Fotoğraflar: Sosyal medya, Eren Keskin arşivi, bianet arşivi
2010'dan önce olmalıydı; TÜYAP kitap fuarında Belge Yayınlarının sahibi Ragıp Zarakolu ile buluşmak için telefonlaştık. Zarakolu, İHD’nin standında olduğunu, oraya gelmemi istedi.
Standa gittiğimde sergisi masasının arkasında Av. Eren Keskin’i gördüm. Keskin’i basın yoluyla biliyor, haberlerini ve insan hakları mücadelesini izliyordum. O değerli bir avukat olmakla birlikte, öncelikle haklar ve özgürlük mücadelesi ruhunu özümsemiş kişiliğiyle önemli bir etki alanı oluşturmuştu. Ve bu niteliğidir ki, mesleğine özgünlük kazandırmaktaydı.
Makyajlı, takıp takıştıran halini fotoğraflarından biliyordum. Şimdi fotoğraflarından kat be kat etkili haliyle karşımda duruyordu. Keskin, dış görünüşündeki bu tavrıyla bile, özgürlük tutkusunu ve sisteme karşı çıkışını ifade ederken, aynı zamanda medyanın cinsel kimlik üzerinden “Süslü avukat” diyen alaycı yakıştırmasını da parçalıyordu.
Zarakolu tanıştırdı. Elini sıkarken yüzüne baktığımda, keskin ışıklı gözlerinin yüzüne hâkim olduğunu gördüm. Aklıma biraz da fiziksel olarak benzettiğim Frida Kahlo geldi.
Ama asıl olarak Keskin ve Kahlo benzeşmesini direngen, özgürlükçü, kararlı, acılarla başa çıkmayı bilen kişilikleri üzerinden kurdum. Kahlo daha çok onlarca ameliyatla kendi bedeni üzerindeki acıları yaşamış ve bu süreci resimlerine konu etmiş politik şahsiyetli biriyken, Keskin, daha çok topluma yaşatılan acılarla ve bu acıların peşindeki hak ve adalet arayışlarının tehlikeli, yorucu yollarında yürüyen politik şahsiyetli biriydi.
Kötülüğün karşısında bir şövalye
Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet
Bircan Değirmenci’nin İletişim Yayınlarından bu yıl çıkan “Eren Keskin – Keskin Bir Hayat” kitabını okuyunca hem Avukat Eren Keskin’i daha yakından tanıyor hem de Türkiye’nin yakın dönem öncesi siyasal tarihine dair hafızayı tazelemiş oluyorsunuz.
Kitapta Eren Keskin üzerinden özellikle 12 Eylül faşizminin 1990’larda artarak devam eden militarist politikalarının kahredici yıkıcılığı, fütursuzluğu ve korku ortamının dehlizleri anlatılırken, çıplak ayaklarla kırık camlar üzerinde yürüyormuş hissi ediniyor ve hayli sarsıcı bir etkiyle baş başa kalıyorsunuz.
Faili meçhul cinayetlerin, işkencelerin, köy boşaltmalarının, provokasyonların, tehditlerin fütursuzca yaşandığı dönemler. Korku ve şiddetin egemen kılınarak daha çok Kürt muhalefet hareketinin her türlü baskılanma ve yok edilmesinin devletin esas politikası haline geldiği bu dönemde az sayıda da olsa, hayatı pahasına hak, adalet ve özgürlük mücadelesi veren insanların ne büyük işler yaptıkları, bugünden geriye bakınca daha iyi anlaşılıyor.
Av. Eren Keskin bu mücadelenin öncülerinden. Aklıyla, vicdanıyla, iradesiyle ve avukatlık mesleğinin amacına uygun adalet duygusuyla kötülüğün karşısına bir şövalye ruhuyla dikilen Keskin’in mücadelesine parmak ısırılır. Keskin, birkaç defa ölümden dönmüş (Bir defasında kurşun yanağının çok yakınından geçmiş) ve devletin kimi güçleri tarafından sürekli parmak sallanarak tehditlere maruz kalmış.
İnsan Hakları Derneği
Av. Keskin’in anlatısı yoluyla İHD’nin ne kadar büyük bir öneme sahip olduğu, bugünden geçmişe bakıldığında İHD’nin o korkunç koşullar altında ne zorluklarla mücadeleler verdiği daha iyi görülüyor.
İnsan hak ve özgürlükleri konusunda çalışmalar yapmak amacıyla “İnsan Hakları Derneği, 17 Temmuz 1986 tarihinde, aralarında tutuklu-hükümlü yakınları, yazar-gazeteci, hekim, hukukçu, mimar- mühendis ve akademisyenlerin yer aldığı çeşitli meslek gruplarına mensup 98 insan hakları savunucusu tarafından kuruldu.”
Eren 1989 yılında İHD’ye üye, 1990 yılında ise İHD İstanbul Şubesi seçimi sonucunda Ercan Kanar Başkanlığındaki Yönetim Kurulunda sekreter olur.
İHD’nin hak arayışı mücadeleleri, kurulduğundan bugüne kadar iktidarların hukuksuzlukları, keyfilikleri önündeki en büyük engeldir. Bu sivil toplum kuruluşunu dağıtmak, etkisizleştirmek için, kimi şubeleri kapatılır, kimi yönetici ve üyeleri yargılanır ve daha kötüsü de İHD şubeleri bombalanır, silahlı saldırıya uğrar. 23 üye ve yöneticisi faili meçhul cinayetler sonucunu yaşamını yitirir.
14 Kasım 2001 tarihinde İHD İstanbul Şubesi’ne yapılan silahlı baskında Av. Keskin ve dernek binasında bulunan arkadaşları ölümden dönerler.
İHD’ye en büyük saldırı 12 Mayıs 1998 günü Genel Başkan Akın Birdal’a yapılan silahlı saldırıdır. On üç el ateş edilmiş ve bunlardan altısı Birdal’ın vücuduna isabet etmiştir. Planlı ve profesyonelce yapılan bu suikasttan aldığı onca yaraya rağmen Birdal tekrar sağlığına kavuşur.
İHD, cendereye sokulmuşların nefesi, işkenceye uğramışların merhemi, faili meçhul cinayetlerin takipçisi, Cumartesi Annelerinin dertleriyle hemhal olanı, hangi kimlikten olursa olsun ister siyasi, ister etnik, ister taciz ve tecavüze uğrayanların, isterse LGBTİ’li; haksızlığa ve zulme uğrayanların sesidir.
İHD, iktidarların ceberutluğu karşısında kimsesizlerin kimsesidir. Ve Eren keskin bu mücadelenin öncülerindendir.
Bu vesileyle bütün bu hak savunucularına minnet ve saygılarımı sunuyorum.
Keskin’den tespitler
Keskin’in kimi tespitlerini politik tutum almaya yönelik önemi nedeniyle burada tekrarlamayı gerekli gördüm.
Dünü dündeyken konuşmak ile dünü bugünde konuşmak arasında dağlar kadar fark olur. Hele ki konu siyasal şiddetin ve korkunun dönemleriyse… “Ahmet Altan’ı eleştirenler ve bugün ortalıkta olanlar o gün bizim yanımızda sokakta yoktu” (120)
Özgür Gündem gazetesinin başına neler getirildiğini, muhalif seslerin kendilerini duyuracak kanallar bulamadığını yakından bilen Keskin, medyanın baskılandığı ve iktidarın bir aparatı haline geldiği ortamda sosyal medyayı büyük bir devrim olarak görüyor. (114)
“Bana en çarpıcı gelen kendi arkadaşlarımdaki homofobi oldu. Kürt meselesinde beni takdir eden insanlar, trans kadınlarla ilgilendiğim için benimle alay ettiklerinde benim arkadaşım olamazdı” (331)
“Bana göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti her zaman karşısında silahlı bir muhalefete ihtiyaç duyuyor. Çünkü bunun üzerinden ırkçı milliyetçiliğini geliştirmeye devam ediyor. Bu nedenle aslında Kürt sivil siyasetinin genişlemesini hiç istemiyor. HDP üzerindeki baskının da asıl nedeni bu.” (356)
Keskin’in bu tespiti bugün Erdoğan iktidarının Kürt sorunu üzerindeki taktiklerini ve özet haliyle Erdoğan’ın Öcalan ile Demirtaş ve HDP’liler arasına kama sokmaya ve HDP’yi sivil siyaset alanı dışına itmeye çalışmasını ifşa ediyor.
90’lar dönemiyle bugünkü Erdoğan iktidarı dönemini yargı bürokrasisi üzerinden karşılaştıran Keskin, bugünün çok daha kötü olduğunu olay ve dava örnekleri vererek “Bugün olsa asla olmaz böyle bir şey” (269), “Şimdi olsa böyle bir şey mümkün mü?” (305) diyor.
Son söz yerine
Kitaba önsöz yazan Yıldırım Türker “Solcu bir işkence mağdurunu savunurken bölücü örgüt üyesi, türbanlı kızın hakkını savunurken irticacı, travestiyi savunurken ahlak düşmanı ilan edilirler. Bir yere kaçmazlar. Hep burada, inadına vahşetin menziline dikilirler.” (16) derken, tam da Eren Keskin’e uyan bir portre çizerek ilave ediyor: “Eren Keskin’in varoluşunu ‘keskin’ kılan, onun sınır tanımaz cesaretidir. Hakikati her şeyi göze alarak dile getirmek, onun hayatının özetidir.”
Sonuçta bu kitap bir dönem tanıklığı olarak geleceğin sözlü tarih çalışmalarına yazılı bir kaynak niteliğinde. Ve Eren Keskin’in şahsında, onurlu yaşamının ve mücadelesinin tanığıyız.
Kendi deyişiyle “Hem süslü hem radikal” olan Keskin’e selam olsun.
(HŞ/EMK)