İki ayrı dünya savaşı sırasında milyonlarca insanın ölümüne tanıklık etmiş bir dünya üzerinde neyi, nasıl tartışıyoruz? Unutkanlıklar üzerine kurulu bir dünyanın geleceği nedir?
Yaşanmış ve söylenmiş sözleri, devrimleri, itaatsizlikleri ve direnişlerde hayatını feda edenleri çoktan unuttuk.
"Onlar o kadar da önemli olmayan bir dava için feda ettiler hayatlarını" diyebileceklerdir kimileri; ben de onlara cevap vereceğim: "onlar yaşadıkları için öldüler."
Çok etkileyici bulduğum bu cümlenin sahibi yazar Jean Paulhan, hiç kuşkusuz yaşadığı çağın, 2. Dünya savaşındaki direnişçilerin ölümlerine olan tanıklıkları üzerineydi sözleriydi.
Aslında geçmişi unutarak yaşadığımız çağın akıl tutulmasında; aklın hapsedildiği bir düzeni istemektir yaşadıklarımız.
En kötüsü vicdan ve adalet duygularının hapsedildiği cezaevlerinin insan aklında inşasıdır. Önce aklımızda hapishaneler yaratıyoruz, sonra vicdanımızı, adalet duygularımızı aklımızdaki hapishaneye hapsediyoruz. Ondan sonrası zaten sorun yaratmıyor ve çok kolay.
Türkiye'de "Hayata Dönüş" adlı cezaevi operasyonlarından sonra adaletimizde, vicdanlarımızda, mahkemelerimizde, cezaevinde ölenlerden, yakılanlardan ve yaşanan vahşetten sonra bu topraklar üzerinde nasıl bir adalet, nasıl bir vicdan, nasıl bir akıl kaldı?
Ne unutulmadı, neyi unutmadık acaba? "Hayata Dönüş" operasyonlarından sonra cezaevlerinin inşasındaki artış mıdır geriye kalan? Tecrit midir? İnsanlığa aykırı F tiplerinin inşası ile ortaya çıkan sadece insanlığın ve insan bedeninin çürütülmesi için yaratılan hapishaneler midir geçmişten kalan?
Önce vicdanımızdaki hapishanesinin yıkılması değil midir sorgulanması gereken?
18 Eylül 2011 sabahı saat 06.30 sularında Kayseri'nin Pınarbaşı ve Sivas'ın Gürün ilçeleri arasındaki karayolunda, Van'dan İstanbul'a tutuklu ve hükümlü götüren cezaevi aracında çıkan yangında, aracın kapısı açılamadığı için nakil aracında bulunan Abdülsetter Ölmez (35), Sinan Aşka (18), İsmet Evin (33), Akif Karabalı (24) ve Medeni Demir (47) isimli tutuklu ve hükümlüler feci şekilde yanarak hayatını kaybetti.
Hayatımızın en kötü haberlerinden birisiydi, ama cayır cayın yanarak ölenleri unuttuk.
Bu ölümler için "Bu kaza nedeniyle çok üzgünüz. Oldu bir kere, kim ister insanların ölmesini, kurtaramadık." denildi. Belki soruşturması devam ediyordur, belki de bitmiştir. Belki de bu nedenle birkaç asker hakkında ceza davası açılmıştır. Belki de davası çoktan kapanmıştır bile, bilinmiyor, bilmiyoruz ve ne olduğunu merak etmiyoruz.
Faşist savcı Michele Isgro 4 Haziran 1928'de Antonio Gramsci'nin yirmi yıl hapis cezasına çarptırılmasını isterken "Bu beynin çalışmasını yirmi yıl süreyle engellemek zorundayız" dediğini unutmamak ve akılda tutmak gerekiyor.
Antonio Gramsci, İtalyan Komünist Partisi kurucularındandır (1921). Gramsci'nin Torino, Puglia, Formia hapishanelerinde yazdıkları düşünce tarihimizi derinden etkilemiştir. Hatta Mussolini bile, Gramsci'nin yaratıcı etkinliklerini sürdürebilmesi için suçunu "Devletin güvenliğine karşı komplo" kapsamı dışında tutmuştur. Gramsci, hapishanelerdeki çok kısıtlı ortamda bir yığın "defter" tutarak yaşadı. 1937'de ölümünden sonra yakınlarına verilen bu defterler felsefi, tarihi, toplumbilimsel, edebi, ekonomik ve filolojik bilgilerin derlendiği eşsiz bir hazinedir. Geçmiş yüzyılımızın unutulmaz eserleridir. Keşke hapis yatmamış olsaydı...
Gramsci, her türlü devrimci girişim için acilen sivil toplum uzlaşmasının gerekli olduğuna inanırdı. Proletarya devriminin kendiliğinden gerçekleşeceğine inanmazdı. Gramsci, "ötekileri yönetmenin ideolojik yapıcıları olan" örgütlü entelektüellerin yani yazarların, filozofların, gazetecilerin ve üretim dünyası ile ilişkilerini sürdürenlerin bir tür "sürekli ikna ediciler" olmaları nedeniyle, sivil toplum içindeki kültürel ve ideolojik güç dengesini ters çevirmelerini beklerdi. Ama olmadı. (İsyankâr Yüzyıl. Sebastian Lapaque. Sel Yayıncılık)
Gramsci'nin, Hapishaneden Mektuplar ve Defterler'i hala önemini koruyor ve komünistleri etkilemeye devam ediyor.
Şanlıurfa Cezaevinde 13 kişi yanarak öldü, 42 kişi yaralandı. Yanarak ölümlerden hemen sonra yakınlarından haber almak için cezaevi önünde bekleyen Emetü Doğan şunları söylemiş: "Eskiden cezaevine girerse bir 'en azından önünde ekmeği var' denirdi. Şimdi ekmeği geçtik, canından emin değiliz"
Yaşam hakkı "dokunulmaz" ve "mutlak" bir haktır. Kamusal tehlike ortaya çıktığında bile önlemlere tabii tutulamaz. Devlet, yaşam hakkının korunması için bütün önlemleri almak zorundadır. Yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumludur. Kan, gözyaşı ve insan hakları ihlallerinin yeniden yaşanmaması için geçmiş yüzyılımızın öğretisi böyle yazıldı.
Cezaevine girenlerin dışarıdaki yakınları eskiden ekmek için şükrediyorlardı, şimdi ise canlarından bile emin değiller.
Hayatı hapishanelerde geçmiş Marksist kuramcı Antonio Gramsci ile Şanlıurfa cezaevinde yanarak ölenler arasında nasıl bir "tarihsel" bağ var acaba? (Fİ/EKN)