Pippa Bacca'nın (Giuseppina Pasqualina Di Marineo) tecavüz edilerek öldürülmesi "milli duygularımızı" çok incitmiş, imajımızı pamuklara sarıp, günlerce sürdürdüğümüz hesaplaşmalardan yorgun düşmüştük.
Pek çok kadın ve bir avuç erkek tarafından yapılan eylemlerin, hakiki açıklamaların varacağı yerin “unutmak” olduğunu, sessizliğin değişmez bir yasa gibi üzerimize çökeceğini bilmiyor muyduk?
Ülkemde “yabancı” bir kadının öldürülmesinden duyduğum üzüntüyü, “münferit” bir acıyla takas edeceğim açıkken, Pippa’nın annesi Elena Manzoni’nin söylediklerini dinlemek neden içimi daha çok karartıyor?
7 Ekim'de Pippa’yı öldürdüğü iddiasıyla, “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” istemiyle Murat Karataş hakkında açılan davanın ilk duruşması vardı.
Manzoni, müdahil avukat ve İtalyanca bilen yeminli tercüman bulunmadığı için ertelenen duruşmanın sonunda, “Bu elim hadisede Türk halkının bir kusuru yok, hatta ortaya çıkan menfi sonuçları ortadan kaldırmak için büyük çaba sarf edildi. Bu çabalardan dolayı Türk halkına minnettar olduğumuzu daha önce dile getirmiştik. Bu tür olaylar her yerde olabilir.
Bir ön yargının, menfi bir düşüncenin mevcudiyeti söz konusu değil. İlk günkü düşüncelerimizi bugün de sürdürüyoruz,” dedi.
Kızının ölümünden duyduğu acıyı derin bir süzgeçten geçirip berraklaştıran, başka bir alemde karşımıza çıkan bu kadının haklı olmasını dilerdim.
Ama öyle olmadığı içindir ki içim kararıyor.
Aynı gün hangi akla hizmet yapıldığı anlayamadığım haber, minnettarlığın bir hayalet gibi ortalarda kalakalmasını da sağlayacak nitelikte.
Bacca ailesinin avukatının yaptığı açıklamalara göre yapılan haberde, “Hiç önyargılı değiller. Türklere kin beslemiyorlar. O kadar ki bu ay içinde kızlarının katili olan Karataş’ın eşi ve çocuklarıyla bir araya gelmek için talepte bulundular.
Onlara ‘Bu sizin suçunuz değil. Onun müebbetle cezalandırılmasını istediğimiz için sizden özür dilemek isteriz’ demek istiyorlar. Ancak soğukkanlı düşünüyorlar ve adaletin de tecelli etmesinden yanalar” deniyor.
Fakat durumun böyle olmadığı, ailenin duruşma sonunda yaptıkları açıklama dışında böyle bir talepte bulunulmadığı ve bulunulmayacağı anlaşılıyor.
Sorabileceğimiz diğer soruları istemeden ayıklayıp, tecavüzün yine ve yeniden unutulduğunun, sıradanlaştırıldığının açık ip uçlarını hiç bırakmamak üzere yakalamak gerektiğinin –artık- fark edilmesi gerekiyor.
Manzoni’nin tevazusunun, “güven ve barış yolculuğu” nun “kadın başına” çıkılan (biliyorsunuz böyle bir tabir vardır sıklıkla kullanılan) bir gezintiye dönüştürülüvermesinin, taciz ya da tecavüzü çağıran ‘yabancı’lığının altında ezilip kalmasının sebebi biraz da bu kronik unutkanlık değil mi?
Medya, üçüncü sayfalardaki ‘isimsiz’ fotoğraflarda kilitlediği tecavüzü, bir kadın öldürüldüğünde hatırlamıştı.
Şimdi duruşmayla tazelendi. Yalnız bu kez ailesine özür de diletti. Bu, Pippa’nın annesinin istediği adaletin neresine sığar?
Bu, şiddet gören, tecavüze uğrayan, öldürülen kadınlar için istediğimiz adaletin neresinden taşar? Sorun kadınların takipçi olmasında değil elbette.
Davayı izlemeye giden Emekçi Kadınlar Derneği’ nden (EKD) Çiçek Odlu, 4 Kasım’a ertelenen duruşmanın 25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddete Hayır Gününe yakın bir tarih olduğunu belirttikten sonra özetliyor aslında; “Bizlere çok iş düşüyor. Tecavüzün, cinsel şiddetin kanıksandığını düşünüyoruz. Pippa Bacca davasının takipçisiyiz. Bu sessizliğin belki böylece bozulacağına inanıyoruz.”
Bu inancı her şeye rağmen taşımakla birlikte, şiddetin bir an öncesinden daha hızlı ortaya çıkıverdiği- örneğin linçler- zamanlar da bir yandan bize gösteriyor ki, sessizliğimiz ruhumuzu öldürecek.
Manzoni’nin bu ülkenin insanlarına biçtiği o “harika” giysi üzerimizden kayıp gidecek, belki de üzerimize hiç oturmayacak.
Hakikaten onun tevazusu deyip bırakmalı mıyım? Ya da olması gerektiği gibi adaleti istemeye, ısrarla istemeye devam mı etmeliyiz? “Sanığın utancı”yla yetinmeyen bir adalet anlayışıyla tabii. (TBÖ/EZÖ)