Gazeteci Yazar Bircan Değirmenci’nin sihirli bir kalemi var.
Hangi konuda ne yazıyor olursa olsun, okumaya başladığınız an, gözünüzü o sayfalardan alamıyorsunuz.
Haber yazsa okutuyor, deneme yazsa okutuyor, öykü yazsa yine okutuyor.
Değirmenci’nin kalemi bu kez insan hakları savunucusu Eren Keskin’e dokunuyor.
Yazar Değirmenci, "Eren Keskin/ Keskin Bir Hayat" isimli kitapla okuru sadece Eren Keskin’in çocukluğuna, lise yıllarına değil, Türkiye’nin siyasal gündemine de götürüyor.
Gelelim Eren Keskin’e.
Alışılagelmiş tüm kalıpları varlığı ile yıkan bir kadın diye yazacağım, eksik kalacak.
Solcular “makyaj yapmaz” mitini yerle bir eden güzel bir kadın desem yine eksik.
İnsan haklarını, sağ-sol siyaseti fark etmeksizin herkes için savunan bir kadın desem de olmayacak, ona dair kurulan cümlelerin hiçbiri onu tam anlatamıyor gibi.
Değirmenci’nin sihirli kalemi yine burada devreye giriyor ve hakikaten neşesiyle, hüznüyle, direnciyle, mücadelesiyle anlatılması kıymetli Eren Keskin’i bize anlatıyor.
Gazeteci Yazar Değirmenci ile söyleştik.
“Eren, ötekilerin dert edinen bir kadın”
Eren Keskin’in hangi yönleri sizi etkiliyor, etkiledi?
19 Aralık Hayata Dönüş adı altındaki cezaevi operasyonu öncesiydi. Aileler açlık grevindeki çocuklarının seslerini duyurmak için her gün İstiklal Caddesi’nde eylem yapıyor, sonra da darp edilerek gözaltına alınıyorlardı. Beyoğlu’ndaki Mis Sokak’ta eylem yapılacağını duymuştuk. Hava aşırı derecede soğuk, karla karışık yağmur var.
Haber için gittiğimizde ailelerle birlikte İHD’liler de toplanmıştı. Polis dağılmalarını söylemişti. Yerlere oturdular, kimse yerinden kalkmayınca bu kez panzerlerden su sıkılmaya başlandı. Biz kenarlara doğru kaçmaya, fotoğraf makinelerimizi korumaya çalışırken en ön tarafta oturan Eren Hanım yerinden kıpırdamamış, onunla birlikte diğerleri de birbirlerine sarılarak kafalarını eğmişti. O sırada gözümü ondan alamamıştım.
Dakikalarca sürmüştü. Daha sonra kalkanlı, çevik kuvvet ekipleri ellerinde coplarla yaklaşıp hepsini polis arabalarına bindirerek gözaltına almıştı. Buna rağmen ertesi gün bu kez İHD önünde toplanıp bir önceki gün yaşanan gözaltılara ilişkin basın açıklaması yapmıştı. O soğukta, üzerine su sıkıldığında gösterdiği direnç beni etkilemişti.
Eren Keskin yorulmak bilmeyen, çok çalışkan ve pratik zekaya sahip biri. İnandığı doğruların peşinden gitmekten asla vazgeçmiyor. Kritik zamanlarda zaman kaybetmeden karar almayı biliyor.
Kitapta da görüldüğü gibi çok mutlu bir çocukluk geçiren, hayat standartları ortalamanın üzerinde olmasına rağmen toplumdaki ötekilerin dertlerini dert edinmiş bir kadın. Birçok şeyi geri tepmiş, üniversitede kalabilir, daha rahat bir hayatı seçebilirdi. 27 yıl hüküm giydiği halde yurtdışına gidebilecekken, bunu tercih etmeyip mücadeleye devam eden biri.
Peki gelelim kitaba, inanılmaz derinlikli bir anlatım, sizin yazı dilinizle de birleşince çok iyi bir kitap ortaya çıkmış. Çok tebrik ediyorum öncelikle ve evet nasıl aklınıza geldi bu kitabı yazma fikri?
Bunları duymak çok güzel, teşekkür ederim öncelikle. Kitap yazma fikri Eren Hanıma ait. Daha doğrusu dost meclislerinde, zaman zaman yazdığı yazılarda, verdiği röportajlarda yaşadığı olayları anlatırken kendisine bunların bir kitapta toplanması önerisi çok fazla olmuş.
Hatta yazmak isteyenler de olmuş. Ama o bunu ortak tanıklık ve duygu birliği yaptığı biriyle yapmak istemiş. Bana ilk bu konuyu açtığında hem onur duydum hem de çok tedirgin oldum açıkçası. Çünkü inanılmaz ağır bir hayat var, yükü ağır, sorumluluğu ağır. Altından nasıl kalkabilecektim bilmiyordum.
“İkimizin de rengini yansıtacak bir yol denedim”
Uzun soluklu bir çalışma süreci oldu diye tahmin ediyorum nasıl oldu bu süreç?
2018 Aralık ayında karar verdik ama Eren Hanımın yoğunluğundan dolayı yazmaya 2019 Temmuz ayında Burgazada’da başladım. Nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum. Nehir söyleşi şeklinde başladık. Sonra düşündüm, zaten anlattıklarının birçoğu röportajlarında da olan şeylerdi.
Yeni bir şey yapmak lazımdı. Hem ben açık söyleyeyim, yazılanları okuyorum ama yine de nehir söyleşiyi çok sevdiğimi söyleyemem. Bir okur olarak okurken sıkılmayacağım, keyif alacağım, elimden bırakmak istemeyeceğim bir kitap yazmak istedim. Hem Eren Hanımı dinledikçe kafamda canlanan şeyleri kendim de anlatmak istiyordum. İkimizin de rengini yansıtacak bir yol denedim. Birbirimizin ağzından lafı alarak, cümlemizi tamamlamaya çalıştık.
Kitabı yazma sürecinde benim Diyarbakır’da yaşamam nedeniyle sürekli yol yapmak zorunda kaldık. Çeşitli şehirlerde buluşup görüşmelere devam ettik. Elbette araya bir de pandemi girince hayat durma noktasına geldi. Seyahat yasağı nedeniyle görüşmelerimizi ertelemek durumunda kaldık.
Kayıt yapmak, onları çözmek işin en kolay kısmıydı. Asıl iş, neredeyse söylediği her bir kelimenin, ismin, olayın peşine düşmekti. Konulara ilişkin kitaplar okudum, Atatürk Kütüphanesi, İsmail Beşikçi Vakfı’nda arşiv taradım, belgeseller izledim. Topladığım karmaşık bilgileri, süzgeçten geçirip, Eren’in hikayesiyle buluşturmaya çalıştım.
“Anlattığı her hikâyeyi gözyaşları bölüyordu”
Kitabı yazmaya başladıktan önce kafanda bir Eren Keskin vardı, kitap için onu dinledikçe başka bir Eren’le daha karşılaştın mı? Anlatır mısınız?
Aslında az çok tanıyordum ama çocukluğunu, gençlik yıllarını, devrimcilerle nasıl tanıştığını, hayal kırıklıklarını, aşklarını, evliliği boyunca yaşadıklarını bilmiyordum.
O çelik gibi gözüken güçlü kadının arkasında, hala annesine bağlı, sevdiklerini kaybetme korkuları olan naif bir kız çocuğuyla karşılaştım. Anlattığı her hikâyeyi gözyaşları bölüyordu.
Yaşadığı her şeyi içselleştirmiş ve yaşadığı onca şeye rağmen bunlara yabancılaşamamış, dışarıdan bakamayan birini gördüm. Tabi hayattan da kopuk değil. Futbol maçlarını kaçırmayan, magazin güncesini, modayı takip eden, sadece tartışma programlarını değil dizileri de izleyen, dostlarıyla rakı sofralarında kendini sağaltan biri.
“Yazmaktan vazgeçmeyi düşündüğüm zamanlar oldu”
Siz bir yazar olarak Eren Keskin’in hayatına baktığınızda ne gördünüz?
Adanmışlık, istikrar, adrenalin, cesaret, vefa, aşk, hüzün, mutluluk ve vicdan..
Siz kitabı yazarken neler hissettiniz? Zaman zaman bitmeyecek galiba dediğiniz oldu mu?
Sadece ‘bitmeyecek galiba’ demek az olur. Yazmaktan vazgeçmeyi düşündüğüm zamanlar bile oldu. Ama Eren Hanım başından itibaren bana inandı ve her sendelediğimde motive ederek, bana omuz verdi. Kitap, Eren Hanım’ın anneannesinin hikayesinden yani 1930’lu yıllardan itibaren başlıyor.
Önce bir aile hikayesi, çocukluğu, gençliği, öğrenciliği ve avukatlık yıllarıyla birlikte geldiğimiz 90’lı yıllar. Ve tabi ki o yıllara damgasını vuran pek çok hikaye. Kayıplar, Kürt siyasetindeki önemli aktörlerin faili meçhul cinayete kurban gitmesi, tecavüze uğrayan kadınlar, saldırılar, LGBTİ+ bireylerin hayatta kalma savaşı.
Bunların arasında Eren’le yakınlığı olanları anlattık. Tabi ki anlatamadığımız çok fazla şey var. Bizim yapmak istediğimiz şey sadece Eren Keskin’in hayat hikayesini aktarmak değildi. Bu ülkede bunca şey yaşandı, bu kadar insan ve onların yakınları bunlardan etkilendi. Biz onların hikayelerini de kalıcılaştırmak istedik. Ve her bir hikayeyi yazarken haliyle ruh haliniz de değişiyor. Kimi zaman bir bölüm bitirdikten sonra günlerce bilgisayarı açamıyordum. Çok basit şeyler değildi yaşananlar, doğal olarak yazmak da o kadar kolay olmadı.
Bana yazma sürecinde durduğum zamanlarda “Tembellik etme, niye yazmıyorsun” diyenler kitabı okuduktan sonra, “Sana haksızlık etmişiz, bunları yazdığını bilmiyorduk, biz daha okurken bu kadar zorlandık.” dediler. İnsanı çok rahatsız eden olaylar yaşandı, insan onca emek verince de okunsun, bilinsin, tartışılsın, rahatsız olunsun istiyor. Çünkü onca şey boşa yaşanmadı, hafızalardan silinmesin.
Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet
Kitapta da sıkça geçiyor, ”Eren deliyooor” cümlesi bir anlatım biçimi olarak bugün de Eren’in savunuculuk mücadelesi ile bir çok tabuyu deldiğini hissettirdi, hatırlattı bana. Siz ne düşünüyorsunuz?
Eren Hanıma “hayatına dair ilk hatırladığın kare nedir?” diye sorduğumda bana daha üç yaşındayken anneannesinin merdivenli evinin üst basamağında durup, “Çekilin, Eren deliyooor!” dediğini hatırladığını söylemişti.
O bunu sadece ailesinin ilgisini çekmek için hatırladığı ilk an olarak anlatmıştı ama aslında çok şey ifade ediyordu. Hatta bir ara ‘kitabın ismi bu mu olsa’ diye düşünmüştük. Evet, Eren ayırım gözetmeksizin haksızlığa uğrayan herkesin yanında durarak, birçok yasağı, kuralı, tabuları delen bir kadın oldu.
“Ben gazeteciyim, yazıdan kopmayacağım”
Eren Keskin, solcu kadınlar makyaj yapmaz mitini de deldi bence, siz ne düşünüyorsunuz?
Evet, kesinlikle. Kitapta da “Savaş Boyaları” başlığı altında makyaj yapmaya nasıl başladığı anlatılıyor. Solculuğun, devrimciliğin kalıplaşmış, klişelerle, şekilci mantıkla devam etmemesi, kadınların erkekleşmeden, zarafetle fikirlerini savunabilmesi gerektiğinin altını çiziyor sürekli. Ona, ‘Makyaj yapmayı seninle sevdik’ diyen çok kadın varmış.
Eren’i anlatmak için belgeseller çekildi siz kitabını yazdınız ama sanki yetmiyor. Ben öyle hissediyorum sanki onu anlatmak hep eksik kalıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bence de yetmiyor. Mutlaka eksik kalan tarafları olmuştur. Kitap 374 sayfa oldu (Gerçi gözünüz korkmasın) ama daha fazla uzamasın diye yazamadığımız, anlatamadığımız, belki de unuttuğumuz şeyler de oldu. Bu bir hafıza çalışmasıydı, umarım birileri de çıkıp başka boyutlarıyla anlatır.
Aslında kitap okumaktan da çok uzaklaştı insanlar. Artık görsellik daha ön planda. Yıllarca Varlık Vergisi ile ilgili yazılmayan şey kalmadı ama çekilen bir diziyle pek çok kesimden insan bu durumdan haberdar olmuş oldu. Belgeseller çekildi ama keşke iyi bir yönetmen tarafından Eren Keskin’in hayatı da filme uyarlanarak o dönemde yaşananlar insanlara ulaşsa.
Peki, bundan sonra sizin gündemimizde neler var? Yeni kitap çalışmaları yolda mı?
Asla, kitap yazmak çok zormuş, şimdilik düşünmüyorum. Belki zamanında yazıp, kıyıda köşede bıraktığım hikayelerimle yeniden barışırım, ama ben bu ara biraz uzaklaşsam da kültür sanat ağırlıklı haberler yapan gazeteciyim, yazıdan kopacağımı sanmıyorum.
“Eren’le bağımız hiç kopmadı”Bircan Değirmenci'nin Eren Keskin'le ilk karşılaşma anını da kendisinden dinliyoruz: Eren Keskin ismini öğrencilik yıllarımdan itibaren gıyaben biliyordum. Lakin tanışmamız 1996’da Özgür Gündem Gazetesi’nde çalışırken oldu. Onu ilk gördüğüm günü hiç unutmuyorum. Gazeteye yeni başlamışım, stajyer muhabirdim. Fatih’te bir eve polis baskını olmuş, iki kişi öldürülmüştü. İstihbarat şefimiz Ender Öndeş deneyimli bir muhabirin yanında görevlendirmişti beni. Olay yeri polis ve basın mensuplarıyla doluydu. Emniyet şeridi çekilmiş, İnsan Hakları Derneği’nin açıklaması bekleniyordu. "Birazdan şube başkanı gelecek” dediler. Daha çok yeni olduğum için dernekten kimseyi tanımıyordum. Açıklama için duyurulan saatin üzerinden yarım saat geçti. Az sonra eski Yeşilçam filmlerindeki bir kareden fırlamış gibi saçlarını krepe yapmış, Türkan Şoray’ı andıran gözlerine çektiği sürmeleriyle olağanüstü güzel bir kadın gözüktü. "Bu kim acaba?" diye düşünürken “Başkan geldi” dediklerini duydum. Çok şaşırmıştım. O dönem serde devrimcilik ve ‘şekilcilik’ var, makyaj yapmanın ‘zinhar yasak’ olduğu zamanlar. Mesleğe yeni başladığım için yaşanan olaylardan duygusal olarak da etkileniyordum. “Burada böyle bir olay olmuş ve biz yarım saattir beklerken bu kadın kuaförden mi geliyor?” diye içten içe kızmıştım. Sonra o kadın gelip, oradaki polislerin gözünün içerisine bakarak öyle bir konuşmuştu ki şaşkınlığım daha da artmıştı. O konuştukça yüzündeki makyaj silindi, sadece söylediklerini duyuyordum. Bu kadar polisin ortasında nasıl da korkmadan konuşuyordu. Ezberim bozulmuştu, süslü kadınlar da böyle konuşabiliyormuş meğer. Önyargılarımdan dolayı bu kez de kendime kızmıştım. Aslında kuaföre gitmekten hiç hoşlanmadığını sonradan öğreneceğim bu kadını hemen her gün görecektim. Çünkü yargı muhabirliği alanında uzmanlaşmak istiyordum. O zamanlar Beşiktaş’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi çok yoğun mesai yapan bir yerdi. Siyasi davalar, uyuşturucu davaları, organize suç örgütlerinin davaları görülür, kimi zaman gece yarılarına kadar süren duruşmalar olurdu. Kamuoyunda ses getiren davalar vardı, Susurluk, Hizbullah, PKK, İBDA-C davaları gibi. Ayrıca düşünce suçu işleyen aydınları, yazarları, sanatçıları da ağırlardı DGM. Eren Keskin de siyasi davalara girerdi. Her gün mutlaka DGM’de karşılaşırdık. O zamanlar basın ve avukatlara verilmiş küçük bir oda vardı. Sigara dumanı altında duruşmaları beklerken sohbetlerimiz olurdu. Ben 4 yıl burada çalıştım. Yargı muhabirliğinin yanı sıra toplumsal olayları da takip ediyordum. Eren Hanımı oralarda da görmek mümkündü. Basın açıklamalarında, eylemlerde hep ön saflardaydı. Ben 2005 yılında Diyarbakır’a yerleştikten sonra da bağımız kopmadı. Bir şekilde haberleşir, fırsat bulduğumuzda görüşürdük.
|
(EMK)