Başkanlık hükümeti sisteminin (başkanlık siyasal dizgesinin) demokratik mi otoriter mi olacağı, siyasal düzenin kendi tarihine ve demokratik geleneklerine göre alacağı somut biçim içinde tartışılabilir. Türkiye’nin kapitalist demokrasisi, kapitalist üretim tarzının yarattığı iktisadi eşitsizlikler/sömürü ilişkileri göz önüne alınmadığında da, model kapitalist demokrasi varsayımına göre anayasal sorunlara sahiptir. Bunlardan ilki, temel hak ve özgürlüklerin düzenlenme rejimi; ikincisi, ulusal sorun; üçüncüsü de laikliktir. Demokratik yurttaşlık temelinde çözülebilecek bu sorunlardan türeyen muhalefet hareketleri, meşru siyasal talepleri sürekli suça bulaştırılarak, mevcut siyasal rejimin tarihinde siyasal şiddet sınırına itilmiştir.
Temel hak ve özgürlükler
Yürürlükteki Anayasa’nın temel hak ve özgürlükler rejiminde özgürlük istisna sınırlama kuraldır. Kural, güvenlik amacı ve -hiçbir hukuk sisteminde oksimoron olmak dışında ileri sürülemeyecek olan- “kötüye kullanma” gerekçesine dayanır. Bu bir anayasal sorundur. Tümüyle ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir bildiri yayınlayan Barış İçin Akademisyenlere yönelen baskı bu sorunu açıkça gözler önüne sermiş olmalıdır. Çünkü, sadece temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kriminalize edilmediği; daha açık deyişle, özgürlüklerin kullanılması ile suç arasında dolayım kuran “siyasal suç”un tüm görünümlerinin ceza hukukundan çıkarıldığı, yargının ve ona bağlı olması gereken kolluğun soyut bir devlet aklının ve resmi ideolojinin değil yurttaşın temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olduğu bir toplumda, tüm siyasal ve sosyal sorunlar demokratik bir rejimin olanaklı kıldığı siyasal katılma biçimleri içinde kamusal bir tartışmaya konu edilebilir ve oydaşma ile çözülebilir.
Aksi durumda, siyasal ve sosyal sorunların çözüm zemini olarak demokratik meşruluğun yittiği her eşikte direnme hakkından meşruluğunu alan siyasalın şiddet de içeren biçimler içinde kendini kurabileceği, siyasal ve sosyal sorunların çözüm zemini haline gelebileceği, Ortadoğu coğrafyasında Kürtlerin kendi kaderini tayin mücadelesi içinde açıkça görüldüğü üzere, kaçınılmaz bir tarihsel bedahettir.
Ulusal sorun
Kürt Sorunu özelinde Türkiye, çok yakın zamanlara kadar konuşmanın, hatta Kürt ve Kürdistan sözcüklerinin yasaklı olduğu bir ülkeydi. Establihmenti içinde bu yasak hala tümüyle aşılmış olmayıp, üniversitelerinde, İsmail Beşikçi ile başlayan yasak sürüyor, son iki üç yıla kadar bir halkın ve yaşadığı yerin adı olan bu sözcüklerin başlığa alındığı tek bir tez dahi yazılamıyordu. Birkaç tez yazıldı derken, Barış İçin Akademisyenler bildirisi sonrası yaşananlara bakılınca, rejimin bugün de benzer bir evreye girdiği görülüyor.
Bunun yanında, popüler kültür içinde ırkçı bir dilin ve nefret söyleminin hakim olduğu, medyada da bu söylemin yeniden üretildiği birçok bilimsel çalışma ile görünür kılınmıştır. Bunlar pek konuşulmuyor, çünkü, bunların sorunun ideolojik ve kültürel sonuçlarından olduğu ve çözümünün siyasal olduğu genel olarak biliniyor. Gerçekten de, ancak Kürtlerin siyasal statü talebi anayasal bir karşılık bularak çözüldüğünde kapitalist bile olsa bir demokrasi için utanç verici olan bu manzarayı değiştirmek zaman alacak ama mümkün olabilecektir.
Laiklik
11 Eylül sonrası dünya konjonktürünün yarattığı terörizm algısı içinde takibe uğrayan gruplar dışında siyasal İslam’ın tek tek bazı suçlamalar dışında sistematik ve kapsamlı bir suça bulaştırmaya uğramadığı, biliniyor. Türkiye’de bugün siyasi İslam iktidardadır ve Türkiye, hukuken öyle olmasa da, fiilen anayasası işlemeyen, anayasal organlarının siyasal meşruluğu dinde/dini menkıbelerde aradığı bir ülke görünümdedir.
Gezi ile aydınlanan Haziran Günlerinde apaçıklığı ile görünen ve halen devam eden siyasal İslamcı hükümet propagandası, AKP tek parti iktidarının açıkça tartışmalı bazı uygulamaları ile birlikte, Türkiye’de laikliği, öncelikle tüm anayasal kapsamı ile ve devamla Sünni inancı yönünden değil Alevi inancı yönünden, hem din ve vicdan hürriyeti hem de kamu işlerinin dinsel referansa bağımlı kılınması sonucunda anayasal laikliğin ortadan kaldırılması bağlamında gündeme getirmektedir. Laikliğin, Kemalist elit elinde bir baskı sopasına dönüşmüş ise de gerçekte anayasal demokratik bir değer/ilke olduğunu, laiklik olmadan demokrasi olamayacağını, bir an bile unutmamak gerekir.
Üç büyük sorun ve Anayasa
Her üç sorunun ilk anda Anayasanın değişmez maddeleri değiştirilerek çözülmesi düşünülebilecek ise de, bu üç maddeye dokunmaksızın dahi demokratik yurttaşlık çerçevesinde çözülmesi için adımlar atılması mümkündür.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak bireysel başvuru yolu ile Anayasa Yargısının kurulmuş olması önemli ve büyük bir adımdır. Bununla birlikte başvurudaki AİHS sınırının genişletilmesi yanında, 13. madde muadili, “insan haklarına saygılı” deyiminin “insan haklarına dayanan” anlamına geldiğini ve “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesinin Anayasal yurttaşlığı temel aldığını belirten yeni bir sınırlamayı sınırlama maddesi getirilmesi ve özel sınırlandırma nedenlerinin de Türkiye özgülünde hakkın özüne müdahale eden yasalaştırmalara sebebiyet verdiğinden gerekmedikçe Anayasa düzenlemesi içinde yer almaması gerekir. Örneğin, Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi maddesinde getirilen Türkçe dışında ana dilde eğitim yasağı, bunlardan biridir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde mevcut sınırlama düzenlemeleri yeterlidir. Kötüye kullanma yasağı düzenlemesi ise tamamen kaldırılmalıdır. Başlangıç kısmının da yeniden yazılması gerekeceği tabidir.
Ulusal sorunun “demokratik özerklik” içinde çözülebileceğini, Demokratik Toplum Kongresi birden çok kez ve açıkça ilan etti. Bu ilan, Cumhuriyetin demokratik temelde birlikte yaşama ilkesi üzerinde yeniden kurulabilmesi için büyük bir olanaktır. Bu ilandaki taleplerin, devletin aynı zamanda yerinden (adem-i merkezi) örgütlenen üniter (tek) devlet olduğu Anayasa’da zaten mevcut ise de vurgulanarak ve idarenin adem-i merkeziyetçi ilkeye göre örgütleneceği belirtilerek anayasal olarak karşılanması; diğer hususların ise, uluslararası sözleşmelerdeki çekinceler kaldırılarak, bu düzenlemeyi izleyecek yerinden yönetim düzenlemelerinin (İller Kanunu ve Büyükşehir Kanunu birleştirilerek ya da bu kanunlarda ve ilgili Köy Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu vb. kanunlardaki değişiklikler ile) yapılması mümkündür. Bunun için BM Kuruluş Anlaşması ve AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı başta olmak üzere uluslararası sözleşmelerin (Çocuk Hakları Sözleşmesi vb.) çekince konan ilgili maddeleri anayasal dayanakları oluşturmaktadır.
Laiklik ilkesi ise, Alevi-Bektaşi inanç örgütlerinin Diyanet İşleri Başkanlığına ve zorunlu din derslerine ilişkin taleplerini karşılayacak, din hizmetlerinin sağlanmasında çoğulculuğu benimseyen bir yeniden düzenleme ile yeni Anayasa’da güçlendirilebilir.
Başkanlık sistemi ve demokrasi
Bu üç sorunu, bu açıklıkla çözen bir anayasada yürütme yetkisi ve görevinin Başkan tarafından, anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılması ve yerine getirilmesi şeklinde düzenlenmesi, sert güçler ayrılığını, yürütme üzerinde parlamentonun yargısal denetimini (Türkiye’ye özgü bir impachmenti), tam güvenceli yargı bağımsızlığını ve demokratik özerklik sistemini içermesi koşuluyla, rejimi sine qua non anti-demokratik kılmaz. Ancak bunun için, önemi nedeni ile tekrar vurgularsak, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan ve kullanılması üzerindeki engelleri kaldıran, resmi ideolojiden arındırılmış, ulusal sorunu demokratik özerklik temelinde çözen, laikliğin güvencelerini sağlayan, sert güçler ayrılığına, yürütmenin parlamenter ve yargısal denetimine açık ve tam güvenceli yargı bağımsızlığına dayanan bir yeni Anayasa gerekir.
Olanak ve genel af
Haziran Günlerinde ve şimdi siyasi iktidarı kendi bedeninde cisimleştirerek yürüyen bir tek adam olarak görünen, özellikle cumhurbaşkanına hakaret suçunu işleterek temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının ve özel olarak da ifade özgürlüğünün önüne siyasal bir engel olarak dikilen, görev sınırını aşan kolluğun aşırı güç kullanımı ile yarattığı sivil ölümlerle yazdığı destana arka çıkan ve şimdi yargı bağımsızlığı ve yargıç teminatına kast ederek yargı gücünü de kendi bedeninde temerküz etmek isteyen ve iktidarı kaybetmemek yanında, yolsuzluk iddialarını savuşturmaya yönelen kişisel bir amaç için devasa bir medya operasyonunu hiçbir kural tanımaksızın yöneten, özetle “ben, devletim” diyen bir lider etrafında şekillenen siyasal anlayışın, demokratik bir cumhuriyete, onun biçimi olarak başkanlık sistemine razı olmayacağı elbette açıktır ama başkanlık sisteminin demokratik olup olamayacağı bahsinde ayrı, ikincil bir tartışma konusudur.
Yeni Anayasa, başkanlık sistemini ya da parlamenter sistemi içerdiği oranda değil, üç büyük anayasal sorunda köklü reformları içerdiği oranda demokratik olacak; anayasa referandumu ile birlikte gelecek olan -insanlık suçlarını dışarıda bırakacak ve sadece devlete karşı işlenmiş suçları kapsayan- bir genel af ise, eğer Yeni Anayasa buna göre konumlanırsa, iç çatışmayı sonlandırıp barışı yeniden tesis edebilecektir.
Özetle; Türkiye’de demokratik bir başkanlık sistemi sadece teorik olarak mümkündür. En azından teorik olarak mümkün olduğuna göre, tarihsel olarak gündeme gelebileceği varsayılırsa, demokratik olabilmesinin sine qua non’u kendisiyle birlikte getireceği “demokratik özerklik” ve “genel af”tır. (ABM/HK)