Hrant Dink Vakfı’nın, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü ve Malatya HAYDER işbirliğiyle düzenlediği Müslümanlaştırılmış Ermeniler Konferansı 4 Kasım günü sona erdi. Konferansın son gününde “Hafıza ve Kimlik” başlığında bir oturum gerçekleştirildi.
Müge Gürsoy Sökmen’in moderatörlüğünde gerçekleşen oturuma Alice von Bieberstein, Helin Anahit, Anoush Suni ve Laurence Ritter konuşmacı olarak katıldılar.
Ritter: Endogami evliliği tercih ediyorlar
Gazeteci ve sosyolog Laurence Ritter “Kimliği Yeniden Kurmak: Gizli ve Müslümanlaştırılmış Ermeniler Arasında Aile Yapısının Önemi” başlıklı sunumunda Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki müslümanlaştırılmış ve gizli kalmış Ermeniler üzerine yaptığı çalışmasını anlattı.
“Doğu’daki aşiret anlayışı aile içi evliliğe zemin hazırlasa da soykırımdan kurtulanlar birbirleriyle evlenmek zorunda değildiler. Üçüncü ve dördüncü kuşak Ermeniler ise Ermeni kimliklerini koruyabilmek için endogami (iç evlilik) evliliği tercih ediyorlar” diyen Ritter müslümanlaştırılan Ermeniler ’deki aile yapısının önemine dikkat çekti.
Ritter, devlet baskısı ve soykırımdan miras alınan korkuyla suskun kalan Ermeni ailelerindeki sessizlik zincirinin, kadınların anlatılarıyla kırıldığını söyledi.
Bieserstein: Tehcir aktarımını kadınlar yaptı
“Bir Boşluk Olarak Benlik” başlığında sunum yapan sosyal antropolog Alice von Bieberstein de kadınların Ermeni kimliğinin yaşatılmasındaki rolüne dikkat çekerek “Kadınlar soykırım tehcirden sağ kurtulma anılarının koruyucusudurlar. Genç kuşak Ermenilere tehcir aktarımını yapan kadınlar ve anneler olmuştur” dedi.
Suni: Ulus devletin inşası
Anoushi Suni “Yerinden Edilme ve Farkın Yaratılması: Müslümanlaştırılmış Ermeniler ve Muhayyel Coğrafyalar” başlıklı sunumunda İstanbul’daki müslümanlaştırılmış Ermenilerden bahsetti.
Ermenilerin hem fiziksel hem de sembolik olarak yersizleştirildiğini, ötekileştirme ve ayrımcılığın da yersizleştirme üzerinden inşa edildiğini anlatan Suni, devletin asimilasyon politikalarına dikkat çekti.
“Ulusal kimliklerin inşası, istenmeyen ve yersizleştirilen halkların mültecileştirilmesi ile olur” diyen Suni, müslümanlaştırılmış Ermeniler’in şiddetin sessiz tarihine, ulus devletin inşasına ve bugün hala yaşanan ayrımcılığa ilişkin bir mesele olarak görülmesi gerektiğini vurguladı.
Anahit: Konuşulmamış geçmiş olmamalı
Türkiye’de yaşayan Ermeniler üzerinde çalışan ve 2005 yılından beri sözlü tarih çalışması yürüten Helin Anahit ise "Hafıza ırmakları: Müslümanlaştırılmış Ermenilerin sesi üzerinden kolektif hafıza ve kültürel varsayımların peşinden gitmek" başlıklı sunumunda, müslümanlaştırılmış Ermenilerin anlatılarından örnekler vererek “Üzerine konuşulmamış ve konuşulamayacak bir geçmiş olmamalı” vurgusunu yaptı. 1915 sonrası yaşanan travmaları yaptığı saha çalışmaları sırasında tanık oldukları üzerinden anlatan Anahit, birçok insan için Ermeniliklerinin ruhlarında korku endişe merak izi bıraktığını gördüğünü, bazılarının Hıristiyanlığı kabul ettiğini gördüğünü anlattı: "Nehirlerimiz iskeletler dolu olmalı, birçok kadına tecavüz edildikten sonra kadınların nehre atıldığını biliyoruz, birçok bebek ve küçük çocuk ağaçların altında bırakılmış" dedi.
"Bizim bazı arkadaşlarımız vardı ve kendilerinin Ermeni olduklarını bildiklerimize Ermüs diyorduk" diyen Anahit, 1915'in ardından zorla Müslüman olan ailelerin hikayelerini anlattı. Birçok ailenin toplumda rahatsız edilmemek için kendi annesinin Ermeni kimliğini sakladığını hatta toplumda Ermeni karşıtı olarak duruş sergilediğini anlatan Anahit, görüşme yaptığı bir kişinin kendisine "Bizim ülkemizde yumuşak karnımız din ve ırktır" dediğini aktardı. (MK/HK)