"Dünyaya tortullar tabakalar yarlar gerektir.
İçerde çok yanmışa dışarıda karlar gerektir."
Birhan Keskin-metis / Soğuk Kazı*
Haziran 2010 itibariyle yeniden bir akıl tutulması evresine girdik. Silahlar yine konuşmaya başladı. Daha öncekilerde olduğu gibi, silah konuşunca edilen kelamların pek de kıymeti harbiyesi kalmaz / kalmıyor.
Zaten edilen onca kelamın da doğrusu ile yanlışı birbirine karışır / karışıyor. Bu garip ve tuhaf ülkenin "sicilinde" var: Her muhalefeti, her direnişi, her hâk talepkârlığını "dış mihraklar"a bağlamak.
Biri "solculuk" mu yapıyor, o olsa olsa "Rus uşağıdır". Ya da Çin'in, Mao'nun, Enver Hocanın... Şimdiki "taşeronluk" tartışmaları nedense bende bu çağrışımı yarattı. Hoş bir zamanlar Kürtler "Ermeni dölü" idiler ya, şimdi de "taşeron"luğa terfi ettirildiler...
Kimilerine göre Şêx Saîd bir İngiliz ajanıydı! Genç cumhuriyeti kaynağında boğmak ve hilafeti diriltmek isteyen Nakşibendî Şeyhi bir "İngiliz" tezgâhçısı!
Said-i Kurdî (Nursî) ise "mürteci" bir yobazdı, gericiydi!
Dersimli Seyit Rıza kaale bile alınmamalıydı. Çünkü etrafı düşmanla kuşatılmış ve rüştünü ispata gayret eden cumhuriyetin, yeminli düşmanlarının Alevi toplumunu kışkırtmaya soyunan bir cemaat dedesiydi!
Yalanlarla, riyalarla, sahtekârlıklar ve halk düşmanlıklarıyla bezeli resmi tarih yukarıdaki üç paragrafı üç Kürt şahsiyetine binaen epeyce yıllardır her defasında yeniden servis ediyor. Servisin türleri farklı elbette. Kimi kez "bilim" adına üniversite hocaları dile getiriyor. Kimi kez basın mensupları aracılığıyla. Kimi kez de tarihçiler "sol"dan, sağdan çarklı aydın ve siyasetçiler üzerinden.
Dayandıkları ve dayandırdıkları bir tek resmi tarih tezi var, o da şu: Kürdün "ihaneti" ve Kürt liderlerinin "modern cumhuriyeti alaşağı etmek için yabancı kışkırtmaların aleti" olup cumhuriyete isyan etmeleri üzerine!
Bundan bir koca asır evvel dayanmış keskin bakışlı Said, Abdülhamid'in Bizans artığı sarayının kapısına ve demiş ki; "Ben Kürdistan'da bir mekteb açmak üzere geldim kapına. Başka da bir dileğim yoktur. Bunu isterim ve başka bir şey istemem."
Doğu'da Van şehrinde Medresetül Zehra isimli bir okul olsun istemiş Saîd-i Kurdî, üç dilli olsun da demiş; "Arapça Farz, Osmanlıca-Türkçe Vacip, Kürtçe ise Caiz olsun" diye de eklemiş.
Şimdi tek başına, bir asır sonra hangi ideoloji adına olursa olsun konuşanlara sırasıyla sormak gerekmez mi? Bugün bile Kürtler için Said'in talep ettiği eğitim anlayışından ne kadar geride olunduğunun bilmem farkında mısınız?
Farkındalık zor! Çünkü cumhuriyetle yaşıt "tevhidi tedrisat" ruhlara şekil vermiş. "Milli" bakılıyor hâla. Derinlerdeki "milli" hezeyanları söküp atamadık bir türlü!
Hâla "Ordu-millet elele"nin "sol" olmadığını, solculuğun yanıbaşınızdaki dost halkın taleplerini kendi talepleriniz gibi algılamaktan geçtiğini, "Milli Mesele"yi yeniden öğrenmenin / öğretmenin yaşının da epeycedir geçtiğini birileri alel-usul ortaya konuşmalı.
Bugün artık 21. asırda "Kemalizm'in küçük burjuvazinin en radikal en sol kesiminin antiemperyalist tavır alışı" olmadığını, "ittihat"çı zihniyetlerle hesap kesiminin vaktinin epeydir geçtiğini anlamak gerektiğini birileri yüksek sesle anlatmalı...
"Evladı Kerbelayıx. Bi günahız. Yaptığınız ayıptır, zulümdür, cinayettir" deyip ayağının altındaki sandalyeyi 78 yaşındaki sakallı zat tekmeleyerek ölüme gitmiş. Daha 17'sindeki oğlu Reşık Hüseyin'in yaşı büyütülmüş, kendi yaşı küçültülmüş, talebine rağmen oğlu kendinden önce ve gözleri önünde asılmış bir isyancıdır Dersimli Seyid Rıza.
Asılmadan önce kendisine uzatılan bir kâğıda şunları yazar "aktolgalı mîrîmîran" Şêx Saîd ve basar imzasını. "Bu değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Hayatımın sona erdiği şu anda, milletim için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız, bizi mahcup etmesinler."
Şêx Saîd İsyanı ve Şark İstiklâl Mahkemeleri kitabında Muddeiumumi Ahmet Süreyya Örgeevren diyor ki; "Asıl kimliği, iç bünyesi, ruhu ve düzenleyicilerinin amaçları bakımından tastamam bir Kürt devlet ve hükümetçiliği olmaktan başka bir şey değildi" Şêx Saîd İsyanı...
Şimdi bütün bunları bir 29 Haziran arifesinde, yani Şêx Saîd Efendi'nin dar'a çekilişinin 85. Sene-i devriyesinde niye mi yazdım. Şu nedenle; ne Şêx Saîd'in, ne Said-i Kurdi(Nursi)'nin ne de Seyid Rıza'nın mezar yerlerini, ne aile fertleri, ne torunları ne de hiçbir Kürt bilmiyor.
Bilmemeleri bir tarafa çeşitli ideolojiler adına İki Said'le bir Seyid'e ve diğer Kürt şahsiyetlerine sıkça saygısızlık da yapılıyor. Kürtlerin değerlerine saygı gösterilmesine, tabii ki mezarlarının yerini de bilmeyi istemeye, talep etmeye sizce de hakları yok mu?
Bana göre var. Hem de ziyadesiyle. (ŞD/EÖ)
"Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en gümüş cümlem:
İçimi açtım sana.
İçini açmak için."*
(*) Birhan Keskin. Soğuk Kazı. Metis. 2010. İst.