Duyguların sınırları nerede başlar?
Dilin? İfadenin? Yazının?
Mutluyum dediğinizde bunun sınırları nerede kaybolur? Nereye kadar mutlusunuzdur mesela? Mutsuzluğunuz nerede başlar? Başarılıyım dediğinizde nereye kadar başarılı?
Dilimizle tüm varoluşumuzu belirlediğimizi sanırken, bu belirleme hali ne zaman bir sınırlamaya dönüşür?
Dilin hapishanesi nerede başlar, nerede biter?
Örneğin bu yazı, bu satırlarla mı sınırlıdır yoksa içinizde uçsuz bucaksız yerlerde mi uçuşur? Belki de hiç tahmin etmediğiniz bazı yerlere konar, bazı yükseklerden düşer, bazı yokuşlarda yuvarlanır.
Geçtiğimiz günlerde bir sohbet sırasında “toptancılık” diye bir ifade çıktı ortaya. Neydi bu toptancılık? Kısaca genelleme hali. Sapla samanı aynı çuvala koyma. Ara katmanları ıskalama.
Bir duygunun ya da kavramın öznesi değil nesnesi olma durumu.
Mutsuzluk örneğinden gidelim. Mutsuz olduğunuzu düşündüğünüzde hangi mutsuzluk diye sorasım geliyor. İş hayatınızdaki mutsuzluk mu, özel hayatınızdaki mi, sosyal hayatınızdaki mi, kendinizle kurduğunuz ya da arkadaşlarınızla kurduğunuz ilişkideki mutsuzluk mu? vs…
Bunun tam tersi olan mutlu hissetmeyi de düşünebilirsiniz aynı şekilde.
Mutsuzluğun sizdeki çağrışımları neler mesela? Kendi mutsuzluğunuz sandığınız şey başkasının mutsuzluğu da olabilir pekala. Onu yüklenmiş olabilir misiniz?
Bu ayrıştırmayı yapmaktansa sanırım kolaya kaçıp genelleme yaparak kendi iç dünyamızın katmanlarına inmeyi reddediyoruz.
Başarı ya da başarısızlık diye nitelendirdiğiniz şey başkasının başarı ya da başarısızlık algısı olabilir. Ve siz hepsini bir arada değerlendiriyor olabilirsiniz. Başkasının kamerasıyla kendi hayatınız üzerinde netlik yapmaya çalışıyor olabilirsiniz.
Kendisini neredeyse doğuştan suçlu hisseden insanlar tanıyorum. Suçluluk duygusu hayatının her alanında dallanıp budaklanmış ve kişinin yakasına yapışmış oluyor.
Ne olursa olsun hemen suçluluk hissedebiliyorlar.
Bu ne olursa olsun hemen herhangi bir duyguyu hisseden kişilerin, kendilerine o çok hissettikleri duygudan bir konfor alanı yarattıklarını düşünüyorum. En bilinen, en tanıdık, en güvenilir olan duygu onlar için hangisiyse bunu her koşulda hissetmek istiyorlar aslında. Bu konforlu alanın sonu yine “toptancılığa” varıyor.
Kişinin kendi iç dünyasıyla temas kurması gitgide zorlaşırken bu toptancılık hali iç dünyanın iyice tembelleşmesine ve kişinin kendisinden bihaber kalmasına sebebiyet verebiliyor.
Tamamen başarısızlık, mutsuzluk -ya da her ne duyguysa- mümkün olabilir mi? Bir insan her yaşantıda mutsuz, her alanda başarısız, her zaman suçlu olabilir mi? Dış gerçeklikte bunun pek mümkün olduğunu düşünmüyorum ancak iç gerçeklikte kişi böyle olduğunu hissedebilir. Ve bu hissi genelleyip hayatının tamamına mal edebilir. Buna inanabilir. Ve o duyguyu varoluşunun yazgısı haline getirebilir.
Her türlü duygunun, düşüncenin katmanları var.
Eğer duygularınızda genelleme yapıyorsanız işte o vakit bahsettiğiniz duygunun nesnesi olmaya başlamış, duygularınızın sizi evirip çevirmesine, hırpalamasına ve ruhsallığınızın tamamına müdahale etmesine izin veriyorsunuz demektir. Oysa hiç kimse tek bir şeyden ibaret olamaz. Bir duygu kişinin tüm yaşamsal alanlarında hüküm süremez.
Duyguların öznesi olmak, o duyguyu makul ölçüde ve doğru yerde hissetmek ve işlevini yerine getirdiği anda geçip gitmesine izin vermek demektir.
Sınırlar yeryüzünde de, içyüzümüzde de oldukça geçişken, değişken.
Fiziksel, duygusal sınırlarımızın nerede başlayıp nerede bittiği bizim belirleyiciliğimizle ilgili. Sınırları genişletmek ya da daraltmak bizim inisiyatifimizde…
Duygular arası geçişlerde de sınırlara ya da sınırsızlığa erişebiliriz. Örneğin bir duygunun bitişiği bazen bambaşka bir duygu olabilir. Bir duygunun kabuğunu soyduğunuzda ortaya bambaşka bir duygu çıkabilir. Sınırlar bu denli iç içe geçmiş durumda aslında.
Öfkeli olduğunuzu sanırken üzgün olduğunu duyumsayabilirsiniz.
Ve ancak bunu fark ettiğinizde o duygunun sizi esir etmesini engellemiş olabiliyorsunuz. Ancak bu şekilde o duygudan kendinizi ayrıştırıp, onun geçip gitmesine izin verebiliyorsunuz.
Başlangıçtan bitişe giden binlerce ara yol, ara katman, ara duygu var. Birine takılıp kalmamak ve tüm duyguları bir yere bağlamamak kuşkusuz hayatın rengini, kıvamını, tadını çok daha arttıracaktır.
Duygularda toptancılık yapmadan, duyguların sınır kapısını dikenli tellerden arındırıp rahat rahat girip çıkmak, kuşkusuz bizi kendi iç dünyamızda ufku geniş bir dünya vatandaşı yapacaktır, vize almaya gerek duymadığımız. (TI/HK)
* Çizim: Leonid Afremov