“Kilittaşı türler” doğal çevresinde, sayılarına nazaran daha önemli etkide bulunanlara verilen addır. Bulunduğu sistemde, bir kemerin kilittaşının görevine benzer bir rol oynar. Kilittaşı, kemer içindeki diğer taşlardan daha az basınç altında olsa bile, o olmadan kemer çöker. Benzer şekilde bir ekosistemin içinden kilittaşı tür çekilirse, çok dramatik değişiklikler yaşanır. İnsan topluluklarında ise entelektüellerin bir açıdan kilittaşı rolü üstlendiği söylenebilir.
Nesim Ovadya İzrail'in “24 Nisan 1915 - İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara" kitabını okurken aklıma gelen ilk kavram kilittaşı oldu. Kitap öldürülen ermeni aydınlarını anlatıyordu. Çoğunun adını daha önce duymamıştım.
İnsan tanımadığı, hakkında bilgi sahibi olmadığı kişilerle duygusal bağ kuramıyor. Adını sanını bilmediği, boyunu posunu, sohbetini kahkahasını hayal etmenin mümkün olmadığı, salt rakamlardan ibaret olan insanlar hakkında fazla düşünmüyor. On kişi, yüz kişi, beş bin kişi diyorlar ya, hatta milyonlar telaffuz ediliyor. Okuyup geçiyoruz. Onlar ölmüşse, öldürülmüşse bir ihtimal üzülüyor, ama o kadarla kalıp daha ileri gidemiyor, en iyi ihtimalle belki durup sayıları düşünüyoruz.
Ölenlerin yaşamlarına dair ipucu yoksa bizi fazla meşgul etmiyor, edemiyor; çünkü rakamlar kişisel özellikleri yok sayıyor. Bir doktorun, öğretmenin, sanatçının hayat içindeki yerlerinin üzeri örtülerek hiçleştirilmiş oluyor. Bu arada tarihçiler sayı pazarlığı yapıyor. Nesim Ovadya İzrail'in “24 Nisan 1915” kitabı ise engelleri ortadan kaldırıyor ve o tarihte tutuklanan, sürülen sonra da öldürülen insanları okurla tanıştırıyor.
Ölenlerin fotoğrafları var kitapta. Onlarla göz göze geliyorsunuz. Kimi dedenizin asker arkadaşına benziyor, kimi karşı komşunuzun eski fotoğraflarındaki bir yakınına. Hepsi bizden. Aramızdan çekilip çıkarılmış, ötekileştirilmiş Ermeniler. Sessiz sayfalarda bir çığlık saklı. Üslup çok sakin, ama yaşananlar çok acı. Acı demek yetersiz. Yetmiş yaşını geçmiş, ak sakallı bir rahibin ağır kış koşullarında yürürken karın içine düştüğü zaman yanındakilere bırakın da öleyim diye yalvarması (s.557) tek kelimeyle nasıl tarif edilebilir ki?
24 Nisan 1915 İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara Yazar: Nesim Ovadya İzrail İletişim Yayınları, 2013 |
Soykırım ve sermaye birikimi
Osmanlı döneminde Ermenilere yönelik kitlesel katliamlardan ilki; Sultan Hamid’in emriyle kurulan Hamidiye Alayları tarafından gerçekleştirilen 1894-96 olaylarıydı. 1908 Meşrutiyeti sonrası gerçekleşen 1909 Adana Katliamı ile devam etti. 24 Nisan 1915 tarihinde ise Ermeni aydınlarının katledilmek üzere tutuklanması ve bunu takiben zorla yapılan sistemli sürgün ve katliamlarla Anadolu Ermenisizleştirildi.
İttihat ve Terakki'nin, devleti yeniden organize ederken, Balkanlarda yaşadığı felaketten çıkardığı ders, sorunları çözmek değil, sorunlu gördüğü Osmanlı vatandaşlarını yani Rumları ve Ermenileri topraklarından sürmek olmuştu.
Bu süreçte binlerce ev, iş yeri, okul, kilise ve manastır talan edilip Anadolu’nun Hıristiyan halkları planlı ve sistematik bir sürgünle yok edildi veya köklerinin bulunduğu topraklardan koparılıp atıldı. Ermeni Soykırımı, günümüz Türkiye burjuvazisinin sermaye birikiminin ana kaynaklarından birini oluşturup Ermenilerden kalan mallar, kurulacak olan ulus devletin sermayesini oluşturdu.
Sermayenin Türkleştirilmesi politikası Cumhuriyet tarihi boyunca 1936 Beyannamesi, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül derken ‘Vakıflar Kanunu’ gibi uygulamalarla devam etti, ediyor.
Özür dilenmediği sürece
Hrant daha dün katledildi. Hala bir sorun çıkınca 'Ermeni, Rum lobileri' suçlu ilan ediliyor. Ermeni, Rum sözcükleri küfür gibi kullanılabiliyor. 24 Nisan 1915 öncesinde ve sonrasında uygulanan yöntemlerden vazgeçilmiyor. “Ermeni meselesi” de Türkiye Cumhuriyeti'nin kilittaşı haline gelmiş durumda. Soykırım, kıyım, katliam ya da ne derseniz deyin artık, toplu ölümler kabul edilmediği ve özür dilenmediği sürece Türkiye doğru dürüst bir adım atamaz, sorunlarını çözemez.
İspanya'daki baskılardan kaçarak Osmanlı İmparatorluğuna sığınan Sefarad Yahudilerinin torunlarından olan yazar Nesim Ovadya İzrail ilk kitabı “1915 Bir Ölüm Yolculuğu Krikor Zohrab”da, ömrünü bu topraklarda hukukun yerleşmesine adamış, milletvekili kimliği taşıyan hukuk fakültesi hocası, ünlü avukat ve edebiyatçı Krikor Zohrab'ı ele almıştı.
İkinci kitabı “24 Nisan 1915 İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara”da Zohrab'ın arkadaşlarının, yani o dönemin entelektüellerinin, bir gecede nasıl toplanıp nerelere götürüldükleri, neler yaşadıklarını anlatıyor. Din adamı, besteci, koro şefi, şarkıcı, etnomüzikolog, müzik pedagogu Gomidas Vartabed; tiyatro yönetmeni, oyun yazarı, oyuncu Yervant Tolayan; doktor, tıp tarihçisi, araştırmacı yazar Vahram Torkomyan; uzman psikolog doktor Haçig Bogosyan; gazeteci, tarihçi, yazar Aram Andonyan; doktor, şair, yazar Rupen Sevag ve daha nice değerli insanın yaşadıkları, tanıklar, hatıratlar, belgeler eşliğinde gözler önüne seriliyor. Bir zamanlar bu topraklarda yaşayan insanların acılarını hissediyorsunuz.
24 Nisan 1915 gecesi yapılan operasyonun boyutunu anlamak için yazar şöyle bir karşılaştırma yapıyor; “1915 yılında 900.000 nüfuslu bir şehir olan İstanbul, bugün 13 milyon olduğuna göre, bir gecede tutuklanan 200 kişi, bugünün rakamlarıyla yaklaşık 2.900 kişiye tekabül etmektedir.” Yazarın dediği gibi mekanik bir bakış gibi görülse de sadece İstanbul'da üç bine yakın entelektüelin bir gecede alınıp götürüldüğünü düşünün. Olayın vahameti ortaya çıkar.
Kitap önsöz ve girişten sonra iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm '24 Nisan 1915'e giden yol'la başlayıp 24 Nisan gecesiyle devam ediyor ve bir ölüm kalım bilançosu çıkarılıyor. İkinci bölüm ise 24 Nisan 1915 ve sonrasında tutuklanıp İstanbul'dan Çankırı ve Ayaş'a götürülen Ermeni aydınları hakkında. 250 kişi tek tek ele alınıyor. Bazılarının fotoğrafları var. O fotoğraflar artık gözümüzün önünden gitmeyecek.
Kimi Osmanlı Meclisinde mebus, kimi gazeteci, çoğu yazar, çizer, aralarında tüccar, sarraf, bankerler de var. Okul müdürleri, hastane başhekimleri... “Osmanlı memleketinde unsurlar arasında hakiki bir kardeşlik ve uyumun tesisi ve sağlamlaştırılması için elimizden geldiği kadar çalışıp bundan hiç vazgeçmeyeceğiz” (s.269) diyenler, kendisiyle birlikte çok sayıda Ermeni aydının aynı gece tutuklandığını öğrenince “Bunu bizim güvenliğimizi sağlamak için mi yaptılar acaba” diyerek açıklamaya çalışanlar... İnsan okuduklarına inanamıyor, ama hepsi belgeli.
Nesim Ovadya İzrail, tutuklananlardan hiçbirinin evinde bir silah bile bulunmadığını vurguluyor. “...hiçbir kayıtta, belgede, araştırmada, 'terörist'lerin yanlarında veya evlerinde silah bulunduğuna dair bilgi yok.” (s.15)
Uluslararası derneklerin kurucuları, milletvekilleri, kitap yazan, yayımlayan ya da basanlar, şairler, müzisyenler... Aklınıza gelebilecek hemen her meslekten insan, kimi kasap önlüğüyle, kimi zabit üniformasıyla alınıp götürülüyor. O gece kapı kapı dolaşan polisin elinde listeler var. Araştırmacı yazar Taner Akçam, Taraf gazetesindeki bir yazısında, fişlemelerin Müslümanlaşmış Ermenilere yönelik 1916’da başladığını yazmıştı. İşin korkunç yanı, hala süren bir uygulama fişleme listeleri.
Bu arada yanlışlıkla tutuklananlar da oluyor. Ve çoğu öldürülüyor. 24 Nisan gecesi evlerinden apar topar alınıp götürülenler, ailelerinin yanına geri dönemiyor. Ankara'nın dört bir tarafında, üç ya da altı saat yürüme mesafesindeki ıssız vadiler, ormanlık bölgeler onların acımasızca katledildiği yerler.
Çeşitli kaynaklara dayanarak, 24 Nisan 1915’te tutuklananların akıbetinin ne olduğuna dair iz süren yazar, bu insanların isimlerini, yaş ve mesleklerini, hangi koşullarda hayatta kaldıklarını veya nasıl öldürüldüklerini anlatıyor.
Kitap 'soykırım vardır, yoktur' tartışmasına girmeden, edebi kaygılarla roman havası da yaratmadan gerçekleri açığa çıkarmak amacıyla kaleme alınmış. 24 Nisan 1915'in yüzüncü yılı yaklaşırken biraz durup düşünmemizi sağlıyor. Şimdiye dek rakamlardan ibaret olan insanları bizimle tanıştırıyor. Onca insan alınıp götürülürken sesini çıkarmayan, doğru dürüst tepki göstermeyen, hatta sahipsiz kalan malların üzerine konan ve bunca yıl bu konuyu konuşmayanlara, onların çocuklarına, torunlarına sorumluluklarını hatırlatıyor. İnsan olmanın sorumluluğu, 24 Nisan'da ölenleri anma sorumluluğu... Sadece o fotoğraflar bile çok şey anlatıyor.
Öldürülenlerin yazıları, şiirleri, konuşmaları eşlere yazılan mektuplar, yetkililere çekilen telgraflar insanın ruhuna dokunuyor. Her isimle başka bir dünyanın kapısı aralanıyor. Anadolu'da Alevilerin tarihini yazan Nazaret Dağavaryan'la tanışmanın şaşkınlığı geçmeden, 1911'de Kahire'de Othello'yu sahneye koyan Yervant Tolayan'ın ruhban sınıfındaki yozlaşmayı, Ermeni partilerini nasıl eleştirdiğini öğreniyorsunuz. Gomidas'ın hikayesi belki de en bilineni ve en acısı. Uluslararası bir ismin başına gelenler inanılacak gibi değil. Siz en iyisi kitabı okuyun, derim.
Hırant için, adalet için... (AB/HK)