Marksistler, genelde her güncel sorunu tarihsel bir bağlam içinde görmeye yönelik sıkı bir yöntemsel eğitimden geçtiklerinden, politik uygunluğu ve önceliği kurması dışında konjonktürel olana pek itibar etmezler. Bu sıklıkla bir dejavu (*) durumunu salt ruhbilimsel olarak kaçınılmaz değil, kuramsal olarak da zorunlu kılıyor. İsrail'in Hizbullah'la son savaşı sırasında yazılmış olan, ancak süren vahşetin sıcaklığı içinde söylense devrimciler tarafından bile duyulduğunda şüpheyle karşılanabilecek şu sözler de İsrail'in son Gazze katliamı sırasında yaşadığım dejavudan ibaret aslında:
“Birileri kendi tanrılarına hizmet için 'silahlandıkça' halkların katliamlarla daha çok yüzleşeceğini hiç ama hiç unutmamak gerekir. Zalimler, tanrının kılıcını kuşandıklarında, içtikleri insan kanı, yedikleri çocuk etidir. Binlerce yıl önce, gene aynı coğrafyada, bu böyleydi; bugün de, sınıflı toplumlar gerçeği değişmediği için, gene zalimler, gene tanrılarının kılıcını kuşanıyor, gene insan kanı içiyor, çocuk eti yiyorlar. Toplumsal ve siyasal kurtuluş, kılıcı tanrıdan alıp, halka vermekten geçiyor.”
İsrail ve Hamas fundamentalist siyasi örgütlerdir
İsrail, amacı kendi Tanrı'sına hizmet olan bir din devletidir, başka deyişle, dinci bir siyasal örgüttür. Keza Hamas, tıpkı Hizbullah gibi, “din temelli bir parti ve her ne kadar Gazze'de örgütlü olsa da evrensel mesajlar veriyor. İran rejimi ile güçlü ilişkilere sahip ve Suriye tarafından destekleniyor. İsrail, ne kadar kendi Tanrı'sına hizmet ettiğini ideolojik olarak ileri sürüyorsa, Hamas da o kadar kendi Tanrı'sının hizmetinde olduğunu düşünüyor.”
Söylenmesi gereken ve sıklıkla benim de tekrarladığım şudur: “İsrail, bir din devletidir. Siyonizm, din temelli, ırkçı bir ideolojidir. Bugün İsrail içinde yaşayan bir Yahudi'nin politik ve toplumsal kurtuluşu, kendi toplumunu Siyonizm'den kurtarmakla başlayabilir. 'Tanrı tarafından seçilmiş olduklarını' düşünen Siyonistlerin ve Yahudi Irkçılığına dayanan Siyonizm'in en başta Yahudi emekçiler olmak üzere, bütün diğer ırkçı ideolojiler gibi Yahudiler başta olmak üzere bütün insanlığa 'katliam'dan başka vaat edebileceği hiçbir şey yoktur.”
Söylenemeyen ise şu: “Hamas da fumdamentalist bir siyasi örgüttür. Filistinlilerin sosyal olarak özgürleşmesi ve politik kurtuluşları da siyasal örgütlerinin ve sistemlerinin dinlerinden bağımsızlaştırılmasından, özcesi, laikleşmelerinden geçiyor.”
Hamas hakkında: İç terör...
Radikal Gazetesi'nin 03.02.2009 günlü nüshasında “iddia olarak sunulan”, Günlük Gazetesi'nin 04.03.2009 günlü sayısında ise “Hamas'ın 'infazcı' yüzü” başlığıyla tekrar edilen bir haber var. Haber, İsrail saldırısı sırasında Hamas'ın Gazze'de El Fetih'çi Filistinlilere -siviller dahil- uyguladığı terörü ayrıntılarıyla anlatıyordu. Hatta, açıkça yaşama hakkı ihlali olan bu tür cezalandırma eylemlerinin 'diz değiştirme' diye bir adı bile olduğu haberden öğrenilebiliyor.
Haber aslında benim tespitlerimi mantıksal olarak doğrulmakta ise de, meslekten gazeteci olmadığımdan kendimce yaptığım araştırma içinde doğrulamakta zorlandığım bu haberlere itibar etmeden söylediğimi tekrar edeceğim, fundamentalizm için insan hayatının hiçbir önemi yoktur. Bu nedenle haber bugün doğru değilse de yarın -bana göre- doğrulanacaktır: İki kere iki dört eder kadar sabit bir hakikattir bu... Bu hakikat de nedense söylenmemekte ya da “liberal / muhafazakar hegemonya altında” söylenememektedir: Siyasi tartışma ve çatışmaların bir kez daha gökyüzünden yeryüzüne indirilmesi ve tüm siyasi kurumların yeryüzüne ait kılınması mücadelesi, tarihsel bir özgürlük siyasetinin sürdürülebilmesi için zorunludur.
Marx, hala haklıdır; “Yahudilerin (Hıristiyanlar ya da herhangi bir başka dinden olanlar gibi) politik kurtuluşunun, devletin Yahudilikten (Hıristiyanlıktan ya da başka bir dinden) azat edilmesinde olduğunu” söylerken...
Anti-Semitizm(**), her türden milliyetçiliğin, Hristiyan ve Müslüman köktenciliğin fideliğidir
Üzerinde onca külliyat varken, anti-semitizm hakkında yeniden söz almak gerekli midir? Eğer karşı karşıya olduğumuz, erken dönem sosyalist düşünüşlere dahi nüfuz edebilme kapasitesine sahip, Umberto Eco'nun sözleriyle, “iki bin yıldır var olan davranış”, “yüzyıllar boyunca gezegenimize bulaşan marazi bir fanatizm” ise söz almamak yanlış olacaktır.
İsrail'in ya da Siyonizm'in kendisine yönelen haklı eleştirilerden anti-Semitizm tehlikesinin arkasına sığınarak kaçınmaya çalıştığı şeklindeki eleştiriler gerçek olmakla birlikte, bu eleştirinin hemen hemen her Hristiyan ve Müslüman toplumunda yer alan somut Yahudi düşmanlığı ile bir “eşitlik” ilişkisi içinde dile getirilmesi, açık söyleyeyim, anti-Semitik bir tutumdur. Bu konuda, hele hele Holacaust'tan sonra başka türlü düşünmek, şu ya da bu dozda bir anti-Semitizm'i mazur görmek, (ister dinsel kökenli siterse de milliyet kökenli olsun) kendi gerici siyasi ve ideolojik görüşlerine kitlesel zemin yaratmak için buna dünden razı olan toplumsal ruh halini kışkırtmaktan başka bir şey değildir.
Söylenemeyen ya da söylenmekten imtina edilen şey, Türkiye'de yaygın hali ile siyasal İslam'ın ve Türk-İslamcılığının köklü bir anti-Semitizm taşıdığıdır. Son dönem gelişen ve kendini ulusalcılık olarak adlandıran akım da bu aynı hastalığı yeniden üretmiş ve halk arasında zaten yaygın olan popüler anti-Semitizmi toplumun bütün kesimlerine yaymıştır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, açık bir Siyonizm karşıtı olan ve hatta İsrail'i gayri meşru bulan biri olduğum halde, duyduğumda irkildiğim, “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz!” sözünün apaçık anti-Semitik çağrışımlar taşımasına rağmen suskunlukla geçiştirilmesi ve toplumun bütün kesimleri tarafından çoşkulu ya da sessiz bir kabul görmesi; bu çerçevede değerlendirilirse açığa çıkan sonucun ürkütücü olduğunu kabul etmek yanlış olmayacaktır.
Siyonist İsrail de Hamas da tarihsel olarak gayri meşrudur
Politik kurtuluşa kendi Tanrı'larını bulaştıran her siyasi hareket ve örgüt, bana göre, lafı dolandırmadan açıkça söylüyorum, tarihsel olarak gayri meşrudur. Elbetteki burada sözünü ettiğim basitçe politik kurtuluştur; yoksa kişilerin manevi kurtuluşları için kendi Tanrı'larının peşinden gidip gitmeyecekleri kendi sorunlarıdır.
Kitlelerin Hamas'a oy vermesi, ya da Yahudilerin ekseriyetinin İsrail adlı devleti kendi politik kurtuluşu olarak görüp desteklemesi bu gerçeği değiştirmez! Değiştirmez, değiştirmediğinin kanıtı da, bizzat Siyonist politikalar sonucunda, İsrail'in haksız işgalini görünmez kılmaya yönelmiş, barışa dahi olanak vermeyen gözü dönmüş bu din savaşıdır.
Bütün Filistinliler (Müslüman ve Yahudiler; Filistin'in daimi olarak işgal edildiği İsrail Devleti ülkesi içinde artık Filistinli olmuş Yahudiler ve Gazze ve Batı Şeria'da Müslüman ve Hristiyan Filistinliler) bu vahşi din savaşını yürüten İsrail'i ve Hamas'ı -şu anda onları temsil eden görünen bu siyasal oluşumları- yüzünü yeryüzüne çevirmiş politik hareketler haline dönüştürmeden; ya da şu konjonktürde zor görünse de, içinde her Filistinlinin özgürce yaşayacağı bir ülkede gerçek bir toplumsal ve politik kurtuluş için, halk iktidarı için devrimci bir siyasi hareket etrafında biraraya gelmeden bu sorun çözülemeyecektir.
Bu haksız din savaşı sürdükçe ölen her sivil ve çocuk, siyonist İsrail ile Filistin soluna karşı bizzat siyonizmin kurdurduğu Hamas'ın tarihsel olarak gayrimeşru olduğunu bize söylemeye devam edecektir: Onların acı çığlıklarının bana söylettiği, söylenemeyen bu gerçektir!(MBM/EÜ)
(*) “dejavu Fr. déjà vu is. ruh b. Bir yeri daha önce görmüş olma veya bir olayı daha önce yaşamış olma duygusu.”
(**) Anti-Semitizm kavramının Türkçe'de kullanımı, özellikle Müslüman Araplar da Yahudilerle aynı Sami etnik kökeninden geldiği için bazı yazarlarca yanlış bulunuyor. Anti-Semitizm, literatüre ve tüm dünya dillerinde yerleşmiş, en basit tanımla, “Yahudi karşıtlığı ya da düşmanlığı” anlamında bir sözcüktür. Siyonizm ise, en kaba hatları ile özetlenirse, kutsal topraklarda yani Ortadoğu'da bir “milli devlet” kurmak yoluyla Yahudilerin politik kurtuluşunun gerçekleşebileceğini düşünen milliyetçi bir Yahudi akımıdır ve İsrail devletinin resmi ideolojisidir.