Dünyada savaşlar sürüyor, devletler silahlanmaya devam ediyor ve militarist şiddet hayatlarımızın her alanına sızıyor. Bu süreçte barış mücadeleleri kimi zaman gölgede bırakılsa da özellikle savaşın en ağır yükünü taşıyan kadınları ve savaşı reddeden kadın vicdani retçileri konuşmak ve hatırlamak, kritik bir önemde.
Geçmişin izlerini silmeye çalışan sistemler karşısında kadınlar, antimilitarist mücadelenin güçlü savunucuları olarak hala direniyor. Kadın vicdani retçiler, militarizmin erkek egemen yapısını sorgulayarak savaş karşıtı mücadelenin yeni yollarını ararken aynı zamanda militarist hafızanın inşasına karşı da direniyor.
Savaşın ideolojik temeli olarak erkeklik
Savaşlar, tarih boyunca erkekliğin inşasının merkezinde yer aldı. Kahramanlık anlatıları, orduların disiplin yapısı ve zorunlu askerlik sistemi, erkekliği şekillendiren kritik unsurlar oldu.
Türkiye’de özellikle zorunlu askerlik hizmeti bağlamında düşünürsek, ‘erkeklik’ ve ‘kadınlık’ arasındaki iktidar ilişkilerinin, "koruyucu erkek" ve "korunmaya muhtaç kadın" söylemleriyle nasıl belirginleştiğini; bu ilişkinin savaşın ideolojik temelini nasıl beslediğini açıkça görebiliriz. Militarist sistem içindeki bu ilişki, yaygın bir şekilde, erkeklik ve askerlikle tamamlanır, ‘vatan savunması erkekliğin en büyük görevi’ olarak görülür.
"Her Türk asker doğar" klişesi, sadece zorunlu askerliğin bir gerekçesi değil, aynı zamanda erkekliğin toplumsal kabulü için bir ön şarttır. Bu klişe, zorunlu askerliğin “makbul erkeklik” ile olan bağını da anlamamıza olanak sağlar. Türkiye’de askerlik yapmamış bir erkek, geleneksel erkeklik normları içinde ‘eksik’ görülür ve toplumda yeterince ‘adam yerine konulmaz’. İş bulamaması, evlilikte sorun yaşaması, sosyal dışlanmaya maruz kalması bu militarist sistemin doğal sonuçlarıdır.
Pınar Selek, militarizmin, milliyetçilik ve ataerkillik ile iç içe olduğunu söylerken, Türkiye’de kadınların devlet politikaları ve toplumsal normlar aracılığıyla, militarist kodlarla konumlandırıldığını anlatır. Militarizm yalnızca savaş ya da güvenlik politikalarıyla sınırlı değildir; gündelik yaşamın her alanına sirayet eder ve kadınların toplumsal konumunu belirler.
Kadın vicdani retçilerin mücadelesi de bu noktada devreye girer. Vicdani ret yalnızca askere gitmeyi reddetmek değildir; erkekliğin militarist sistemle nasıl iç içe geçtiğini ortaya koymak ve savaşın toplumsal yapılar içinde nasıl sürdüğünü sorgulamak anlamına gelir.
Cinsiyet rollerini sarsarak militarizme direnmek
Türkiye’de vicdani ret hareketi içinde yer alan kadınlar, militarizmin yalnızca bir savaş stratejisi olmadığını, toplumun işleyişini belirleyen ideolojik bir araç olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’de kadınlar, zorunlu askerlik sürecine dahil edilmese dahi militarist sistem kadınları pasif destekçiler olarak konumlandırıyor: "Şehit annesi", "asker yolu bekleyen kadın", "vatanı uğruna fedakarlık yapan anne" gibi roller, militarist hafızanın ürettiği kadınlık kurgularından sadece bazıları. Türkiye’de gündelik pratiklere sirayet eden militarizm, kadını ‘vatan’ gibi ‘namus’ gibi korunmaya muhtaç bir pozisyona hapsediyor.
Vicdani retçi Ferda Ülker’in sözleri, bu militarist yapıya kadın perspektifinden nasıl karşı durulması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor: "Ordu beni askerlerin annesi, eşi, savaşların cephe gerisi gücü, hemşiresi, fahişesi, mermisinin taşıyıcısı olarak konumlandırmış durumda. Benimle ilgili bunca tasarımı olan bir kurumun karşısında vicdani ret yalnızca askere gitmemek değildir."
İşte tam da bu perspektifle bakıldığında, Türkiye’de militarizm; kadınları, erkek egemen savaş düzeninin parçası olarak konumlandırıyor. Kadın vicdani retçiler ise, bu düzeni sorgulayarak, militarizmin ‘erkekliği’ ve ‘kadınlığı’ nasıl şekillendirdiğini, cinsiyet rollerinin savaş politikalarını nasıl beslediğini ortaya koyuyor.
Kadınlar olmadan barış mümkün mü?
Kadın vicdani retçilerin mücadelesi yalnızca askerliği reddetmek ile sınırlı değil; savaşın ideolojik kökenlerine yönelik derin bir eleştiri içerir.
Militarist ritüeller, kahramanlık anlatıları, erkeklik kültü ve zorunlu askerlik mekanizmaları - tüm bunlar savaşın kaçınılmaz olduğu fikrini pekiştiren yapılardır. Savaşların sona ermesi için kadın vicdani retçilerin mücadelesi, antimilitarist hareketin temel taşı olabilir. Militarizmin erkek egemen yapıları tarafından sürdürüldüğü ve bu yapıların sorgulanması gerektiği gerçeği, vicdani retçi kadınların barış tarihinin her döneminde ve her coğrafyada altını çizdiği şeyler olagelmiştir.
Kadın vicdani retçilerin mücadelesi, militarist hafızanın sorgulanması, zorunlu askerlik karşıtı söylemin genişletilmesi ve toplumsal normların militarizmden arındırılması gibi önemli adımlarla barışın mümkün olabileceğini gösteriyor. Ya da bu bütünlüklü düşünme biçiminden muaf bir antimilitarist mücadelenin eksik kalacağını...
Türkiye’de vicdani ret hareketini konuşurken, 15 Mayıs Uluslararası Vicdani Ret Günü’nü kadınların gözünden hatırlamak, bu mücadelenin hafızasını yaşatmak ve barışın tarihini yaşanabilir kılmak için kritik bir fırsat.
Bu yıl, vicdani reddin sadece askerlik karşıtı bir eylem değil; geçmişin yüklerinden özgürleşerek ve savaş karşıtı mücadeleyi feminist bir perspektifle büyüterek, militarizmin toplumsal yapısına yönelik bir meydan okuma olduğunu hatırlayarak, kadınların sesine kulak vermek gerekiyor.
Ferda Ülker’in dediği gibi, "Barış, hatırlamanın gücüdür. Militarizmin unutturduğu her şeyi yeniden gündeme getirmek zorundayız."
(MA/EMK)











