Boğularak öldürülmüş 13 yaşında bir çocuk M.K.Y., onu boğarak öldüren 20 yaşında bir genç N.Y.
Tanık olarak dinlendiğinde -elbette ölesiye korktuğu için- kaçırıldıkları üzerine kurduğu hikayeyi anlatan zanlı N.Y daha sonra "yüzünde tırnak izi yarası ve üzerinde maktulün cep telefonu bulunması üzerine" derinleşen soruşturmada suçunu itiraf ederek şöyle diyor:
"Birlikte babamın kapıcılık yaptığı binaya geldik. Daha sonra bir arkadaşımıza bakmak için olayın meydana geldiği yere çıktık. Bana burada 'Sen sapık mısın?' dedi. Şuurumu kaybettim ve onu boğdum".²
N.Y bu küçük arkadaşıyla nasıl bir ilişki kurmuştu, hangi ortak merakı, hangi gizi saklıyorlardı? Bunları bilmek çok zor. Bu iki kişilik dünyayı nelerle beslediklerini, yetişkinlerden ırak ama onlara ilişkin tüm kötücül öğelerin keşfinin hazzını iteleyen hangi paylaşımlar üzerine kurduklarını da onlar hariç kimse bilemez artık.
Gerçek şu ki, çocukların, özellikle erkek çocukların, büyürken merak ve heyecanla keşfettikleri her şeyin içinde şiddet vardır. Bu şiddetin art alanını kurcalamak bizi birbirinden çok farklı sonuçlara götürebilir.
Yaşanılan çevre, ailevi-kişisel faktörler, kentleşmenin getirdiği sorunlar, yoksulluk, işsizlik, öğrenim durumları, yaş ve cinsiyet, medya vs. vs.
Ancak bence tüm bunlar birer varsayım yani şiddetin nereden ve nasıl kaynaklandığı üzerine kurulabilecek senaryoların meşru dayanakları.
Elbette bize bazı ipuçları verirler ancak o gördüğümüzü sandığımız tabloya saklanmış gölgeli alanlarda neler olup bittiğini tam olarak açıklayamazlar. N.Y 20 yaşının o tehlikeli muğlaklığından kendine göre çıkış yolları bulmuş ve bu yolların uzantılarıyla, küçük M.'nin ergen ve erken merak yolları kesişmiş olabilir. Bunda ne gariplik olabilir?
Bir gariplik olduğu kesin. Bu, anlaşılan o ki, büyümeye hevesli bir çocuğun dimağındaki "güvenilir özne bulma" arayışına bağlanabilecek bir gariplik değil elbette. Tuhaf ve korkutucu olan şey N.Y' nin "şuurumu kaybettim" dediği anda saklı.
Yani çocukluğun o hiçbir şeyi konduramadığımız saflığını -ki bunun çok da kesin çizgileri yoktur aslında- öyle ya da böyle ardında bırakmış, yaptığının sorumluluğunu alabilecek, sonuçlarını tasavvur edebilecek ve elbette bir hikaye kurgulayıp "suç"un yönünü değiştirmeyi düşünebilecek bir yaşta N.Y.
Önceden planladığı bir cinayet işlemediğini anlayabileceğimiz kadar bunları da bilebiliriz. Peki bu kadar kolay mıdır öldürmek? "Sen sapık mısın?" diye büyük bir ihtimalle safça sorulan bir sorunun hangi tehlikeli bölgeyi, hangi öfkeyi veya karanlığı uyandırdığını bilemeyiz. Türkiye'de hangi bilinç insanların şuurlarını kaybedip, bir anlık öfkeye kapılıp, ansızın cinayet işlemelerine sebep oluyor? Cevapları ben bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. 13 yaşındaki bir çocuğun şuursuz iki elle boğulurken ne kadar acı çektiğini tahmin etmeye çalışıyorum yalnızca.
Şimdi, öldürme anını tasavvur edebilir miyiz biz? Soğukkanlı bir biçimde, hiç titremeyen gözlerimiz ve bu tip haberleri kanıksamış donuk bilincimizle? Yalnızca bir gün yayımlanan ve sonra unutulup giden diğer ölüm haberlerinin, tanımadığımız diğer isimlerin yanına istifleyebiliriz ve belki de başkalarının çocukları ölürken hiç canımız yanmayabilir.
Ama gerçek şu ki, bu ülkede -uzun bir zamandan beri- canı yananlar çoğalıyor. Hakikaten benim gibi küçük bir çocuğu olan anneler onları büyütürken daimi bir endişenin tuzağına mı düşecekler? Geleceklerini korkular üzerine mi kuracaklar?
Sterilize bir tecritten, ayarı kaçmış bir denetimden bahsetmiyorum elbette. Gerçek olasılıkların korkularından bahsediyorum. Ansızın bir çatı aralığında ölen oğulları için duyduğu acıyı ifade ederken "Türkiye gerçeği" diyen annenin çaresizliğini nereye konduracağımı bilemediğim için yazıyorum bunları. Toplumsal ya da kişisel travmaların "kısa süreli bir kendini kaybetme" anlarını anlamayı hiç ama hiç istemediğim için yazıyorum. (TBÖ/EÜ)
¹,² Birgün gazetesi, 24/02/2005