Tunceli'de Temmuz 1987'de Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi ve OHAL resmi olarak Temmuz 2002'de kaldırıldı.
OHAL sürecinde ulusal ve uluslararası hukuka aykırı olarak 285 sayılı Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile OHAL Bölge Valiliği kuruldu ve yine hukuksal normlara aykırı olarak OHAL Valisi’ne sınırsız, "padişah yetkileri" verildi.
Bu yetkilerden biri de Kararnamenin 4. maddesindeki, "Olağanüstü Hal Bölge Valisi güvenlik yönünden gerekli düzenlemeleri yapabilmek için geçici veya sürekli olarak görev alanı içinde bulunan köy, mezra, kom ve benzeri yerleşim birimlerini boşalttırabilir, yerlerini değiştirebilir, birleştirebilir ve bu maksatla gereken kamulaştırma ve diğer işlemleri re'sen ve ivedilikle yapabilir" yetkisi.
Bu yetkiye rağmen Tunceli ilinde Güneydoğu’nun bir kısım illerinde olduğu gibi köy boşaltma uygulamaları 90’ların ortalarında güvenlik görevlilerince fiili olarak yapıldı.
(Bir not düşelim: Tunceli’de, büyük acıların, yıkımların yaşandığı Tunceli Kanunu,1937-38 sürecinde zorla yurtlarından edilen kişiler bile batının çeşitli vilayet ve kazalarında iskan edildi. Yani aradan geçen onca zamana rağmen yerinden yurdundan etme anlayışı devam etti ve 90’larda yerinden yurdundan etme pratiği herhangi bir politika üretilmeksizin ekonomik ve sosyal tedbirler alınmaksızın keyfi olarak yapıldı.)
90’larda köylülerin bir kısmıysa "güvenlik kaygıları" ile köylerini boşaltmak zorunda kaldılar. Şöyle ki, faili meçhul(!) cinayetler, "hukukdışı, keyfi ve kısayoldan infazlar" ve kayıplar "güvenlik kaygıları"nın temel sebeplerindendi.
(Bu olaylardan sadece biri: Tunceli, Gökçek Köyü’nde 1994'ün Eylül sonlarında Hıdır, Hatun, Elif, Yeter Işık ile Düzali, Gülizar, Dilek Serin (üç yaşında) isimli yedi kişi askeri bir operasyon sürecinde kayboldu(!). Ailesinin akıbetini öğrenmek için köye giden Ali Işık’ın ise çıplak ve başı ezilmiş vaziyetteki cesedi bir süre sonra köy civarında bulundu. Bu olay hâlâ dehşetini koruyor.)
Tunceli'de 40 bin 933 kişi tahliye edildi
Güneydoğuda yerinden edilenlerin sorunlarını ve alınacak tedbirleri araştırmak için kurulan "Doğu ve Güneydoğu Anadoluda Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu"nun 14 Ocak 1998 tarihli raporuna göre Tunceli'de 183 Köy 823 mezradan tahliye edilenlerin sayısı yaklaşık 40 bin 933 kişi.
Tabii ki gerek boşaltılan/boşalan köy ve mezra sayısı ve gerek göç eden kişilerin sayısı ile mal varlıklarına ulaşamayan kişilerin sayısının daha fazla olduğu açık. O süreçlerde ilgili mercilere başvuru halinde "misilleme"yle karşılaşılabileceği yönündeki yoğun endişe, "etkili iç hukuk" yollarının bulunmayışı v.s. sebeplerle köy boşaltma pratiğinden kaynaklı hukuki -cezai sonuç alınamadı.
Diyarbakır'da da benzer durumların yaşanması sonrasında zarar görenler direkt olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdular. AİHM köy yakma/boşaltma pratiği, malvarlıklarına ulaşamama olgusu sonucunda oluşan zararların tazmini açısından Türkiye aleyhine karar verdiği ilk dava olan Akdıvar ile Selçuk ve Asker kararlarında sorumlu hükümete, ihlali sona erdirmek ve ihlalin neden olduğu sonuçları ortadan kaldırarak, ihlalden önceki durumu yeniden sağlamak borcunu yüklediğini belirtti.
Eş anlatımla köy yakma/boşaltma pratiğinin doğrudan ve dolaylı sonucu olan tüm zararların karşılanması gerekliliğine karar verildi. Bu zarar kalemleri içerisinde konutlar ve bunların müştemilatlarına dair zararlar, bağ, bahçe, ağaçların, tarlaların v.s. tahrip olması, ürün elde edilememesi olgularını kapsayan zararlar mütalaa edildi.
AİHM' binlerle ifade edilecek başvuru yapıldı
Sonraki süreçte AİHM'ce verilen birçok karar gereğince, Türkiye, "köy boşaltma/yakma pratiği" nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin "Özel hayatın ve aile hayatının korunması", "Etkili başvuru hakkı", "Mülkiyetin korunması" gibi hükümlerini ihlal ettiğinden zarar görenlere ağır tazminatlar ödemek zorunda kaldı.
O tarihlerde AİHM’e yapılan başvurular binlerle ifade edilmeye başlanmıştı.
Türkiye'nin Avrupa Birliğine (AB) Katılım Sürecine İlişkin 2003 İlerleme Raporu’nda, "Yerleri değiştirilmiş kişilerin durumu hâlâ hassas. Bu kişilerin büyük bir kısmı şehirlerin civarlarında ve büyük köylerde aşırı derecede kötü koşullarda yaşıyorlar. Sosyal ve ekonomik sorunlar şiddetini koruyor, işsizlik oranı çok yüksek" deniyor.
Gerek Türkiye aleyhine AİHM’e yapılan başvuruların fazlalığı ve gerekse de Avrupa Konseyi’nin ülke içinde yerinden edilmiş kişilere dair yaptığı tespitler sonrasında kamuoyunda "Zarar Tazmin Yasası" olarak bilinen yasa 27 Temmuz 2004'te yürürlüğe girdi.
Bundan sonra AİHM, Tunceli - Eğrikavak Köyü’nden Aydın İçyer'in yaptığı başvuruyu pilot dava olarak inceledi. Bu davada hükümet 5233 sayılı yasa kapsamında özellikle Tunceli - Boydaş Köyü’nden olan bir kısım şahsa yapılan ödemeleri delil olarak sundu.
Netice olarak, AİHM "tazminat yasası"nın "mal ve mülküne ulaşamayanlar bakımından etkili bir iç hukuk yolu olduğunu" ileri sürerek başvuruyu kabul edilemez buldu.
Fakat 5233 sayılı yasa ihlalden önceki durumu yeniden sağlamak borcunu karşılayıcı değil. Tazminat miktarları zararları tam karşılamadığı gibi kira-hayvancılık gibi zarar kalemleri de 5233 sayılı yasanın 7. maddesine rağmen karşılan-a-mamakta.
Türkiye'nin AB'ye Katılım Sürecine İlişkin 2004 Yılı İlerleme Raporu’nda, "Başvuruların kabul edilmesi ve değerlendirilmesine ilişkin kriterler Kanunun kapsamının oldukça daraltılmasına yol açabilecek" tespitinde bulunuldu.
Yerinden edilmişlere özgürlükleri geri verilmeli
Sorun şu ki Tunceli’de süregelen çatışma ve şiddet ortamı, Ottowa Sözleşmesi ile yasaklanan kara mayınları, serbest patlayıcılar sebebiyle kişiler hala malvarlıklarına ulaşmada "güvenlik kaygıları" sebebiyle ciddi sıkıntılar yaşıyor.
Sonuç olarak, çatışma ve şiddet ortamı ortadan kalkmadıkça, bölgedeki anti- personel mayınları temizlenmedikçe, serbest patlayıcılar imha edilmedikçe "güvenlik kaygıları" da "mülkiyet hakkı ihlalleri" de devam edecek.
Çatışma ve şiddet ortamı ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik olarak ağır maddi manevi zararları süreklileştirecek.
Her koşulda, yerinden edilmiş kişilere ekmekleri ve özgürlükleri artık geri verilmeli. (BY/GG)
* Avukat Barış Yıldırım, İnsan Hakları Derneği Tunceli Temsilcisi