KADINLARIN GÜNDEMİ
Herkesin bir Ahmet Kaya şarkısı olduğu gibi bir de favori 8 Mart dövizi yok mu?

Bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde meydanlar, salonlar ve üniversiteler yine kadınların sesiyle yankılandı. Herkesin bir Ahmet Kaya şarkısı olduğu söylenir, herkesin favori bir 8 Mart pankartı / dövizi de vardır diye düşünüyorum. Benim favorim yukarıda, diğerlerini de aşağıda paylaşacağım.
İktidar baskıyı artırdıkça, kadınlar ve LGBTİ+’lar da yaratıcılıklarını katlıyor. Mücadelenin yolu neşeli direnmekten, gülüp geçerken bile sözünü söylemekten, korkmamaktan geçiyor. “Cesaret bulaşıcıdır” derler, şüphesiz öyle. Ama kadınların cesareti en bulaşıcı olanı.
Bu yıl da yasaklara rağmen kadınlar 8 Mart’ı kutladı. Çoğu yerde de böyle haber oldu “yasaklara rağmen”. Pardon kadınlar ve LGBTİ+’lar için “yasak ne ayol?”
Sanırım şöyle ifade etmek daha doğru olur: Kadınlar yasak tanımadı, engelleri aştı, geçti. Her barikatı polis açtı çünkü binlerce kadına müdahale etmeyi göze alamadılar. Ne yazık ki gece ilerledikçe ayrılmak isteyen gruplara saldırılar başladı, gözaltılar yaşandı. Ertesi gün hepsi serbest bırakıldı ama bu bile gereksiz bir iş yükü oldu, hem onlar için hem de kadınlar için.
Bir ara öyle bir an yaşandı ki eylem bitmiş, herkes gitmiş ama polis hâlâ “Buradan çıkamazsınız” diyor. “Tamam, şuradan geçelim” diyoruz, “Hayır, orası da yasak.” Yani, girmemize izin vermedikleri alandan çıkmamıza da izin vermediler. En sonunda bir kafeye oturmak zorunda kaldık. Cihangir kafelerinde oturup eylemi izleyenlerin sohbetlerine kulak misafiri olmak da başlı başına bir deneyimdi. Ona belki başka bir yazıda değinirim.
Aile Yılı: Kadın haklarına sistematik saldırı

Her 8 Mart’ta olduğu gibi bu yıl da birçok üniversitenin davetlisiydim. Teşekkürler. Maltepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü’nün konuğuydum mesela. Orada, Psikolog Erbil Aydınlık ve sevgili moderatörümüz Runerm Ateş’le bir aradaydık. Aklımda en çok Avukat Tuba Torun Erdoğdu’nun konuşması kaldı.
Tuba, son dönemin en tartışmalı konularından biri olan “Aile Yılı” meselesine takmış durumda. Ve haksız da değil. Panelde, özetle, “Aile Yılı” adı altında kadın haklarına yönelik sistematik saldırılar, LGBTİ+ karşıtı yasa taslağındaki korkunç düzenlemeler konuşuldu.
Tuba’nın vurguladığı şey netti:
“Boşanmaların artmasına çözüm bulacağız” diye başlayan süreç, kadınları aile içinde sıkıştırmaya, boşanmalarını zorlaştırmaya, istismara karşı sessiz kalmaya zorlamaya ve LGBTİ+’sarı tamamen yok saymaya dönüştü.”
Peki, bu Aile Yılı ne zaman ortaya çıktı ve nasıl bir altyapıya sahip?
2016’dan Bugüne: Aile Yılı'nın arka planı
Aile Yılı’nın temelleri 2016’da atıldı. Boşanma oranlarının arttığını gören iktidar, Meclis’te bir komisyon kurdu ve bir rapor hazırlattı. Ancak bu rapor, aileyi korumaktan çok kadın haklarına doğrudan saldırıyı içeriyordu. İçinde neler mi vardı?
- Çocuk istismarcısına af: Eğer istismarcı mağdur çocukla evlenirse, cezasının düşmesi ya da affedilmesi öneriliyordu.
- Müftülük yasası: Resmi nikahın yanı sıra dini nikahın da kolaylaştırılması sağlanıyordu.
- Aile arabuluculuğu: Boşanmayı zorlaştıran bir mekanizma getiriliyordu.
- Kadın istihdamının engellenmesi: "Kadının yeri evidir" fikrini yayan düzenlemeler öne çıkıyordu.
- Nafakanın sınırlandırılması: Kadınların ekonomik güvencesini azaltmaya yönelik düzenlemeler öneriliyordu.
Bu politikalar “aileyi korumak” bahanesiyle kadınları daha fazla mağdur etti. Boşanmalar azalmadı, sadece kadınlar daha fazla şiddete, ekonomik bağımlılığa ve çaresizliğe mahkûm edildi.
Türkiye Merkezli bir İslam Projesi mi?
Torun Erdoğdu’nun verdiği bilgilere göre, Aile Yılı’nın yalnızca iç politika hamlesi olmadığını görüyoruz. 2015’te, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği adı altında bir yapı oluşturuldu. Bu yapı, Türkiye merkezli bir şekilde uluslararası düzeyde bir “İslami aile modeli” oluşturmayı hedefliyor.
2015’te Türkiye’de düzenlenen İslam Dünyası Aile Konferansı, bu sürecin önemli bir kilometre taşıydı. Burada yapılan konuşmalarda şu hedefler netleşti:
- Kur’an ve sünnete dayalı bir aile yapısını temel alan sosyal politikalar oluşturmak.
- Aile enstitüleri kurarak devlet politikalarını etkilemek.
- Kadını bireysel hakları olan bir insan olarak değil, “anne” olarak konumlandırmak.
Ve işte tam da bu yüzden, 25 Aralık 2024’te Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Türkiye’de resmen Aile Enstitüsü kuruldu.
Misyonu çok açık: “Aile yapısının ve değerlerinin korunması.” Ama altını biraz kazıyınca, kadınları bireysel haklarından soyutlamak ve onları sadece aile içindeki bir figür olarak tanımlamak için yürütüldüğünü görüyoruz.
Aile Yılı kapsamında başlatılan projelere bir bakalım:
- Aile Danışmanlığı
- Temel Aile Bilinci
- Huzurlu Aile, Güçlü Toplum, Güvenli Gelecek Projesi
- Evliliğe İlk Adım Seminerleri
- Ailede Merhametin Sağlanması
- Aile İçi Çatışmaların Önlenmesinde Dini Referanslar
Kadın kelimesi geçiyor mu? Hayır. Çünkü bu projeler, kadınları birey olarak değil, sadece aile içindeki bir rol ile ele alıyor. Zaten bu yüzden yıllar önce Kadın ve Aile Bakanlığı’nın adından “kadın” kelimesi çıkarıldı.
Torun Erdoğdu konuşmasını şöyle noktaladı:
“Kadınları yalnızca anne, eş, aile figürü olarak görmek isteyen zihniyetin çabası boşuna. Çünkü dünya değişiyor. Gençler dünyayla daha bağlantılı. En muhafazakâr ailelerde bile engellenemeyen bir değişim yaşanıyor.
Kadınlar neyi kaybettiklerini biliyor. Ve mücadeleyi bırakmayacaklar.”
Üstelik yeni bir yasa tasarısı geliyor. LGBTİ+’lar başta olmak üzere toplumun tamamına nefes bile aldırmayacak kadar sert. 2017 Anayasa değişikliğinden sonra gördüğümüz en korkunç taslak olabilir.
"Şüpheli ölüm yoktur gizlenen erkek şiddeti vardır"
Panelde şu noktalara değindim. Kadınlar en güvendikleri yerlerde, en yakınları tarafından öldürülmeye devam ediyor. Urfa’da Pınar, Manisa’da Yeşim, Çanakkale’de akademisyen Tuğba şüpheli şekilde hayatlarını kaybetti. Katilleri ya hiç ceza almadı ya da hafifletici sebeplerle serbest bırakıldı.
İktidarın “Aile Yılı” politikaları, kadın haklarını daha da kısıtlamaya çalışıyor. "Komşu annelik" gibi projelerle kreş ihtiyacı geçiştirilirken, kadınlar ev içinde ücretsiz bakım emeğine mahkûm ediliyor. Nafaka hakkının sınırlandırılması, boşanmanın zorlaştırılması ve kadın istihdamını azaltan adımlar hep aynı bahaneyle sunuluyor: Aileyi korumak.
Bilirsiniz hemen her film başladığı yerde biter bu yazı da öyle olsun, başa dönecek olursam, favori pankartlarımın üçünü buraya bırakıyorum.
Ne diyorduk “Hür doğdum hür yaşarım, sana ne, sana ne! Köle miyim sana ben...”
Özgür bir hafta olsun, eşitlikten yana.
(EMK)
15 maddede Feminist Gece Yürüyüşündeki hak ihlalleri

Af Örgütü’nden Acil Çağrı: Saifi’nin sağlığa erişim hakkı tanınmalı

Açlık grevleri 145 günü aştı: Kuyu Tipi Hapishaneler kapatılsın

TUĞÇE TATARİ ANLATIYOR
Çocuklara göçü naif bir dille anlatan kitap: “Biri ve Diğeri”

İRFAN AKTAN ANLATIYOR
Japonya’da doğmuş bir Kürt bebek bile "Karihōmen" olarak damgalanıyor
