İndirgemeci bir görüş gibi gözükse de, tarihte hemen her savaşın/çatışmanın altında iktisadi çıkarlar yatar. Savaşa dair üretilen bütün gerekçeler; ideoloji, din, siyaset, vatan, bayrak, milliyet, mezhep vb. bu temel üzerine inşa edilir ki, bütün bunlar savaşın asli nedenleri değil, motive edici faktörleridir. Bir anlamda iktisadi çıkar çatışmasının kılıfı olan bu değerler bize gerçeğin kendisi olarak gösterilir, öyle de gözükür.
Bu anlamda çok yönlü Suriye sorununa bir de kapitalizm bağlamında bakmak gerekiyor ki, bu husus konuyu daha kapsamlı anlamanın bir koşulu.
Kapitalizm ile savaşlar arasında doğrudan bir neden sonuç ilişkisi var. İki dünya savaşı kapitalizmin bir egemenlik/pazar paylaşımı ve bunalımdan çıkış savaşıydı! Son yüz yılda iki dünya savaşının haricinde, çok sayıda yıkıcı bölgesel savaşlar oldu. Hele Sosyalist Blokun yıkılmasıyla birlikte soğuk savaş sona erdi ama etnik ve dinsel maskeli savaşlar arttı.
Küreselleşmeyle birlikte kapitalizmin kendini bilgi teknolojileriyle “yenileyerek” üretici güçlerin önün açtığı, egemenliğin şiddete dayalı biçimleri yerine sermayenin dolaşımının daha bir serbestleşmesiyle yatırımlarını “geri” diye adlandırılan ülkelere kaydırdığı, mallarını dünyanın ücra köşelerine kadar sokmayı hedeflediği ve tüm bunların yapılabilmesi için de çatışmacı dünya yerine daha barışçıl ve demokratik bir dünyaya ihtiyaç duyduğu şeklindeki tezler 20-30 yıldır etkinliğini sürdürüyor.
Bütün bunlarda bir gerçeklik payı olmakla birlikte, yaşananlara bakıldığında bunun fotoğrafın tamamı olmadığı görülüyor!
Neden?
Nedeni, kapitalizmin sözünü edeceğim paradoksunda yatıyor.
Dilim döndüğünce bunu anlatmaya çalışayım:
Kapitalizmin temel yasası maksimum kar elde etmektir.
Maksimum karın yolu, ucuz işgücüdür.
İşin birinci boyutu bu.
Şimdi birinciye tamamen bağlı ikinci boyuta geliyoruz.
Kapitalizm ürettiği malı satmak zorunda.
Kime satacak? Çalışanlara, halka değil mi?
Halkın alım gücü düşük olursa bu malların büyük bir kısmını alamaz.
Yani kitleler ev alabilmeli, araba alabilmeli, tatil yapabilmeli, sıkça ev eşyasını değiştirebilmeli, çeşit çeşit giyinmeli; kısacası çok tüketmeli, hep tüketmeli!
Bir meta toplumu olan kapitalizm, bu nedenle bir tüketim toplumudur da!
Kapitalizmin maksimum kar hedefi ile kitlelerin alım gücünün yükselmesi ilişkisi bir paradokstur! (Çelişik bir durum, ama ters orantı değil!)
Elbette teknolojinin üretimdeki payının artmasıyla, çevre katliamının sınırsız arsızlığında elde edilen ucuz hammadde teminiyle vb. maksimum karlar elde edilmeye devam edilebilmekte ve diğer yandan da kitlelerin alım güçleri kısmen yükseltilebilmekte. Özellikle kapitalizmin merkezi ABD ve Avrupa’nın iç piyasasında bu durumun belli bir dengede yürüyor olması, kapitalizmin sözünü ettiğim paradoksunun aşıldığı anlamına gelmez.
Kitlelerin satın alma grafiğindeki yükselişler, uzun vadeli ve istikrarlı olamamakta.
Kapitalizm bu paradokstan dolayı zaman zaman krizlere veya daha hafif bunalımlara girmekte.
İlginçtir! Serbest piyasa ekonomisi olan kapitalizm, bunalımlarını devlet üzerinden aşmaya çalışır. Yani serbest piyasa ekonomisi olan kapitalizm tıkanınca, bunalıma girince sistemin bekası için devlet devreye girer.
Nasıl mı?
Kapitalizmin bunalımı aşma yolları
1929 Dünya ekonomik krizi Keynesçi bir yöntemle, yani devletin para basması ve faizleri düşürmesi yoluyla hem istihdamı artırmayı hem de tüketicinin alım gücünü yükseltmeyi hedefleyerek aşılabildi. Yani kapitalistler yükü devlete pas etti, devlet de o yükü kendi aracılığıyla uzun vadede halkın üzerine yükledi. Bu Keynesçi yöntem, o dönemin koşulları için geçerliydi.
Bir diğer yol ise, aşağıda bahsedeceğim kitleleri borçlandırma yoludur.
Ancak kapitalist sistemin maksimum kar elde etmesinin ve bunalımlarının aşılmasının en etkin yolu savaş ekonomileridir!
Kapitalistler en büyük silah üreticileri ve devletler de en büyük silah alıcılarıdır!
Dünyada silahlanma için dakikada 2 milyon dolar harcanmakta! Yılda bir trilyon dolar eder! (Kimi istatistikler 2014 yılı için bu harcamanın bir buçuk trilyon dolar olduğunu söylüyor.)
Çehov der ki, eğer bir oyunda (piyeste) duvarda asılı bir silah varsa, o silah oyunun ilerleyen bir sahnesinde patlar!
Bu silahlar da boşuna üretilmiyor ve boşuna da satın alınmıyor! Bunlar satılacak, kullanılarak eksilecek veya zamanla eskiyecek, yerine en yeni silahlar alınacak, teknoloji geliştikçe önceki alınmış en yeniler eskimiş olacak, onların yerine en yenisi çıkmış olacak; bu anlamda bir fasit daire!
Zaten silah üretiminin eski çağlardan beri iki boyutlu temel bir yapısı var: Yeni bir silah üretilir ve sonra bu silahı etkisiz kılacak başka bir silah üretilir. Örneğin ok ve kılıca karşı kalkan ve zırh veya tanka karşı tanksavar, uçağa karşı uçaksavar vs. Bu ikili uç birbirini tetikleyerek devam eder.
Peki, silahlar nasıl kullandırılacak?
Tabi ki çatışma yaratarak!
Bir yığın sorunların yaşandığı dünyada, görüldüğü gibi çatışma çıkarmak çok da zor değil! Hele Sosyalist Blok yıkılınca Pandora’nın kutusu gibi mikro kimlikler ortalığa saçıldı. Elbette ulus devletlerin kimlik zorbalıkları da bir gerçek.
Dünya kapitalizmi bir yandan 90’larda Uzakdoğu’da yaşanan derin krizin batıya etkisini azaltmak bir yandan da daha büyük karlar elde etmek için kitlelerin alım gücünü, kitleleri borçlandırma yoluna giderek artırdı. 2 binlerin başından itibaren bankaların aracılığıyla kredi muslukları daha fazla açıldı, kredi kartları dolaşımının hem adedi hem de kullanılabilir limitleri artırıldı. Para, tüketicilerin borçlanması yoluyla pazarı hareketlendirdi. Böylesi bir borçlanma, alım gücündeki suni bir yükselişti ve günü kurtarmaya yaradı. Tabi ki, şişme borçlandırmaların büyük bölümü geri dönmeyince önce Amerika’da, sonra da AB’de kriz oldu. Özellikle emlak piyasası kendi içerisinde öylesine bir şişme yaşadı ki, reel değerin onlarca kat büyüklüğüne ulaştı. Brezilya, Arjantin, Türkiye gibi yerleri saymıyorum bile!
Kapitalizm bu yöntemin yol açtığı bunalımını hala aşamadı.
Silah sanayi, kapitalizmin hem maksimum karlılığının hem de bunalımlarının aşılmasının başlıca yolu olmaya devam ediyor!
Suriye özelinde dünyaya bir de bu açıdan bakmak gerekiyor! Dünyadaki yerel savaşların çıkmasında ve özellikle İslamcı terör örgütlerine alan açılmasında işte kapitalizmin bu azami kar ve egemenlik hırsı yatmakta. Allah-u Ekber haykırışıyla insan boğazlamak, buzdağının görünen kısmı! (HŞ/AS)
* NOT: “Ülkelerin silahlanma harcamaları” hakkında Google’da epeyi bilgi var. Ayrıca bianet’de de konuyla ilgili yazılara bakılabilir.