Faşist liderlere benzetilmekten gocunuyormuş gibi görünmeyen Donald Trump'ın ABD'de başkanlığa oynadığı, en başta Avusturya olmak üzere Avrupa'daki aşırı sağcı partilerin her geçen gün daha fazla iktidar sahibi haline geldiği bir zamanda İtalya'dan manidar bir belgesel: Mussolini'ye Mektuplar (Mio Duce Ti Scrivo).
Roma'daki merkezî arşivde muhafaza edilmiş, İtalya halkı tarafından sevgili liderlerine yollanan birbirinden içli mektup bir devlet başkanına hissedilebilecek her türlü sevgi, aşk, hayranlık, hatta tapınma duygusunu teşhir ediyor. Tabii belgeselde, 20 yıllık rejim çökerken insanların bir zamanlar bağırlarına bastıkları lidere yönelik birikmiş, fakat baskı yüzünden ifade edilememiş nefretin dışa vurumlarını da ayrıntılarıyla izliyoruz.
Istituto Luce'nin arşivinde bulunan, faşist rejimin olağanüstü kalitedeki propaganda filmleriyle desteklenmiş yapım her ne kadar televizyon estetiğiyle çekilmiş olsa da İtalya'da anayasa değişikliği getirecek referandumun hararetle tartışıldığı bu döneme renk katmış oldu.
Her ne kadar yıllarca iktidarı kimseye bırakmayan ve hala ülkenin siyaset sahnesinde inatla yer almaya devam eden Berlusconi'yi Mussolini'yle kıyaslamak daha kolay olsa da, son zamanlarda ülkenin başbakanı Matteo Renzi için aynı şeyi düşünenler çoğalıyor. Berlusconi geçirdiği çeşitli estetik ameliyatlar ve makyajlı haliyle artık bir mumyaya benzeyedursun, hoyrat siyasetçi Renzi için ölüm kalım projesi halindeki oylama evetçilerin zaferiyle sonuçlanırsa, şu anda zaten ikiye bölünmüş ülkede, halk egemenliğinin kalmayacağından ve tek partili politik bir rejime imkân tanınacağından dem vuruluyor.
Ülkenin ekonomik ve kültürel krizden çıkmakta da zorlandığı böylesine bir dönemde, İtalya siyasetinin haşarı ve aykırı siması Marco Pannella'nın ölümü gerçek bir kayıp. 19 Mayıs tarihinde Roma'da 86 yaşında vefat eden tecrübeli politikacı Radikal Partinin kurucusu olarak muhafazakâr memleketin siyasi arenasında başarılara imza atmış, yasaları defalarca ihlal etme dahil, birbirinden ilginç icraatıyla ülkenin tarihinde ayrıksı bir konum elde etmişti.
Antikonformist Pannella
Sivil itaatsizliğin sembolü Marco Pannella, Radikal Partiyi arkadaşlarıyla 1956 yılında kurmuştu. Pannella kadınların, mahkumların, geylerin ve vicdani retçilerin hakları için mücadele etmiş, idam cezasına, avcılığa ve silahlanmaya karşı çıkmıştı.
Boşanma ile ilgili yasaya destek olmak için 1969 yılında başvurduğu metot açlık greviydi. Aynı direniş şeklini ilerleyen yıllarda kürtaj için tekrar uygulayacaktı. Ülkeyi boyunduruğu altında tutan dinî kurum Vatikan'a rağmen amacına ulaşmayı yıllar içinde başardı. İfade özgürlüğüne büyük önem verdi, ölüm haberini ilk duyuran Radio Radicale (Radikal Radyo) kendisi tarafından 1976 yılında kurulmuştu.
Mafyanın sektördeki gücünü azaltma amacıyla da, marijuana ve esrarın serbestleşmesi için yine ön saflarda savaşırken tutuklanıp ceza aldı. Doğu Avrupa ülkelerindeki insan hakları ihlallerine dikkat çekti, çevreci hareketin İtalya'da doğmasına katkıda bulundu.
1984'te ABD'nin Cruise füzelerinin Sicilya'da yeniden konuşlanmasına karşı çıkıp İtalya topraklarında nükleer silahla donatılmış askeri üsleri bir listeyle afişe etti. Gandhi gibi direnmeyi tercih etti, zaten şiddete daima karşıydı. Mizah gücüyle düşmanlarını bile güldürmeyi bildi, ironiyi bir silah gibi kullandı.
1987 yılında Cicciolina olarak tanınan Ilona Staller'in milletvekili olmasını sağlayarak yeni bir sansasyonun altına imza attı. Kendi duruşundan çok farklı insanlarla bir araya gelerek onları provoke, hatta motive etmeyi bildi, ne de olsa politika sanatının çizmedeki duayenlerinden biriydi. Ölümünün ardından Vatikan'ın sözcüsü bile Pannella'dan övgü dolu sözlerini esirgeyemedi.
Unutulmaması gereken en önemli şeylerden biri, Radikal Parti'nin İtalya toplumundaki birçok kişi için bir güvenlik sübabı vazifesini yıllardır etkin bir biçimde görüyor olduğu.
Tanrı katında bir lider
Benito Mussolini'ye yollanmış olan mektuplarda ise "Medeniyetin Koruyucusu", "Yeryüzündeki Tanrı", "Vatanın Babası", "Dahi", hatta "Mesih" ifadelerini kullananlar çoğunlukta. Violet Gibson tarafından gerçekleştirilen süikast girişiminde sadece burnundan yara alarak kurtulunca, Mussolini için burnunu feda etmeye hazır bir hayranı bile olmuş.
Toplumun her kesiminden ve bilhassa kadınların mektuplarından teslimiyet, sadakat ve fedakarlık fışkırıyor. Rahibeler, liseli kız çocukları, kontesler, hatta bir fahişe duygularını cömertçe ifade ediyor, hepsi samimiyetle içlerini döküyorlar. İtalyanların deyimiyle Duce'yi (Duçe olarak telaffuz edilir, lider anlamında) gördükten sonra içmeden yemeden kesildiğini anlatan bir destekçisi, kendisini toplanmayı bekleyen bir çiçek olarak betimliyor.
Tabii o zamanlar kadınlara biçilen rol genellikle evinin kadını, eş ve annelik olduğundan erkekler gibi çalışmaları öngörülmüyor. Kendilerinden mümkün olduğunca çok çocuk yapmaları bekleniyor. Hıristiyan Demokrat'ların ve özellikle Andreotti'nin sebatla sürdürdüğü hediye ve yardım paketleri geleneğinde o zamanlar kadınların en çok sevindiği an, Necchi marka dikiş makinesine kavuştukları an oluyor. Savaş alanlarında erkeklerle omuz omuza savaşmak istediğini iştiyakla ifade edenler de yok değil.
Savaşa katılıp mümkün olduğunca yüksek miktarda Etiyopyalı öldürmek istediğini ifade eden 10 yaşındaki bir çocuğa verilen cevapta ise yaşının çok ufak olduğu belirtildikten sonra şevkini muhafaza ederek gelecekte kullanmaya hazır olması telkin ediliyor.
Ne de olsa sistem, din dahil olmak üzere suistimal edilen tüm değerlerle genç beyinleri zehirleyerek onlardaki potansiyeli lehinde kullanmayı biliyor. Yalnız İtalya'da değil, gurbette olanların da kanına giriliyor, İstanbul'daki ve İzmir'deki cemaat dahil olmak üzere faşizm tüm İtalyanların benliğini sarıyor. Vatanlarından uzak yaşayanların kendilerini garanti altında hissedebilmeleri için geleneksel olarak agresif sağcı politikacılardan destek beklemeleri boşuna değil.
Tabii ilerleyen yıllarda ilk dönemin coşkusu azalınca güvensizlik artıyor, ortalığı muhbirler ve ajanlar kaplıyor; o seneler yazılmış mektuplarda ihanetçileri ihbar edenler çoğunlukta.
Diktatörün FIAT fabrikasını ziyareti sırasında, müesseyi 1899'da kurmuş olan Giovanni Agnelli'nin liderine yönelik övgü dolu konuşmasına tanık oluyoruz. Mevzubahis sözlerin aslında işadamının çıkarlarını koruma dürtüsüyle sarf edildiği belirtiliyor.
Bu arada muhalif basının susturulduğunu, sistem tarafından istenmeyenlerin herhangi hukuki bir karar olmaksızın adalara sürüldüğünü de görüyoruz.
Etiyopya'da devam eden savaşta sivillere karşı bile sinir gazı kullanılırken, destek için İtalyan halkından nikâh yüzüklerini feda etmeleri rica ediliyor. Başarıyla sonuçlanan milliyetçi bağış kampanyası sayesinde 37 ton altın toplanıp cepheye yardım şeklinde yetiştiriliyor, imparatorluk hayalleri besleniyor.
Bu arada ilk ırkçı yasalar yürürlüğe konuyor, ihanete uğradığını düşünen bazı milliyetçi Yahudiler mektuplarında hayal kırıklıklarını üzüntüyle ifade ederken liderlerinden anlayış diliyorlar.
Duygularını daha yalın şekilde ifade eden insanlar da var:" Güçlüsün fakat, ölümsüz değilsin!"
Tabii Hitler'le olan yakınlaşma faşist rejimin çöküşünü hızlandırıyor. Özellikle savaş zamanında yandaş basın, haberleri sansürleyip manipüle ediyor, ama ne yazık ki kamufle edilmeye çalışılan hezimet tez zamanda ülkeyi ve rejimi altüst ediyor.
Yönetmenliğini Massimo Martella'nın yaptığı belgeselin son kısmındaki patlayan öfke görüntülerinde, yıllarca kendini baskı altında hissedenler duvar yazılarında liderlerine ve Faşizme olan kin ve nefretlerini serbestçe ifade etmeye cesaret edebiliyorlar. Her yerde bolca bulunan Mussolini portreleri yırtılıp yakılıyor, heykelleri parçalanıyor, büstleri camlardan aşağılara fırlatılıyor.
Benito'nun hazin sonu zaten malumunuz!
Ya Renzi'ye ne olacak?
Sonbaharda yapılması planlanan referendumundan çıkan sonuçla da Renzi'nin ve İtalya'nın adeta kaderi belirlenecek.
2 Haziran günü ülkenin Cumhuriyet Bayramı kutlamalarındaki resmi geçitte Hindistan'dan ancak dönebilen katil askerlere başbakanın yer vermemesi bazılarınca isabetli bir karar olarak algılandı. 2012 yılında donanmada görevli iki askerin Hindistan'ın güneyindeki iki balıkçıyı öldürmüş olması iki ülke arasında yıllar süren diplomatik bir çekişmeye sebebiyet vermiş, milliyetçi propaganda fiili işleyenleri neredeyse kahraman katına çıkarmıştı.
Renzi, zor olmasa da bu konuda sağduyusunu kullanmayı bildi, fakat kendini otoriter bir rejimden uzak tutma konusunda aynı ustalığı gösterebilecek mi, göreceğiz… (MT/HK)
* Marco Pannella hakkındaki bilgiler için New York Times'da yayımlanmış Sam Roberts'in makalesinden yararlanılmıştır.