Türbanım olmadan asla
Anayasa Mahkemesi’nin türbanı üniversitelerde “tekrar” yasaklayan kararı ile kız öğrencilerin akılları iyice karışmış olsa gerek. Kafalarını bir açıp bir kapamaktan başka şey düşünmeye pek fırsat bulamıyorlar. İşte bir örnek:Fotoğraftaki kızcağız başındakini çıkarmadan içeri alınmamaktan korkuyor. Sizce ne yapsın?
Nagehan Alçı’nın yazdıklarının bir anlam (!) ifade edebilmesi için köşesinde yayınlanan fotoğrafa şöyle bir bakmanız yeterli.
İtiraf etmeliyim ki, ilk gördüğümde çok şaşırdığım, tepki verdiğim (bu, alışılagelmişlikten doğan bir durum değil bakma ‘an’ının tekdüzeliğindendi) bir fotoğraf değildi.
Çünkü yaygın medyada kadın bedeninin teşhiri yıllara meydan okumuştur; simbiyotiktir, her –berbat-şekilde karşımıza çıkabilir.
Fotoğraf altını okuyunca
Ama kısa yazıyı okuyunca her şey değişti. Köşenin alt kısmındaki bu tuhaf yamanın demek istediği, “kızcağız”ın öylece duran yarı çıplak bedeniyle tezat başındaki kara tülün, açık göğüslerinin uçlarına asılıvermiş aksesuarın -diyelim- giydiği ya da giymediği eğreti beyazlığın, boynundaki etolün absürdlüğünü, “örtünme” ile ilişkilendirdiği “komik olmaya çalışan” kelimeler dizisi olabilir miydi?
Bu karmakarışık ortamı serinletmek için özellikle baş örtüsüyle üniversite kapısında “türban krizinden sinir krizleri”ne geçiş yapan gencecik kızlara yapılan küçük ama çirkin bir espri miydi ya da empatik bağ hassasiyetini ölçmek için kurulan manasız bir terazi miydi?
Hiçbiri değil elbette. Bunlar benim beynimde oynaşan işe yaramaz düşünceler...
Sonunda cevap bekleyen sinsi bir soru takısının da bulunduğu bu kısa paragraf bir kadın yazarın, örtülü ya da örtüsüz tüm kadınları düpedüz aşağılamasından başka bir şey değil.
Yaygın medyanın iktidar etrafında bölünebilirliğinden haberdarız da, medya içerisinde soluk alıp verme merkezi gibi çalışanların özellikle kadınların, var olan egemen dile karşı olmasını beklerken ve halihazırda öyle olduklarını görüyorken, birbirleriyle inanılmaz bir hızla çarpışan sorulardan kafamız şişmiş bir halde öylece oturup kalmanın seçeneklerimiz arasında olmadığı aşikar.
Anayasa Mahkemesi kararının kafa karışıklığı
Alçı bana göre, tam olarak doğru tanımlayamadığı Anayasa Mahkemesi’nin hükümetin üniversitelerde “türbanın serbest kalması” için yaptığı Anayasa değişikliğini iptal etmesini –gerekçeli kararını açıkladığı- yorumlarken bir akıl karışıklığından bahsediyor.
Bu akıl karışıklığı aslında, AKP’nin MHP desteğinde tez elden yaptığı değişikliğin üniversite kapısında başları örtülü olduğu için pek çok zorluk yaşayan kızlara-cinsiyetçi bir mana yüklemiyorum- getiremediği rahatlığın, iptalden sonra daha da çekilmez bir hale dönüştürmesinden kaynaklanıyor olabilir mi?
“Kafalarını bir açıp bir kapamak” onlar için çok azap verici bir şey olsa gerek. Özgürlüğün kendisini baş örtüsüyle bağdaştırmakta zorluk çekenler, Milli Görüş Teşkilatı’nın kurucusu Zeynel Abidin’in kızı, Martin Luther anısına verilen “Korkusuz Kelimeler” ödülü alan Emel Abidin Algan’ın söylediklerini okuyarak farklı bir bakış açısı yakalayabilirler.
30 yıldır örttüğü başını açan Emel Abidin Algan o zamanki konjonktüre bağlı olarak “Siyasallaştı diye türbanını çıkardı” şeklinde haber yapılmasının altındaki gerçeği şöyle ifade ediyordu:
“Başımı açmamın sebebi türbanın siyasallaşması değil. Kendi gelişimimle ilgili...”
Gelişimini merak edip okuyacak olanlara bırakalım, asıl dikkat çekmek istediğim nokta Algan'ın başını açması değil, örtüyü çıkarmak ve altı çocuğuyla bambaşka bir hayata başlama kararını kendisinin vermiş olmasıdır.
Tam tersi de olabilirdi. İslam hukukçularından Prof. Dr. Hayreddin Karaman’ın kendisiyle yapılan bir röportajda söylemiş olduğu “Türkiye’de değil mahalle baskısı ev baskısı bile yok” sözlerine karşılık, örtünmediği ve “kadınlık görevleri”ni yerine getirmediği gerekçesiyle eşi tarafından hakkında boşanma davası açılan İ.D.F’nin de durumu benzer özellikler taşıyor.
Bakılan bakıla eskimiş bir ayna gibi. Tam da burada şunu yazmak gerekiyor; kadına başını açmasını ya da örtmesini emreden her tür otoritenin karşısında dururken, örtülü ya da örtüsüz kadınların inanç özgürlüklerine hoyratça dokunanların, hem kadının bedenini her anlamda parçalayan ve hem de bunu tüm klişe kodları alaycı bir dille güya pullayarak yapan ‘bir kısım’ medyanın da karşısında olmayı kast ediyor, bunun da bir tür kadınlık borcu olduğunu düşünüyorum.
Birbirimize sahip çıkmaktan başka çaremiz yok
Her ne kadar bu –şimdilik-sonuncu tavır bir kadın yazarın kaleminde oynaşsa da, kadının cinsiyetinden gelen dili değil de, yaşanmış ve belki de biraz kocamış ama sapasağlam ayakta duran, o öfkeli ve dirençli dili kullanmanın zamanının çoktan geldiği gerçeği karışık kafalarımız için iyi bir ilaç gibi gelebilir.
Umudun bittiği yerde yaşayamayacağımıza ve birbirimize sahip çıkmaktan başka çaremiz olmadığına göre...
Not: Sondaki soruya akla uygun bir cevap bulamamıştım. Ama Nagehan Alçı bu fotoğraf ve alt metne gelen tepkiler yüzünden özür diledi.Gerekçesi ise “işe yaramaz düşünceler”imden birine tesadüf ediyordu ve hiçbir şeyi değiştirmiyordu;
Üniversite öğrencilerinin ne giyeceğinin, devletin kurumlarının derdi olması akıl alır gibi değildir. Bu konunun etrafında dönen tartışmalar absürddür ve bu absürdlüğü ancak böyle absürd bir fotoğrafla yansıtabilirim. Üniversite öğrencileri tam, düşünmeyi öğrenmeleri gereken çağda kafalarının üzerinde ne olup olmaması gerektiğini düşünmek zorunda bırakılıyorlar. Üniversite fikri ile ne büyük bir çelişki bu. Kısacası amacım başörtülü kızları rencide etmek değildi. Aksine. Ama gördüğüm kadarıyla ettim. Ve bunun için üzgünüm. (TBÖ/EZÖ)