Günlerdir tartışılıyor her yerde, sorun nasıl çözülebilir diye. Zaten çözümü konuşmadan önce yapılması gereken ilk şey sağlıklı şekilde yapılmıyor: "Sorun ne? Sebepleri neler?". Bugün yaşananların bir sonuç olduğunu, ölümlerin, devletin yok saymaya çalıştığı bir halkın tepkisi olduğunu, savaşın bitmesi için dağdakiler kadar devletin de adım atması gerektiğini bilmemek ayıp, bilip de söylememek daha büyük bir ayıp.
Televizyonlarda boy gösteren analistler, sosyologlar, stratejistler, bilimum akademisyen ve siyasetçilerin büyük çoğunluğunun gerçekleri söylemekten korktuklarını ya da söyleyecekleri şeylerin alışılageldik devlet ve toplum anlayışının ötesine geçmediğini hissediyorum.
Bir kaç saniyede çözüm olmaz
Ne var ki arada seslerini çıkartabilen birkaç aydın varsa da karşılarındaki en az iki ya da üç kişiye cevap vermekle geçiriyor söz hakkını. Çözüme ise sıra gelmiyor ya da birkaç saniyede bu koskoca sorunun çözülmesi isteniyor.
Bütün bu tartışmalar içinde en dikkat çekici sorulardan biri ise şu: "Diyelim ki diyalog yolu açıldı ve Öcalan ile görüşülme planları yapıldı. Peki, bu, saldırılarda hayatlarını kaybeden insanların ailelerine, eş ve dostlarına nasıl anlatılacak? Bu mümkün mü?". Sorulması gereken bir soruydu belki de. Belki çok dikkat çekmedi, beki de cevabı hazır olduğu için ciddiye alınmadı.
Zira bunun mümkün olmadığını, Türklerin bunu kabul etmeyeceklerini söylemek birtakım insanlar için o kadar kolay ki. Oysa aynı soruya Uğur'un, Ceylan'ın ya da Şerzan'ın aileleri de aynı cevabı verebilir. İşte mesele de buradan çözülebilecektir.
Devlet aklının dışına çıkılmadıkça...
İnsanın akıl ve vicdanının, devlet mantığına büründüğü, bireyin devlet için varedildiği bir ülkede savaşı bitirip halkların barışı, ortaklığı ve eşitliğine evrilecek bir yaşama ulaşmasının yolu da devlet aklının dışına çıkıp sorgulayabilmekten geçiyor.
Ve maalesef Türkiye toplumunun bir babanın gözünden akan yaşların, "devlet baba"nın gözyaşlarıyla eşdeğer olduğunu düşünmesi çok acı. Dünya, devletlerin hiçbir zaman ağlamadığını gösteren koskoca bir sahne gibidir. Ağlayanlar ise sadece anneler ve babalardır.
Kürt halkının her cenaze töreninde bıkmadan usanmadan "Edî Besê/Artık Yeter" demesi için çok sebebi var. Ölen asker yakınının sebebi yok mu? Bu insanlara sebeplerini devlet mi dağıtacak? Devlet izin verdiğinde mi insanlar "yeter" diyecek?
Ölümler hiçbir zaman tek taraflı olmadı
İşte o yüzden ilk soru çok önemli: İnsanlara nasıl anlatırız? Bu, devlet aklının işlettiği bir zihnin ürünü. Cevabına ulaşmak için devlet babaya değil, başımızı kaldırıp "öteki"nin babasına bakmak yeterli olacaktır. Ve işte o zaman herkesin birbirini anladığını daha yüksek sesle haykırabileceğiz. "Evet anlatmak mümkün. Türk'e de Kürt'e de anlatmak mümkün. Eğer savaşı bitirecek olan diyalogsa herkes kendi aklının ve vicdanının sesini duyacaktır".
Bu ülkede ölümler hiçbir zaman tek taraflı olmadı. Hiç kimsenin de ölümleri ve çözümü tek taraflı hatırlatma ve sorma hakkı yok. Devlet babanın da yok, aklını devletine kul etmiş bireyin de yok.
Savaşı, acıları ve gözyaşlarını sürdürmek için elinden geleni yapan insanlara kulak tıkamak, koca bir halk adına savaşı körükleyen sözüm ona "bilim adamları"na yol vermemek gerekmez mi? Şimdi sormak abes mi olur: "Sizce hangisi bu ölümleri durdurur, anlatmak mı savaşmak mı?". (EÖ)
(*) Şırnak Emek Platformu, [email protected])