Kimin yanında ve kime karşı savaşacağımızı bilemediğimizden; öldürmeyi ya da ölmeyi istemediğimizden yurdumuzdan kaçarak sınırlarınızdan içeri girdik.
Ölüm korkusu olmadan uyumayı, silah sesleri duymadan uyanmayı, çoluk çocuk karnımız tok birbirimize gülümsemeyi istedik. Hem kendimiz hem insanlık için.
İster sığınmacı ister mülteci ister vatansız ya da başka bir kelime olsun adımız, savaşın ortasında büyüyemez diye çocuklarımız, evimizi barkımızı anılarda, geçmişimizi mezarlıklarda bırakarak göç yollarına düştük.
Çünkü biliyoruz, yeryüzü hepimize yetecek kadar geniş ve bereketli.
Çünkü biliyoruz, güneşi, bulutları, kuşları ve yıldızlarıyla gökyüzü hepimizin.
Ne ki kök salamadık, büyük umutlarla geldiğimiz bu topraklarda eğreti kaldık. İtilen. İstenmeyen, hor görülen, karnı doymayan, yüzü gülmeyen… Güvende hissedemedik kendimizi bir türlü. Hayallerimizi gerçeğe çeviremedik.
Kalmak istedikçe uzaklaştık kendimizden; bir bir yitirir olduk sevinçlerimizi.
Oyun çağındaki kızlarımızı dedeleri yaşında erkeklere ikinci eş yaptık; hizmetçi verdik onları boğaz tokluğuna.
Kalmak isteyip de sokaklarda uyuyup uyandıkça, trafik lambalarının etrafına sıraladığımız çocukları dilendirir olduk. Hem bizim hem sizin olan çocukları. Dünyanın bütün çocuklarını…
Denizlerde boğulup ölen hepimizin insanlığı...
Gitmek istedikçe, üst üste bindirildiğimiz plastik botlarla açıldığımız denizin soğuk ve karanlık sularında kaybettik, hem kendi geleceğimizi hem sizinkini.
Ölü bedenlerimiz kıyılarına vurdukça denizlerin, insan olmaya dair bütün bilgilerimizi sildik belleğimizden. Hem bizimkinden hem sizinkinden. İnsanlık bahsinde hepimiz kaybettik…
Kapıları açarak, artık başka coğrafyalara gidebilirsiniz dediğinde yetkililer, insan eliyle çizilen sınırlar arasındaki boşlukta asılı kaldık; bizimle birlikte asılı kaldınız siz de.
Kadın, erkek, bebek, çocuk, yaşlı, genç. Yorgun, hasta, üzgün, kederli, öfkeli.
Dünyanın gözleri önünde şiddetle, nefretle, ırkçılıkla öldürmek istiyorlar şimdi hepimizi.
Evrenin silahtan yana zenginleri kendi çıkar kavgalarına piyon gibi sürüyorlar hepimizi. Kazananı olmayan savaşlarla yangın yerine çevirdikleri yeryüzünde; kuşların uçma duygusu ve çocukların büyüme arzusu siliniyor tabiattan; denizler, dağlar, ağaçlar, bulutlar, hayvanlar, insanlar, hayaller… Kendi kendine ölmüyor, öldürülüyor her şey.
Ekranlarınızın başında bizi seyrediyorsunuz. Haritalarda çizili sınırların dışında kalan tampon bölgelerde bekliyoruz biz. Gecenin ayazında titreyerek. Yaktığımız cılız ateşin etrafına dizilerek. Savaşın getirdiği acıları kendimizden bile gizleyerek. İstenmemenin kederiyle ürpererek. Ne olursa olsun güzel günlerin eninde sonunda geleceğine dair umudumuzu büyüterek.
Bize atılan ses bombasıyla, biber gazıyla kulaklarınız hasarlanıyor ve gözleriniz yanıyor sizin de. Siz de vurulup yaralanıyor, siz de ıslanıp üşüyorsunuz takvimlerin iki bin yirmi yılını göstermesine aldırmadan ateş edilirken, tazyikli su sıkılırken üzerimize.
Biz yersiz yurtsuzken siz de mültecisiniz bu vahşi çağda; aynı sistemde dokunuyor çünkü ömürlerimiz.
Şimdi iki ülke arasındaki dikenli tellerde bizimle birlikte sizin de vicdanınız asılı duruyor.
Şimdi iki ülke arasındaki boşlukta bizim hayatlarımızla birlikte sizin de insanlığınız hırpalanıyor.
Şimdi iki ülke arasındaki denizlerde bizimle birlikte sizin de yaşama hakkınız boğuluyor… (Gİ/RT)