Geçtiğimiz aylarda “Yaşam koçları, iyi saatte olsun terapistleri ve türlü tuhaflıklar üzerine” başlıklı yazımı yazarken, zihnim bir yandan kişisel gelişim kitapları üzerine de tez zamanda yazmam gerektiğini aksi halde bu serinin eksik kalacağını salık veriyordu. Zira her yaşam koçu aynı zamanda kişisel gelişim uzmanı da sayıldığından, kişisel gelişim kitapları yazma potansiyelini fazlasıyla taşıdıklarını düşünüyorum. Daha sonra bu konuyla ilgili yazma fikrimi rafa kaldırmıştım ki birtakım koylarda, plajlarda insanların elinde bir virüs gibi yayılan o kitapları tekrar görene kadar.
Vakti zamanında çok sevdiğim bir arkadaşımın kütüphanesinde göz gezdirirken birkaç tane kişisel gelişim kitabı dikkatimi çekmişti. Onları elime almamı sağlayan şey başlıkları ya da içeriklerinden çok kitapların kapak resimlerinin ve kitap sırtlarının yazarın(!) fotoğrafından oluşmasıydı. Yani sen git o kadar vakit ve nakit ayır kişisel gelişim kitabı yazıp, yayımlatacağım diye, sonra da “kendinin geliştiğini” kanıtlarcasına boy boy fotoğraflarından birini kitabın kapağı yap. (Zaten kitabının içeriğine, doluluğuna güvensen, yakışıklı bir fotoğrafını kitabının kapağı yapmazsın diye düşünüyorum. Kitabındaki içerikten çok kendini vitrin olarak kullanıyorsun daha çok satabilmek adına!) Buyurun önce buradan yakalım. Sanki bir popstar albüm çıkarıyor! Peki madem bu kadar “piyasa” bir iş yapmaya yeltendin kitabının içinde öyle iddialı, ağır kavramları kullanma bir zahmet, hakkını veremiyorsun çünkü. Sufilikten bahsetme mesela, “ego” kavramını yerli yersiz kullanıp, sızlatma Freud’un kemiklerini, bilinçsizce her şeye travma etiketini yapıştırma. Burada bu kişilerin narsisistik kişilik özelliklerini, bu denli gözükme, onaylanma ve takdir ihtiyaçlarını ve olası nedenlerini incelemeyeceğim. Zaten herşey apaçık ortada. Ancak bu kişilerin bir guru, bir mürşid edasıyla, bir zamanlar kendilerinin de, ne olumsuz yaşam deneyimlerinden geçip, bir şekilde neleri neleri aştıklarını ifade etmeleri ve kendi deneyimlerinden edindikleri düşüncelerini tek mutlak gerçekmiş gibi sunup insanların –inanma/iyileşme/medet umma vs...- zaaflarından yararlanmalarını çok kurnazca buluyorum. Elbette sözüm kaliteli iş yapanlardan, sınırlarını bilenlerden, sırtını bilimselliğe dayayanlardan dışarı.
Kendi fotoğraflarını kitap kapağı yapan kişisel gelişim kitabı yazarlarının(!) büyük çoğunluğunun Türkiyeli olması ise ayrıca düşündürücü. Yabancı kaynaklara baktığımda buna pek rastlayamadım. Kendi dövmeli, kaslı, döpiyesli fotoğrafını kitap kapağına koymak Türkiyeli kişisel geliştiricilere özgü birşey sanırım.
Bu tarz kitapların temel argümanları arasında yaşama dair büyük hedefler belirlemek, hayata pozitif bakmak, kendi içimizdeki güç/sevgi/başarı vs… ile tanışmak, beden dili/ ses tonumuz üzerinde hakimiyet kurmak, zihnimizi yönetmek, ne kadar mükemmel olduğumuzu fark etmek, an’ı yaşamak, 5 adımda bilmem neye ulaşmak vs… bulunuyor. Tüm bu argümanların kişisel gelişimden çok, kişisel gerilime yol açtıkları kesin. Sürekli bir kendini gözlemleme halini, her an bir şeyleri aşmayı hedeflemeyi, bir arzu benliği yaratıp; ona ulaşmaya çalışmayı, kendi varoluşunun özgün, biricik bilgisine kulak vermektense başkalarının deneyimlerini kendine rehber tutmayı öğütlemesi kişiyi geliştiren değil, olsa olsa gerileten ve geren bir sürece sokacaktır.
Bir de bu kitaplarda sık sık sözü geçen “an’ı yaşa, hayatı ıskalama” sloganı var hiç anlayamadığım. An dediğin şeyin içinde geçmiş de, gelecek de, şimdiki zaman da soluklanır. Sen bir ağaca bakarken, dün kavga ettiğin sevgilini düşünüyorsan, bu düşünce senin o an’daki gerçekliğindir. Yani kişi, an kaçmasın diye onu düşünmeyi kendisine zorla bıraktırıp ağacın ne kadar güzel köklendiğini, yapraklarının rüzgarda nasıl tatlı tatlı uçuştuğunu düşünüyorsa, bu durumun kişinin kendi gerçekliğine dair büyük bir aldatmaca yarattığına inanıyorum. Ancak gel gör ki bu tarz kitapları okuyunca sanki an denilen şeyin arkasından atlı kovalıyormuş da sen de onu yakalamak zorundaymışsın gibi bir algı yaratılıyor. Sonra ben niye şöyleyim, ben niye böyleyim, hayatımı bile doğru düzgün yaşayamıyorum gibi anksiyete kokulu düşünceler abanıveriyor zihne. Buyurun size kişisel gerilim! Bu kitaplar teoride kişinin kendisiyle barışmasını sağlamak gibi söylemler içerirken, pratikte ise kişinin kendisiyle çatışmasını yoğun bir şekilde tırmandırıyor ne yazık ki…
Bu kitapların çok sattığını düşünürsek benim esas irdelemek istediğim insanların kişisel olarak gelişmek için neden bu tarz kitaplara, hap bilgilere ihtiyaç duydukları… Muhteşem bir manzara karşısında bile o manzaraya zihinsel ve duygusal olarak varmayı, onu kendi biricik gerçekliği içinde eritmeyi kendilerine çok görüp, kaygılı gözlerle bu tarz kitapların tatil arkadaşlığı yapmasına izin verilmesi…
Birçok yerde ebeveynlere yönelik seminerler veriyorum. Seminerin ardından bana sordukları soruların başında kitap tavsiyesi istemek oluyor. İstiyorlar ki 10 adımda mükemmel annelik, zor çocukla başa çıkmanın 5 anahtarı, başarılı çocuk yetiştirmenin 23 adımı, uyumlu çift olmanın 17 yolu gibi tuhaf isimli kitap reçeteleri yazayım onlara. Belki kişisel gelişim kitapları okumaya çok alıştıkları için, belki kolaya kaçtıkları için, belki de benim şu an bilemediğim başka bir sebep yüzünden. Benim onlara ilk söylediğim şey kitap okumayın, kendi ebeveynlik yönünüzü en saf haliyle siz kendiniz deneyimleyin ve bu deneyimler sonucunda gelişin/geliştirin demek oluyor. Mükemmel değil, organik ebeveyn olmaya çalışın diyorum. Doğal olun, bir tereddüt yaşarsanız da size seve seve yardımcı olacak uzmanlar var şu hayatta, onlardan destek isteyin. Ama lütfen psikolog görünümlü işletmecilerin, reklamcıların size daha fazla zarar vermesine izin vermeyin. Ne yazık ki ülkemizde işletme, iktisat gibi bölümlerden mezun olup, üzerine psikolojinin herhangi bir alt dalında yüksek lisans yapıp veya parayı bastırıp yaşam koçluğu sertifikası alıp ben psikoloğum/psikoterapistim demek moda oldu. Lütfen okuduğunuz o kitapların yazarlarını, destek aldığınız o kişilerin uzmanlık alanlarını ciddi bir şekilde araştırın.
Ve başkasının deneyimlerini düstur edinmeyin kendinize. Çünkü hepimizin ruhsal mayası, ruhsal formu başka. Hepimiz başka başka yaşantılardan, başka geçmişlerden, başka aile kökenlerinden geliyoruz hayata. Hepimiz farklı beklentilerin, farklı hayallerin ürünüyüz. Bu yüzden bizden daha iyi kimse bilemez çocuğumuzu nasıl yetiştireceğimizi ve elbette hayatımızı nasıl yaşayacağınızı…
Çoğu kişi psikoloji ve kişisel gelişim kitaplarını birbiriyle karıştırıyor. Belki kitapçılarda iki türün bitişik raflarda yer almasından dolayı. Fakat ikisi kesinlikle aynı şey değil. Psikoloji kitapları öncelikle bilimsellikten temelleniyor ve sizi şişme motivasyonlarla arkanızdan hoyrat ellerle itmiyor. Kendinize dair daha gerçekçi sorgulamalara, daha derinlikli farkındalıklara davet ediyor sizi.
Sizi “gerçekten” geliştirecek kitapları okumayı çok istiyorsanız nacizane önerim klasikleri okumanız olabilir, geçmişte okuduysanız bile yine okumanız, şiir okumanız, psikoloji/pedagoji uzmanlarının kitaplarını okumanız ama sizi sizden daha iyi tanıyormuşçasına hayatınıza nasıl yön vermeniz gerektiğini söyleme cüretinde bulunan yazarlardan ve onların çok bilmiş kitaplarından uzak durmanızı bir kez daha hatırlatırım. Çünkü herkesin kendi hayat deneyimindeki zaafları, tıkanıklıkları, beklentileri, krizleri ve bunlara ilişkin geliştirdiği çözüm yöntemleri ve problem çözme kapasiteleri çok farklı. Bizi kendi gerçekliğimizin bilgisinden alıkoyacak ya da bu bilgiye ulaşmamızı engelleyecek kitaplara hayatımızda yer vermemek çok daha sağlıklı. Çünkü o kitaplar, o kitabı “yazanın” gerçekliğini içeriyor, bizimkini değil. Kendi gerçekliğimizi ise en iyi biz bulabiliriz. Belki izlediğimiz bir filmde, okuduğumuz bir romanda, seyahat ettiğimiz bir şehirde, gözlemlediğimiz bir kedide, belki bir terapi odasında kim bilir… Ama bu ancak bizim burnumuzu soktuğunuz bir şey olmalı. Çünkü bu bizim yaşamımız. Çünkü hayat 10 adımın, 20 anahtarın çok daha ötesinde bizim deneyimlememiz gereken özel bir şey.