İki gün önce, 11 yıldır "Hayata Dönüş" operasyonu olarak bildiğimiz operasyonların Bayrampaşa ayağının adının aslında "Tufan" olduğunu ve önceden planlandığını öğrendik. Kısaca kamuoyu aldatılmıştı. Her şey önceden planlanmış.
19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevine eşzamanlı olarak düzenlenen ve 32 insanın hayatına mal olan bu operasyonların medyaya yansıyan kısa görüntüleri tüyler ürpertici.
Gazetelerin bir kısmının o dönemde bu operasyonları desteklediğini ve sürece katkıda bulunduğunu unutmayalım. Solcuların belini kırmak, ayağını kırmak, yakmak ya da kurşunlamak faşistlerin çok umrunda değil ne de olsa. Bu gazetelerin ve gazetecilerin insanlığı ıskalayarak faşist güdülerle hareket etmeleri de ilk değil.
Türk basını etik açıdan sabıkalıdır. Çoğu işine geldiği şekilde hareket eder. Adeta bukalemun gibidir. Gücün tarafında olur. Aslında onlardan olmasa da olur. Sistemin aktörlerine kulislerde, odalarda ağzına geleni söyleseler de, yüzlerine hep gülümserler. Düşünmek, olup biteni tartmak ve vicdan süzgecinden geçirmek gibi alışkanlıkları yoktur.
Dün dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk "O dönemde bizim böyle bir plandan haberimiz yoktu" dedi. Bunun inandırıcı bir yanı yok. Sami Türk "Adalet Bakanlığı cezaevlerinin sahibidir. Jandarma dış güvenliğinden sorumludur" diyor.
Sanırım kendisi ölen insanların dışarıya çıkarılıp öldürüldüğü yanılgısı içinde. Zira yakılanlar ve kurşunlananlar içeriden dışarıya ceset olarak çıktı. Ayrıca Türk "mukavemetle karşılaştık o yüzden de Jandarma amacını aşan bir müdahalede bulundu" diye de ekliyor.
Adli Tıp Kurumu'nun 13 Şubat 2001 tarihli otopsi raporuna göre hayatını kaybeden askerlerden Uzman Çavuş Nurettin Kurt'un mahkûmlarda bulunmayan uzun namlulu silahla vurulduğu ortada iken hala karşıdan bir mukavemetle karşılaşıldığını söylemek gerçekten çok üzücü. Her zamanki gibi herkes topu birbirine atıyor. Oysa ki her şey açık seçik ortada.
Ümraniye Cezaevi'ne yapılan müdahale öncesi Adalet Bakanlığı, dönemin Üsküdar Cumhuriyet Başsavcısı Kemal Canbaz'a kriptolu telefonla talimat vermiş. Başsavcı da süreci tutanakla kayda geçmiş.
Canbaz'ın tutanaktaki ifadesi ""Gelen telefon üzerine aynı gün saat 16.00'da İstanbul İl Jandarma Komutanlığı'na gidildi. Aynı yere, bakanlıkça verilen talimat üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici'nin de geldiği görüldü. Belirtilen saatte Jandarma Bölge Komutanlığı'nın kriptolu telefonuna Adalet Bakanlığı'nca telefon edildi. Ölüm oruçlarına devam eden cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin tedavilerinin sağlanmasını temin etmek için hastanelere kaldırılmak üzere güvenlik güçlerince müdahale edileceği, (...) müdahale saatinin sabaha karşı 05.00 olacağı ancak günü konusunda Bakanlıkça telefonla talimat verileceği bildirildi. Bakanlığın bu telefonu uyarınca adliyeye gelindi, cezaevi 1. Müdürü Ramazan Kılıçkaya çağrıldı."
Evet hedefe ulaşıldığını söyleyebiliriz. Cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerin tedavilerin layıkıyla sağlanmış. Bakalım dönemim Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk kriptolu telefondan da haberdar olmadığını söyleyecek mi? (BS/EÖ)