Performans sanatçısı Şükran Moral ile “kadın sanatçının çağdaş sanattaki sorunları” konulu söyleşi için, Sanata ve Eğitime Destek Derneği'nde bir araya geldik.
Ayvalık’ta yaşayan kadınlar olarak Moral’ın; feminist bakış açısıyla yoğurduğu otuz yıllık sanat geçmişini; gerçekleştirdiği cesur performanslarını; İtalya ile Türkiye arasında geçen hayatını konu edindiği hem öfkeli hem neşeli bir söyleşinin katılımcısı olduk.
Söyleşiden yansıyanlar şöyle…
Kendimi İsa’nın yerine koyma küstahlığında bulundum
80’li yıllarda tıfıl bir öğrenciydim, İnternet, cep telefonu, şunlar bunlar yoktu. Cağaloğlu’nda çalışmalar yapardım. Şiir yazıyordum. Çok küçük olmama rağmen araştırma yazısı, sanat yazıları yazardım. Köşem bile oldu bir ara. Okurlar beni erkek sanıyorlarmış hem de yaşlı sanıyorlarmış. Zaten bir kız çocuğu nasıl böyle şeyler yazar?
Bir önyargı haklılığı olarak böyle düşünmüşler. Bu beni çok güldürür hala. Aslında geçmişim, Türkiye tarihinin geçmişiyle yan yana büyüdü. Bütün olayların içindeydim. Mesela 12 Eylülde öğrenciydim, o yılları yaşadım, biliyorum neler olduğunu, darbe döneminde.
80’li yılların çağdaş sanatı enstalasyondan ibaretti. Yani enstalasyon en ileri öncü sanat hareketiydi. Birçok kadın sanatçının erkek gibi giyindiğini, hani kadınlık sembolleri olan ruj sürmek, biraz seksi dekolteli falan olmak, bunlar hele hiç yoktu.
Çünkü, normalde bir kadın sanatçıya saygı yok, ne yapsın, bir kamufle aracı olarak bunu seçmelerine saygı göstermek gerekiyor. O yıllarda feminist sanatçı diye bir şey yoktu. 90’lı yıllarda ben feminist sanata ilk damgamı vurma işimi göstereceğim şimdi size.
Açık ve sorgulayan bir göz
Burada eğitimimi tamamladım, yazılarımı yazdım, derken Roma’ya gittim, güzel sanatlar akademisine başladım, araştırmaya başladım.
Derken 94 yılında, bence yaptığım en vurgulu ve kadının var olduğunu güçlü bir şekilde gösteren iş budur. Çağdaş sanatta da şu ana kadar hiçbir kadın sanatçı yalnız yanlış anlamayın, “kadın sanatçı”, kendisini Cristo yerine koymadı. Ben dedikleri gibi tırnak içinde “müslüman bir ülkeden” gelmeme rağmen, bunu yaptım. Ben kendimi İsa’nın yerine koyma küstahlığında bulundum.
İkinci kişisel sergimde bunu sergiledim. İtalyanlar Katolik ve gerçekten de iyi olmadı benim için. Neden reddedildim, neden ötelendim, neden bir kadın sanatçı olarak ben bunun üstünde durmadım? Kabul edilmek için bir şey yapmadım? Özgürlüğüm ne gerektiriyorsa onu yaptığım için.
Benim ilk karşı çıkan eserim budur. Bunun ismi Artist. Bir kadın sanatçının çarmıhta olması, bakınız, çivi çakmışlar, İsa’nın acıdan gözleri kapalı. Bendeki açık. Açık ve sorgulayan bir göz. Yani, ben çarmıhtayım ama sizden korkmuyorum bakışı. Meydan okuma işleri, diyorum ben bunlara.
Birey olmazsan bir hiç olursun
Şimdi bakınız bütün bu güzellikleri, güzellik dediğimiz orantılı vücut değil, yahut masaya koyduğumuz şu çiçek değil. Bu da çok güzel ama güzellik, direniş geliştirmektir. Direniş geliştirmek.
Sevmediğimiz insanların çocukları için bile biz direniş geliştiriyoruz. Sanat bunun en iyisini yapar. Çünkü sanat kişiye birey olmanın yollarını öğretir. Sıkıcı bir sanat bile öğretir bunu. Birey olmazsan bir hiç olursun.
Ne yazık ki birey olmak da batının elinde şu anda. Mesela onların ölüsünün ismi var, resmi var, hayat geçmişi var, vb. Bizim gibi olanların da ismi yok. Sayıyız. On kişi öldü, bin kişi öldü, yüz bin kişi öldü... Birey yok. Birey, uygarlığı elinde tutan, yine tırnak içinde söylüyorum, kişilere, ülkelere ait, düşünceye ait. Sen felsefeyi geliştirmemişsin, sen resmi, sanatı geliştirmemişsin, sen birey olmasını bilmiyorsun. O yüzden sayı olarak kalacaksın.
Sanatçı ülkesinin turizm ofisi değildir
97 yılında beni davet ettikleri İstanbul bianelinde, yeraltı İstanbul’u göstermeye karar verdim. Çünkü sanatçı ülkesinin turizm bakanı, turizm ofisi değildir. Ben sana burada boğazın kartpostalını gösteremem.
Yani sanatçı yaranmaya çalışmaz bana göre. O nedenle gittim, geneleve girdim. Genelevi bilir misiniz, yüksek kaldırım. Şimdi artık o da yok. Hayat kadınlarını kurtaralım amacıyla yapılmadı, oraya ticari binalar dikmek için kapattılar.
Bakınız, buradaki de 97’deki jinekoloji masasının üzerinde yattığım performans. Bu Santa Sofya’da bir yer. İlginç, vefalı bir yer.
Bu bayraklı çiçekler de genelevdeki bir hanımefendinin, çalışan bir kadının çekmecesinin süsleri. Yani o kadar ki yani yurdunu yine de seviyor. Seviyor ki bana bunu layık gördü demiyor.
Oradaki çalışanların çoğu isteyerek çalışmıyor. Eşyayı bile iyi kullanırız, işte şu bardak kırılmasın diye dikkat ediyoruz. Şu bardak kadar değeri olmayan insanlar orada seks işçisi olarak çalıştırılıyorlar.
Feminist olmamak lüksümüz yok
Galatasaray’da erkekler hamamına da girdim, Bakırköy akıl hastanesinde kadınlar koğuşuna girip performans da yaptım.
Bütün bunlar benim korkularımın üzerine gitme şeklim. Ben her zaman korkmuşumdur, aklımı yitirmekten. Çocukken, şunu yaparsan bak kerhaneye düşersin, lafı her zaman vardır.
İstanbul’u jinekoloji masasında bacaklarımın arasındaki monitörden, gösterdim. Bir şekilde monitör vajinayı temsil ediyordu. İstanbul’da böyle bir İstanbul var, sizin gördüğünüz kartpostal bir İstanbul yok. İnşallah diyorum burada seyircilerin hepsi bana küsmezler, çünkü bunlar biraz ağır olabilir.
Benden önce jinekoloji masası kullanmış bir sanatçı görmedim ben. Jinekoloji masası en korktuğum yerlerden biri, ödüm kopar. Acaba onu erkek mi icat etmiş, biliyor musunuz? (gülüşmeler) Sonra vajina açma aleti, ismi speculum, Bu işimin ismi ‘Speculum & İstanbul’. Benim bu işleri yaptığım yıllarda öyle feminizm, sanatta feminizm falan konuşma yok. Herhalde ben Türkiye’de ilkim diyebilirim.
Aslında bizim ülkede feminist olmamak lüksümüz yok, diye düşünüyorum ben.
Ben bu dünyadan bağımsız yaşayamam ki, bir sanatçı olarak
Şimdi kız çocuklarını öldürüyorlar, seks objesi olarak görüyorlar. Artık o kadar çok arsızlaştılar ki, üzgünüm, bir sanatçı olarak yapabileceklerim bunlar. Ben sadece sanatımı yapabilirim. Elimden geldiği kadar da yaptım.
Bakınız 2010 yılında bir galeride böyle sizin gibi kişilere bir performans yaptım. Konusu, öteki kadınla sevişme konusuydu. Yani bunu filmlerde, tiyatrolarda yüzlerce defa görmüşüzdür, ilk defa ben yapmıyorum bunu.
Her zaman ötekileri savunduğum için her zaman translarla ilgili, delilerle ilgili, genelev çalışanlarıyla ilgili, öteki olan her şeyi bağrıma bastım ve sanatta konu olarak kullandım. Gül de kullanabilirdim. Böyle bir performans yaptım ve basına giden tek imaj, bu gördüğünüz imaj oldu.
İki kadının sevişmesi, yani temsili bir şey, tiyatro. Uzun hikaye ama kısaca şunu söyleyeyim, ertesi gün yer yerinden oynadı.
Anlatamam size, nasıl tehditler alıyorum, “seni yakacağız, seni 17 yaşındaki gence öldürteceğiz telefonları...” internette, “tüküreyim ben böyle sanatın içine”, diyen gazeteci, “vatan evlatları bunun için mi şehit olmuş” yazan yorumcu...
Olaya bak, sanki vatana ihanet etmişim, bu toprakları satmışım, sanki bayrağımıza bir zulüm etmişim. Bir sanat gösterisi yaptım. Ben çok şaşırdım. Böyle bir şeyi beklemiyordum.
Aslında bu toplumun bütün ataerkil değerlerine cevap verdim sanatımla.
Sen her şeyi İstanbul’da yapıyorsun, İstanbul’da yapmak çok kolay, git bakalım doğuda yapabiliyor musun, demişlerdi bana. Mardin’in köyünden bu fotoğraf. Köy meydanında davullu zurnalı bir düğün yaptım. Bu çocukların hepsi küçük tabi ki. Hani erkekler sürekli dile getiriyorlar ya, dört kadın al...
Hep kadınlar üzerinden. Kadın örtünsün, kadın şunu yapsın, çocuk doğururken sezeryanla olmasın, yani bizim bedenimizin her santimetresinde hak iddia etmek; aile adı altında, küçük yaşta kız çocuklarını evlendirmekle, tecavüzü legalleştirmek istiyorlar.
Bilinç yükselsin diye yapıyorum her şeyi
2017’de kurban bayramından bir gün önce mezbahaya girdim. Orada performans yaptım. İzinli yaptığımız şeyler de var ama oraya rastgele girdik.
Sokakların gücüne inanıyorum. Tamam müzelerde yer alabilirim, önemli yerlerde sergi açıyorum ama aynı zamanda böyle vur kaç performansı da yapıyorum sokaklarda. Kimsenin bilmediği bir anda pat, sanatsal eylem. Duvara (görüntüyü) vermiştim, hayvanlar acı içinde bağırıyorlar, gözü kapalı bir hayvan gibi beni çekiyorlar, kantara götürüyorlar. Yani biraz bilinç yükselsin diye yapıyorum her şeyi. Bizde de böyle kadınları hayvan gibi görme hali var ya, biraz da olay orada.
Mezbahada bir müddet sonra tehdit etmeye başladılar. Adam, “bak bak bizle dalga geçiyor” dedi. Ötekiler baktı. Eyvah, bizi kesecekler bunlar, zaten kesim yeri. Çekim olmuş mu, dışarıda bakalım, yeniden çekeceğiz dedim, döneceğimizi sanmaları için. Çıktık ve geri dönmedik.
Ben halkı çok iyi tanıyorum. Deli cesareti var bende tamam ama formasyon da var. Ben 13 yaşında bütün Dostoyevski kitaplarını okumuştum.
İtalya’dan yola çıkan Pippa Bacca’yı* biliyorsunuz. Onu tanısaydım, yapma derdim. Halkı bilmezsen, insanları tanımazsan olmaz...
"TÜRKİYE KADIN KATİLLERİNİN ZİHNİYLE DÜŞÜNEN BİR ÜLKE"
Şükran Moral: Sanat tarihini yazan penistir
(Gİ/EMK)
*Pippa Bacca arkadaşı Silvia Moro ile birlikte “Barış Gelini” adında bir proje başlattı. İki kadın gelinlik giyerek Avrupa ve Orta Doğu ülkelerini otostopla dolaşacak ve insanlarla tanışarak barışı teşvik edeceklerdi.
Proje 8 Mart 2008’de Milano’da başladı. 3 Nisan 2008’de Kocaeli’nin Gebze ilçesinde yolları ayrıldı.
Bacca, 4 Nisan 2008’de otostop yaparken tır şoförü Murat Karataş tarafından kaçırılarak öldürüldü.
Karataş, yakalanıp tutuklandı. 2010 yılında Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.