Önce demokrasi savunucusu halk kitlelerinin beklentileri, ardından Demokratik Toplum Kongresi'nde (DTK) alınan kararlar, BDP'nin bu kararlara destek vermesi ve Türkiye'nin dört bir yanında bir araya gelen demokratik kitle örgütlerinin çağrıları ile gerek PKK'nin gerekse devlet güçlerinin çatışmasızlık ortamını yaratarak barış sürecini başlatacak fırsatın oluşturulması istendi.
Çağrılardan sonra yediden yetmişe herkesin bir kulağı Kandil'de bir kulağı da Ankara'daydı. İlk haber de Kandil'den geldi ve KCK 20 Eylül'e kadar eylem yapmayacağını duyurdu. Üstüne de devletin aynı tavrı takınmasını ve bunun yanında barış sürecinin başlatılması için dört maddelik bir öneride bulundu.
KCK bu açıklamayı yaptı ancak aynı saatlerde devletin en tepesindeki Cumhurbaşkanı Gül "teröre fırsat vermeyeceğiz, ulusal birlik için ne gerekiyorsa yapacağız" dedi.
Son bir aydır karşılıklı eylemsizlik sürecinin gerçekleştirilmesine yönelik oluşturulan baskı karşısında, sorunun en önemli taraflarından böyle bir çağrı geleceğini ve bu çağrının cevap bulacağını sezmiş olsa gerek ki devlet, askeri ve siyasi operasyonlarını sürdürmenin yanında Kürt halkı üzerindeki baskılarını da artırdı.
Mevsimlik Kürt işçilere faşizan yönelimler, özellikle Hatay Dörtyol ve Bursa İnegöl'de yaşanan linç girişimleri, daha sonra iki hafta boyunca Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesi konusunda kabul edilemez gerekçeler, toplum üzerindeki stresi ve düşmanlığı büyüttü.
Tüm bunlara rağmen sağduyulu çevrelerin girişimleri olası katliamları önledi, ancak şimdilik. Bunların devamı söz konusu olduğunda kitlelerin kontrolünü sağlamak bu kez imkansız hale gelebilir. Bu noktada da yazının başlığını devreye sokmak kalıyor geriye: "Daha ne olsun?"
Bu sayfalara sığmayacak kadar insanlık dışı muamele ve ölüm haberleri izledik her gün, son iki ayda. Olan bitenin en somut göstergesi ise savaşın cesetler üzerine yığılmış olmasında görülebilir. Bir yanda hayatlarını kaybeden PKK üyelerinin vücutlarının tanınmayacak halde yakılması var. Diğer yanda ise bu konu sorulduğunda Başbakan Erdoğan'ın zikrettiği sözler: "Ne yani biz de ölen 10 bin askerin fotoğraflarını mı gösterelim!". Bir başka deyişle Erdoğan bu ahlaksızlığa razı. Yani savaşı ölü bedenler üzerinde oynamaya hevesli gibi.
Gerçekten sormak gerek "Daha ne olsun?". Yaşadığımız topraklarda bir avuç insan kalıncaya dek savaşıp kan dökmek mi gerek. Anadolu'nun geleneğidir; kavgalı taraflardan biri adım attığında diğeri buna yine adım atarak gelmelidir. Kürtler, attıkları her adım karşısında devletin bir adım geri attığını görüyor.
Gel gelelim bizler, Kürtlerin hep yaptığı gibi bu bir ayı da umutlarımızla yeşertmek istiyoruz. Bu sayededir ki Türkiye'de savaşın bitmesini isteyenler gittikçe çoğalıyor. Savaş çığırtkanlarının sayıları azaldıkça kana dayalı sapkınlıkların artacağını bilmek için müneccim ya da bilgin olmaya da gerek yok. O yüzden tam zamanıdır yine.
Oruç tutmanın zihne ve doğru düşünmeye iyi geldiğine inanılır. Buna inancının tam olduğunu bildiğimiz Erdoğan'ın, olması gerekeni yapmasını beklemek çok değil. Örneğin şu askeri operasyonları durdurarak ülkede yeni ve taptaze bir hava estirebilir. Sonra her şey konuşarak hal yoluna sokulabilir. Kürtlerin bunca çağrısı ve verilen eylemsizlik kararı da ortada. Halkların acılarına acı katılmasını mı yoksa acıların dindirilmesini mi bekleyecek? Daha ne olmasını bekleyecek ki? (FB/TK)
* Fırat Bilir, Şırnak Emek Platformu.