Çoğunuz biliyordur, İçişleri Bakanı Beşir Atalay liderliğindeki grup, Kürt sorununun çözümüne yönelik başlatılan demokratik açılım çalışmalarının ilk aşamasını bitirdi. Bunda çeşitli kesimlerin sorun hakkındaki görüşlerini ve hassasiyetlerini dinlediler ve not aldılar. Çalışmanın sonundaki en önemli boyut, ülkenin ve devletin kırmızı çizgileriydi. Aynı şekilde geçen hafta ve 30 Ağustos kutlamalarında konuyu kırmızı çizgilere getiren bu kez, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, MHP Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Başkanı Deniz Baykal'ın hemfikir olduğu nokta da bu zaten: Kırmızı Çizgiler.
Peki nedir bu kırmızı çizgiler? Kısaca, üniter yapın korunması, Türkçe dışındaki dillerin resmi dil olmaması ve etnik farklılıkların siyasi kimlik olarak kullanılmaması, alt kimlik tanımına yer verilmemesi. Adı geçen bu çizgilerin ne kadar kalın olduğunun bir önemi yok. Zaten Anayasa'nın değişmez ilk maddelerinde yer alıyor.
Mesele de burada zaten. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana var olan kültürel ve siyasi sorunlar bu maddelerin değişmezliğinden kaynaklanmadı mı?
Açıklayayım; her anayasa, kendisine bağlı olarak tüm kanunları ve kurumları şekillendirir. Bu da gerektiğinde dil ve düşünce farklılıklarının önüne geçilmesini gerektirir. Karşı koyma halinde de baskı, zulüm ve işkenceye, sürgünlere ve sosyoekonomik yaptırımlara başvurulabilir.
Bu, Türkiye'nin 87 yıllık geçmişinde en iyi uyguladığı şeydi. Özellikle de 12 Eylül darbesiyle demir parmaklıklar ardına tıkılan Kürtler, sosyalistler, demokratlar; bunun en iyi tanıkları oldu.
Kan kırmızı çizgiler
Halihazırda demokratik açılım ve saçılım içinde olanların anayasanın değiştirilmesini gündemlerinde tuttukları açık. Fakat şu kıpkırmızı çizgilerin bu değişikliğin önünü ne derece açacağını sorgulamak gerekiyor. Kürt sorununun çözümünü isteyenlerin bugüne kadar somut hiçbir çalışmasının olmaması, dahası buna ket vurmaya çalışanların gönlünü hoş tutarcasına yapılan açıklamalar, demokratik bir Anayasa değişikliğinden bahsetmelerini abesle iştigal kılıyor.
Toplumsal ötenaziyi bile siyaset sahnesinde Kürtlere karşı bir argüman olarak kullanan Devlet Bahçeli, toplumu kışkırtmak ve dahi ordunun yerine savaş çığırtkanlığı yapmakla meşgulken, bu kırmızı çizgilere hiç gerek bile kalmıyor. Zaten ortada kan kırmızı çizgiler mevcut!
Kürtlerin kırmızı çizgileri yok mu?
Peki Kürtlerin kırmızı çizgileri yok muydu da hiç bahsedilmiyor? Evet Kürtlerin kırmızı çizgileri yok. Zira Kürtlerin bu süreçten istediklerinin tamamı demokratik, eşit, özgürlükçü ve sivil bir Türkiye'nin yaratılmasına katkı sağlayacak şeyler. Kürtçe resmi dil olsun, okullarda okutulsun; sonra da Lazlar, Çerkesler sıraya girecek, olmaz öyle şey! Olur, bal gibi de olur. Bugün olmasa da yarın elbet olur. İşte üniter yapının savunucularının kabul etmek istemedikleri konu da bu. Sen bu yapıyı savundukça da bugün Kürtlerin çıkardığı sesi yarın bir başkası da çıkarır. Bu ülke barış yüzü de görmez. Farklılıkların, siyasi kimlik haline gelmesinden neden korkuluyor peki? Söyleyeyim, farklılığını saklamak zorunda kalanlar da siyasette ben de varım diyecek. Peki üniter yapı savunucuları oturdukları koltuğu bırakmak isterler mi? Hiç istemediler ki!
Çizgi dedikleri aslında akan kandan beslenenlerin kırmızısıyla boyanıyor. Gördük işte, görüyoruz; üniter devlet yapısı, ne dil, ne ırk ne de demokrasi tanıyor. Tanısaydı savaş olur muydu? Tanısaydı, dilini, kültürünü özgürce kullanmak isteyen Kürtler onlarca defa ayaklanır mıydı? (FB/TK)
* Fırat Bilir, Şırnak Emek Platformu, Medya-İletişim Komisyonu üyesi.