlerin sosyal yaklaşımdan kar dürtüsü ile uzaklaşmaya krizin olmadığı dönemlerde başladığı düşünülürse tekelleşme eğiliminin artışa geçtiği kriz sürecinde sosyalleşeceğini ummak ancak batıl inanç olabilir.
Bu basit nedenlerle yakın zamanda var olan krizin çözümü için devletin müdahaleci yanına vurgu yapan görüşlerde bir artış olacaktır. Ancak bu düşüncelerde dikkat edilmesi gereken yön, devletin sosyal yanının kırıntı bile olamayacağıdır.
Tekelleşen devletin siyasal yapısı: Faşizm
Keynesciliğin sosyal bulamacı olsa bile emperyalist devletlerin tekelleşme eğilimin artması ilk fırsatta devletlerin siyasi yapılarında kendini gösterecektir.Togliatti, bilinen en ünlü yapıtı Faşizm Üzerine Dersler kitabında, “Emperyalizmin ne olduğunu bilmiyorsanız, faşizmin ne olduğunu bilemezsiniz” (s. 26) demektedir.
Togliatti, faşizmi Komünist Enternasyonal’in 13. Genişletilmiş Yürütme Kurulu’na göre tanımlıyor: Faşizm, finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist öğelerinin teröre dayanan açık diktatörlüğüdür. (s. 23)
Bu tanım bugün dün olduğu kadar geçerlidir. Togliatti’nin faşizmin ideolojik olarak bukalemun olduğuna dair uyarısının akılda tutulması aslında bu tanımın önemine de bir göndermedir.
Faşizmi sadece milliyetçilik temeline indirgeyerek tanımlamak yapılacak en büyük hatadır. Çünkü faşizmin kendisini tutacak her türlü ideolojiyi benimseyebilme eğilimi onun temel özelliklerinden birisidir.
Eğer faşizm, milliyetçilik gibi, dar bir alan üzerinden tanımlanmaya çalışılırsa, tanımındaki ilişkileri göz ardı etme tehlikesi vardır. O zaman da Hitler’in iktidara gelişinde, çoğu kez özellikle dile getirilmeyen, Deutsche Bank başta olmak üzere Almanya’nın en büyük 5 tekeli tarafından desteklendiği bilgisi anlamsız kalır.
Tarihsel olarak da faşizmin dünyada 1929 bunalımı sonrası emperyalizmin biricik iktidar biçimi olarak ortaya çıkmış olmasını unutmamak gerekir. Almanya, İtalya, Japonya’da faşizmin iktidarı almış olması, yaşanan bunalımı çözme girişimi olarak faşizmin işine yarayan ideolojileri de kullandığının (Hitlerin Nasyonal Sosyalizm kavramını kullanması, Mussolini’nin sendikalar örgütlemesi) bir diğer göstergesidir.
ABD ve İngiltere’nin o yıllarda faşist iktidarlarla yönetilmemiş olması, özellikle liberalizmin, faşizmin karşısında ve ona alternatif bir sistemin varlığına gönderme değildir. Sonuçta II. Emperyalist Paylaşım Savaşı tekelci kapitalizmin iki kanadının paylaşım savaşıdır. ABD’de faşizm, diğerlerinden farklı olarak, savaş sonrası SSCB’nin de varlığı ile , komünist avlarının düzenlendiği, siyahların zerre hakkı olmadığı açık terörünü çekinmeden uygulamıştır. Savaş sonrası faşizmle savaştıklarını söyleyen ABD ve İngiltere’nin savaşın neredeyse tamamında Sovyetler Birliği’nin Hitler tarafından işgal edilmesine ses çıkarmamış olmasını da bir not olarak düşelim.
Daha önce göstermeye çalıştığımız gibi devletin ekonomi alanında da tekelleşme eğiliminin ortaya zorunlu olarak çıkması sonucunda, faşizmin belirgin bir yükseliş içine gireceğini öngörmek pek de yanlış olmaz. Burada şimdilik kaydı ile önemli olanın faşizmin kendisini nasıl göstereceğidir. Yeni dönem faşizminin göstergelerini yakalamada da yukarıda verdiğimiz faşizm tanımı önemli bir ölçü olacaktır.
Faşizmin alacağı biçimler hakkında şu an ancak tahmin dayalı tanımlar yapılabilir. Ama bu dönemde yapılacak en büyük hata faşizm göstergelerini 1930 dönemi göstergeleri üzerinden yapmaya çalışmak olacaktır. Faşizmin milliyetçiliğe dayanabileceğini söylemek ile kesinlikle milliyetçiliğe dayalı olacağını söylemek arasındaki fark faşizm tahlilleri arasındaki farkı da belirler.
Emperyalizmin çıplak dünya terörü: Savaş
Emperyalizmin dünyanın pazar olarak paylaşılması üzerine yükselmesi, aslında dünyayı saran krizin eninde sonunda bir pazar paylaşımına daha geniş çapta evrileceğini söylemek demektir.
Krize giren kapitalizmin en yıkıcı pazar yaratma girişimi üretim araçlarının tahribatına dayalı olan savaştır.
1929 bunalımının, 10 yıl sonra II. Emperyalist Paylaşım Savaşına dönüşmesi, savaşın 1939’da başlaması, bu anlamda günümüz için de önemli bir göstergedir. Çünkü emperyalizm, ülkeler olarak bazında emperyalistlerin barışı ile değil tam tersine savaşı ile var olur.
Yaşadığımız kriz emperyalist olarak karşıtların birliğinden karşıtların savaşına doğru evrimle eğilimi arttıracak kapasiteye sahiptir.
Emperyalizmin çıplak terörünün sadece uluslararası olduğunu konuyu düşünmek, sınırlandırmak olur. Emperyalizm kendi karşıtını hem kâr pastası içinde diğer emperyalistler içinde yaratırken hem de sistemin karşıtını da kendi içinde üretir.
Egemenliğini çıplak terörden sağladığı için emperyalizmin, muhaliflerine karşı girişeceği acımasızlık son 100 yıl içinde binlerce kez kanıtlanmıştır. İsmi sosyalizm olmasa bile emperyalizm kendi ilişkilerini sarsacak her türlü muhalefeti ezmek için elinden geleni ardına koymayacak, hatta bir dönem kapıştığı diğer emperyalistlerle bu konuda işbirliğine girmekte bir saniye bile tereddüt etmeyecektir. (DEZ/EÜ)
* Yarın: 2008 Krizinde Türkiye