Bedenin bir zamanlar var olduğunun yegâne kanıtı olarak ruh ve beden arasındaki ilişkiyi "canlı tutan" iskelet, bedenin en kadim nöbetçisi olarak toprağa kavuşurken, insanın "et"e olan düşkünlüğünün çok uzağından sesini duyuramıyor artık. Toprak olmak, ölümün değil, bedensizliğin metaforu olarak dünyadan ebediyen silinmiş olmanın adını çağırıyor.
Oysa mistik ölümden tıbbî gözetim altında "normal" bir ölümü arzulamaya geçişin yüzlerce yıllık hikâyesinde, beden tek bir şeyden emindi; ölecekti.
Hastalıklarla, bağımlılık ve yaşlanmayla mücadele eden bedenlerimiz şimdiyse acı çekmeden ölmenin, ölmeye direnmenin yollarını arayan bir döngünün içinde debelenip duruyor. Bugünün bedeni köleliği, eşitsizliği, hayatı pahasına çalışmayı, haksız politikaları, kimliksizliği, şiddeti ve ölümü; tarihe dair hemen her şeyi ardından devasa bir pranga gibi taşıyor.
Kimyasal "haz" değmiş kıvrımlarında bir yığın hastalık, ruhu yorgun ve kırık, terapistlerin modern tedavi yöntemlerinde şifa arıyor. Birileri parıl parıl parlayan kabuğunu asla düşürmesin diye geriye kalanların kakaç edilmiş bedenleri üzerinde yükselen tarihi her gün daha yüksek bir sesle yazanlar, ölüme direnişteki çöküşle başlayan uzun teslim oluşların mesuliyetini taşıyanlardır.
Öte yandan ölümü ve sonrasını kutsayan dine sarılmış bedenin esaretine neşterlerin son vereceği yanılsamasına düşenlerse, teşrih'in (1) tarihini Rembrandt'ın o ünlü "Doktor Tulp'un Anatomi Dersi (1632)" adlı tablosuna demirleyip de öncesini hiç merak etmemiş demektir.
Milattan önce 300'lü yıllara uzanan bu beden parçalaması, lime lime edilme ve deşilme gösterileri, bedenden bedene nakil edilen ya da kaybedilen organlar, ceset hırsızlıkları ve diğer berbat hikâyeler, modern tıbbın kurulması yolundaki kaçınılmaz yolculuğun çok kanlı olduğunun belirtileriydi.
Bu kanlı yolculuğun en uğrak yerinde tıbbın, kişi ve onun "taşınabilir" hale getirdiği iç organları arasında yeni bir tür mülkiyet ilişkisine aracılık ettiği, böylece bir yandan bedenin yaşamını elinde tutma iddiası ile tanrılaşırken öte yandan bedenin içinin elbette sadece birileri için pazara çıkarıldığı bir "iç fuhuş"un mekânını işlettiği de görülecekti.
Yaşamın bir organının emrine amade kalmasının hükmünden kurtulabilen yoksulların istisnai öyküleri ise, emraz cemaatinde tapusu hediye edilmiş koltuklarında huşu içinde oturanların şöhretli öyküleri arasında, iyi ihtimal kulakları çınlatabilir ancak.
Birer rakam olarak raporlara kazınan bedenler bir toplam olarak her yıldızlaştığında Doğu-Batı gelgitlerinden bedene kalan, bu rekabetin kataloglarındaki yerini almaktır.
Günümüzün "sıfır beden cariyeleri"
Mikro-tarihin ne kadar önemli olduğunu sabitleyen bu durum, özellikle kadın bedeninin saklandığı odalardan, ikinci bir deri gibi sarınılan kıyafetlerden, küflü değerlerin kollarından kurtulmaya çalıştığında ya da özgür bir ruhun peşinden gittiğinde, geçmişte emekliyorsa, bugün nihayet ayaklanmış görünüyor.
Peki, beden ile toplumsal kuralların arası düzelmese de, çalışan ve çiftleşen bedenlerin üstünden güzellik ve estetik ortaya döküldüğünde her daim çok daha fazla acı çeken, baskı altına alınan ve reddedilen kadın bedeninin başrolde olmasına itiraz edilebilir miydi? Bu yüzden bugün beden modernleşmenin attığı ağlarla sarmalanmışsa, geçmişin hayaletlerini anmakta fayda var.
"Sıfır beden cariye" şeklinde verilen provokatif haber başlıklarının aksine, bereketi ve doğurganlığı simgeleyen etine dolgun bedenlerin anaç ve sıcak gölgesinde serinlemek isteyenler, bedeni ya oraya ya buraya ama mutlaka bir yere koymanın saplantısı içinde savruluyor.
Kişiler-arası ilişkilerdeki daralma ile bedenin formlarındaki makaslanma arasındaki metaforik uyum, güzellik kriterlerinin acımasızca işlediği, artık o gölgeyi hiç aramayan, aratmayan bir endüstrinin "çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır "güzellemesi"yle gizlediği anlamla şahlanarak her kadının güzel olabileceği bir çalışma halini öğütlerken, bakımsızlıkla malûl bir bedenin çirkinlikle cezalandırılacağını söylüyor.
Binbir türlü aidiyet ve değişimin has rengi bedenin tarzı ile kendini gösteriyor. Bir dünya insanı değil dava insanı olanlar için de; dava insanı değil kesif bir sefahat insanı olanlar için de biçimimizin hangi tarafta olduğunu göstermek önem taşıyor. Bir dizideki Nazi kadının estetisyene olan sitemi gibi:
"Asla olamayacağı kadar kalkık kaşlar, çekik gözler, dolgun dudaklar... yaratarak, ırkımızı bozuyorsunuz!" (2)
İşte burada militan ruh, bir bayrak olarak bedene yapılan müdahaleyi, güzel ve doğal arasındaki "ırksal" bağı koparmakla suçluyor...
Kadın ve erkek bedenine yüklenen anlamlar
Kadın ve erkek bedenine ulusçulukların süzgecinden geçerek yüklenen anlamlar, kapitalizmin parlatıcı etkisi ile kendini şaşırıyor. Güçlü, savaşkan, duygularını belli etmeyen erkeğin raconu, jöleli imaj ile kesintiye uğruyor.
Güzellik, başarıya ulaşmanın da, onu anlatmanın da en bariz yolu olarak her türlü tüketim pazarının can damarını besliyor. Güzellik sektörünün kurbanları güzellik aşkına değil, para uğruna yapmak durumunda kaldıkları deneklikten başka, bir zaman kötü ürünün ya da üretim fazlasının pazarı olarak kullanılan "üçüncü dünya"nın kaderi gibi, sağlığa zararlı ya da ilk ürünlerin habersizce denendiği "üçüncü insanlar" olarak karar vermedikleri bir sürecin ceremesini çekiyorlar.
Evrensel bir dert olarak başımıza musallat olan hegemonik güzelliğin meyvesinden huylanıp hayata çalım atayım derken bir yere takılıp düşenlerde az değil.
Bilhassa kadının, endüstrinin gözünü diktiği bedenini kollamak isterken, çoğu kez çareyi bedenine müdahalede bulmak zorunda kalışının, onu sımsıkıca tutarken boğulmanın ironik yükünü kim ne kadar süre taşıyabilir?...
Diğer yandan bir iletişim imkânı olarak bedenin varlığı, sorularla gömülü bir gösterge olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin işitme engelini, bedenini konuşturarak aşmaya çalışan biri, konuşmanın esas figürü olan kolları olmadan, konuşmaya nasıl dahil olabilir? Ya da görmeden konuşabilir mi?
Diyaloğun bedene bu kadar yoğun olarak yüklenmiş olmasının yanı sıra, konuşmanın çoğu kez bir yanıtlama sistemi olarak işlevsizliği, farklı anlaşma imkanlarını çekicileştiriyor.
Yeni tür iletişim teknolojileri, toplumsal iletişim olanaklarından bedensel ağırlıklı olarak dışlananlara; yaşlılara, şişmanlara ve zayıflara, sakatlara, uzunlara ve kısalara, hastalara ve iyi beslenmemiş olanlara vb. sadece "toplumsal iletişimin içinden biri olmanın" oyunlarını sunmuyor; aynı zamanda klavyeye dokunabilecek her türlü organın sahibini asgari müşterekte kanaat getirilen bir konuşmaya da ortak ediyor.
"Ben belki de Leydi D olmak istiyordum, internet bu 'eşitsizliği' yıkıyor," diyenlerin kendi bedenini ağ içinde takas ettiği model ile, toplumsal iletişim olanaklarından dışlanmasına sebep olan model aynı model değil mi oysa?
Dans eden, belli eden, doyan, tahrik olan, halsizleşen, hareketlenen, doğan ve doğuran, hastalanan, ölen, üşüyen, terleyen, esneyen, daralan, sömürülen... bir yapıyla bütünleşecek olan ruh, keyfe de acıya da büyük anlamlar yüklememeyi öğütlüyor.
Ama ölümsüzlüğü, yepyeni bir bedeni ya da öylece ölmeyi arzulamanın kadim sıkıntısı taş gibi ağırlığıyla hiçbir yere kıpırdamıyor... En çok da onca yükün yorgunluğunu bedenlerinden öylece silkip atabileceğini umanlara unutturuluyor ölümsüzlük; ölürken de hastayken olduğu gibi çalışmakla yükümlü olanlara. (GE/TBÖ/SP)
(1) Disseksiyon, anatomi, otopsi ya da otopsi yapılan şey.
(2) Nip-Tuck adlı Televizyon dizisinden.
*Resim: Diego Velázquez'in 17. yy'da yaptığı "Aynadaki Venüs" resmi.