Doğan Emrah Zıraman'ın kapitalist ekonomide yaşanan krizin sebep ve sonuçlarını incelediği Yaşamın Krizi başlıklı yazı dizisinin ikinci kısmını yayınlıyoruz.
Yaşanılan ekonomik kriz 79 yıl önceki 1929 Büyük Buhranı ile doğrudan karşılaştırılıyor. Çünkü her ikisinin de çıkış kaynağı sanal değerin gerçek borca dönüşmesidir. Ancak farklılıkları benzerliklerinden fazladır.
1929 bunalımının çıkış nedenleri
1929 bunalımı Florida’da odaklı emlak piyasasının aşırı değerlenmesi sonrasında, 1928 yılında Florida’yı vuran kasırganın emlak fiyatlarını dibe çekmesi ilk dalga olarak kabul edilir.
Bankacılık sektörünün rezervlerini, kredilerini vb. temel dinamiklerini kontrol eden yapılara ait kanunların olmaması, bankaların başıboş hali (!) sonucu sanal olarak artan değerlere uygun kredi verilip bunların geri ödenememesi (şu an yaşananlara ne kadar benzer) 1929 buhranını ortaya çıkardı.
Tam da burada önemli bir not düşelim. Aslında 1929 bunalımının gerekçeleri tanımlanırken bankaların başıboş olarak tanımlanması doğru değildir. Çünkü kapitalizme kâr ettirdiği sürece hiçbir sistem, durum hatalı değildir. Kâr zarara dönüştüğü anda durum hatalı kabul edilerek sistem aklanır.
Öyle ki, Bush, ekonomik kriz ile ilgili bir değerlendirmesinde “krizin sebeplerini kapitalizmde arayarak başka sistemlere yönelmek doğru değildir” diyebilmiştir. Hatırlanacağı gibi ABD’de el konulan bankaların suçlusu olarak yöneticileri ya da doğrudan Wall Street gösterilmektedir. Yakın bir zamanda krizin nedeninin “iyi” kapitalizmin dışında çıkılmasından kaynakladığına dair bir çözümlemeler zinciri geleceğini aklımızda tutmamız gerekir.
Büyük Buhrana geri dönersek, Florida’da emlak piyasasında başlayan yıkım, en sonunda 2 Ekim 1929’da hisselerin değer kaybetmesi ile başlayan ve 24 Ekim 1929 günü New York borsasının dibe vurması ile devam ederek tarihe Kara Perşembe olarak düştü.
Borsanın dibi boylaması sonrasında ABD’de 4000 banka battı. Milyonlar işsizliğe sürüklendi. Öyle ki, insanlar temel ihtiyaç maddelerini trampa yöntemi ile karşılayacak hale geldi.
1929 bunalımdan çıkış
1929 bunalımı sonrasında ABD başkanlık koltuğuna oturan Roosevelt, “New Deal” (Yeni Ticaret) sloganı ile altın döviz kur düzenlenmesinin devlet kontrolüne geçmesi, ABD Merkez Bankası’nın kurulması gibi pek çok değişikliğe gitti. IMF ve Dünya Bankasının kurulmasında da bunalımın payı büyüktür.
Bununla birlikte ekonomiyi canlandırmak adına akla hayale gelmeyecek her yöntemle istihdam ve tüketim sağlandı. Büyük Buhran adındaki ve 1929 dönemini anlatan bir belgeselde bu akla hayale gelmeyecek istihdam yöntemlerini o dönemi yaşayanlar çarpıcı biçimde aktarıyor.
Belgeselde yeni istihdam yollarından birisine örnek olarak bir yol inşasında çalışan işçi sayısı verilmektedir. Normalde bu inşaatta 50 kişi çalışması gerekirken, 200 kişi çalıştırılmıştır. Tüketimin teşvikine belgeselde verilen örnek ise tüyler ürperticidir. O yıllarda tarımda çalışan bir kişi ürettikleri onbinlerce ton şeker pancarını fazla olduğu gerekçesi ile elleriyle yok ettiklerini söylemektedir.
1929 krizi bankaların yasalarla denetlenmesi dışında, istihdamın ve tüketimin aşırı arttırılması yoluyla atlatılmaya çalışılmıştır. 1929 bunalımının istihdam ve tüketime yönelik çözümlerini 2008 için önemli olduğu için şimdilik aklımızda tutmamanız gerekiyor.
1929 bunalımının istihdam ve tüketime yönelik çözümlerini 2008 için önemli olduğu için şimdilik aklımızda tutmamız gerekiyor.
2008 bunalımı
Yaşadığımız bunalımın genel ve basit halini dünkü yazımızda açıklamıştık. Tekrar edersek, 2007 yılı içinde gayri-menkulde Mortgage alanında başlayan sanal değerin patlaması sonrası 2008 Eylül-Ekim aylarında bankalara el konulması ile devam etti.
2008 bunalımın başlangıç gerekçeleri 1929 bunalımı ile aynı olduğu için doğrudan onunla karşılaştırılmaktadır. Ancak 1929 ile farkı yaratacağı yıkım ile tanımlanmaktadır.
ABD’de finans sektöründe başlayan kriz doğal olarak birçok büyük bankanın ya iflas etmesine ya da onlara devlet tarafından el konulmasına yola açtı. Finans sektörünün yaşadığı bu kriz hızlı biçimde sanayi sektörüne sıçradı.
Bu yazının yazıldığı günlerde ABD’nin üç büyük otomotiv tekeli General Motors, Ford, Chyrsler “iflasın eşiğinde” olduklarını açıkladılar. Yine aynı günlerde Japonya’daki sanayi verileri durgunluğun başladığının işareti oldu. Alman otomotiv tekelerinden biri olan Opel de iflastan kurtarılmak için Alman Devletine başvurdu. Beoing firması onbinlerce işçi çıkaracaklarını açıkladı.
1929’da kriz nedeni olarak bankacılık sektörünün “başıboşluğu” (!) bir gerekçe olarak savunulmaktaydı. Ancak şu an bankalar mevcut kurallar içinde krizin tetikleyicisi oldu. Yani ABD’nin finans sektörünü kanun yoluyla çeki düzen verme gibi bir şansının olduğu pek söyleneme.
Zaten kriz patladığı anda ABD hükümeti yasal değişikliklere gitme gereği hissetmeden doğrudan yardım planları ile çözüme gitmeye başladı. Sanayi sektörü de aynı yardım paketlerini talep etmeye başladılar.
Krizin çözüm yollarından birisi olarak düşünebilecek olan 1929’daki istihdamı arttırma çabası da günümüz teknolojisinin gelişmişlik düzeyine göre mümkün görünmüyor. Doğrudan kol emeğine bağlılığın azalması, var olanların kalifiye olması nedeni ile 1929’daki gibi bir işe gereğinden fazla işçi çalıştırmak pek kurtuluş reçetesi gibi gözükmüyor.
Ekonominin ikinci zorunlu alanı olan tüketimi arttırma çabası da şu anki verilerle mümkün görünmüyor. Çünkü hem işçi çıkarıp hem de çalışanın gelirini arttırmadan harcama yapılmasını istemek çözülmeyecek bir paradokstur.
Şu an için en fazla yapılacak olan stokların eritilmesi (dikkat siparişlerin karşılanması için değil) tüketimin özendirilmesi olabilir. Bu hafta sonu (22-23 Kasım’da) İstanbul’da başlayan yüzde 50-yüzde 70’lere varan indirimli satışlar hem stok eritmeye yöneliktir, hem de kâr marjını düşürerek de olsa kâr elde etmeyi amaçlamaktadır. Ancak stoklar eridiğinde, ki bu yöntemle kısa sürede eriyebilir, üretim için çoğu sektör sipariş vermeyi ötelediği için her üretilen parçanın üretim fazlası olma riski oldukça yüksektir. Öyle ki geçen yol varili 130 dolar olan petrol şu an 50 dolara düştüğü halde elde sermaye olmadığı için üreticilerden hiç kimse petrol alamamaktadır.
2008 krizinin 1929’dan en temel farkı krizin patlama anlarının birkaç günle sınırlı olmayışıdır. 1929 Krizi Kara Perşembe adı verilen 24 Ekim 1929 günü resmen patladı. Ancak 2008 krizi ise Ekim ayından bu yana en az 5 defa Kara Perşembe yaşadı.
ABD’de gerçekleşen kurtarma planları da yüksek ateşli hastalığın ortadan kaldırılması değil fitil ile ateşin düşürülmesine benzer bir durum yarattı. Çünkü mevcut kurtarma planları (devletin borçlanmayı üstlenmesi gibi) şu an için bilinen en iyi tedavi yöntemidir. Ancak hasta (kapitalizm) bu tedavi yöntemine yanıt vermemektedir. Yanıt vermeyişin sebebi şu an yaşadığı krizin sürekli hastalık yaratan varlık koşullarından kaynaklanmasıdır.
IMF mevcut durumun 1,2 trilyon dolar ile küresel bir bütçe ile kurtulacağını söylemektedir. IMF basit bir hesapla her ülkenin (dikkat gelişmiş ülkelerin değil her ülkenin) gayri safi milli hasılasının yüzde 2’sini bu bütçeye ayırmasının yeterli olacağını söylemektedir. Ancak IMF şu soruya cevap vermemektedir. Her ülke bu kadar payı ayırmaya müsait midir?
IMF bu çözüm ile açıkçası emperyalizmin patlattığı krizi, kendisine bağımlı ülkelere yıkmaktan çekinmeyecek gibi durmaktadır.
Son olarak 2008 krizinin 1929’dan önemli diğer farkı batan kuruluşlardan çok batan ülkeler yaratmasıdır. Bunlardan ilk ikisi İzlanda ve Macaristan’dır. İlginçtir İzlanda aldığı verdiği krediler ile sahte cennet olmanın faturasını; Macaristan ise daha çok sömürge olmanın bedelini ödemektedirler. 2008 krizi bu anlamda kapitalizmin nimetlerinden yararlananları da içine çeken bir kara delik görünümündedir. (DEZ/EÜ)
* Yarın: Krizin Temel Kavramı: Emperyalizm