Son ayların gündeminin baş maddesi Kürt sorunu, özellikle de PKK’yi bitirmek, bunun için de Kuzey Irak Kürt yönetimine haddini bildirmek!!!...
Hatta, Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne karşı takınılacak tavır, her şeyin önüne geçmiş durumda. Onlarca ölümün ardından, Şahinleşme, askerinden siviline herkese hakim olurken Barzani ve Talabani’ye hadlerini bildirmenin zamanının gelip de geçtiği , bunun için de onların hamisi ABD’nin onayıyla düğmeye basılması gerektiği esip savruldu. Derken, temaslar ve ABD ziyaretleri ile anlaşıldı ki, ABD, Kuzey Irak Kürtlerine dokundurtmayacak. Kuzey Irak Kürt Yönetimi de Türkiye’nin esip savurmasından ürkmüş olmalı ki, PKK’ye hamilik yapmayacağının sözünü vermiş göründü.
Tam bu sırada CHP, şahinlikten uzaklaşarak güvercinleşmeye yöneldi ve Kuzey Irak Kürtlerine eğitimden,ticarete, kültürel yakınlaşmadan hamisi olmaya uzanan bir zeytin dalı ile ortaya çıktı ve doğrusu çoğu insanın ezberini bozdu.
Dikkat edilirse, gündem hep Kuzey Irak Kürt Yönetimi..Şahinler, dövelim; güvercinler yanımıza çekelim derdindeler. Neden Kuzey Irak bu kadar önde? Çünkü Kuzey Irak, bir tehdit unsuru olarak görülüyor. Neye karşı? Türkiye’ye karşı... Türkiye’nin Kürtlerini ayartacak, kandıracak, baştan çıkarak bir fitne, fesat olarak görülüyor Barzani-Talabani..
Despot babanın talihsiz kızı
Teşbihte hata olmaz.. TC. Devleti tam kızına rahat yüzü göstermeyen despot bir babanın trajikomik kıskanç ve güvensiz ruh halini taşıyor.
Rahat yüzü gösterilmeyen, okutulmayan, ihtiyaçları doğru dürüst karşılanmayan, gün yüzü gösterilmeyen evin kızına (Türkiye’nin Kürtleri), birileri başkaldırmasını, ayrılmasını söylüyor (PKK), birileri de alttan alta baba evine sırtını dönüp kendisine kaçmasını (K.Irak Kürt Yönetimi)..
Despot baba, yıllardır kızıyla barışık olmadığı, ona sevgi ve şefkat göstermediği için, olur mu olur, diye endişeli, kaygılı..Kah kızı dövüp korkutuyor, kah onu ayartmaya çalışan tehdit unsurlarını dövüp, tehdit ediyor..
Oysa ne beklenir? Babanın kızı ile diyalog kurması, ihtiyaçlarını anlaması, onları karşılaması, sevmesi, güvenini kazanması ..Böyle yapsa, kızına güvenecek, onu ayartmak isteyenleri ise hiç umursamayacak..Baba ile kızın arasını kimse bozamayacak..
İşte bu kadar çözümü basit ve insani olan bir şeyi Türkiye’yi yönetenler Türkiye’nin Kürtlerine yapamadılar bunca yıl ve hala yapamıyorlar..Kendi Kürdünü sevmek kucaklamak varken, onu korkutmayı, Kürdünü ayartacağını sandıkları ile bitmek bilmeyen tükenmek bilmeyen bir kör savaşı sürdürmeyi marifet sandılar, sanıyorlar..
Peki evin kızı Kürtler? Onlar, babalarına güvenebildiler mi? Hayır güvenemediler. Çünkü yaşadıkları bölge hep Türkiye treninin üçüncü mevkii oldu. Kara tren devrinde de üçüncü mevkii, 2000’lerin elektrikli tren devrinde de üçüncü mevkii..
Yoksulluk, yoksunluk, işsizlik, horlanma, kendi dilini konuşamama, kendi kültürünü yaşayamama, horlanma..Böyle bir muamelenin resmi politika haline getirildiği yerde kızın despot babasına güvenmesi nasıl mümkün olsun ?...
Bir süre sonra, o da öfkelendi, celallendi ve ona farklı yollar gösterenlere kulak kabarttı... Belki korkarak, belki bir umuttur diye inanarak.. On yılllar böyle geçti ve artık farkına varmış durumda ki, bu da yol değil...
Buradan da tünelin sonu görünmüyor...
Gerçekten de Bölge Kürtleri yorgun, çaresiz, umutsuz…PKK’ya inançları azalmış, yeni açılımlar, arayışlar halindeler..Ama her şeyden önce, kendi bölgelerinde korkmadan yaşamak istiyorlar, ülke sathına yayılmak istenen Türk-Kürt cepheleşmesi ile yaratılmak istenen sinsi iç savaş fitnelerinin, oyunlarının bozulmasını bekliyorlar..
Kürdünü sev, koru...
Yapılacak şey bellidir aslında Türkiye, kendi Kürtleri ile hiç olmasa bu saatten sonra barışmalıdır. Kendi Kürdünü sevmeli, korumalı, ona güvenmelidir. Önce kendi evinin içini düzenlemeli, sırtını kendi Kürdüne güvenle dönebilmelidir. Kürtler, sadece Doğu ve Güneydoğu’nun 21 iline dağılmış 10 küsur milyon nüfustan oluşmuyor.
İstanbul nüfusunun yaklaşık yüzde 20’si Doğu-Güneydoğu doğumludur. Bu, tüm Marmara için, İzmir için, Akdeniz için, İç Anadolu için geçerli bir demografik gerçektir. Türkler ve Kürtler yüzyıllardır birbirlerinden kız alıp verdiler, birlikte askerlik yapıp birlikte yaşadılar. Et ve tırnak benzetmesinin yetersiz kaldığı bir bütünleşmedir sözkonusu olan.. Türkler, Kürtlersiz, Kürtler Türklersiz olamazlar...
Yapılacak şey, mağdur olanı, güçsüz olanı, yoksul olanı koruyup kollamak, anlamak, ihtiyaçlarını gidermektir. Kürtlerin kendi dillerini konuşmalarını, kendi kültürlerini yaşamalarını, kültürel haklarını kullanmalarını sağlamak için AB’ye ihtiyaçları olmamalıdır. Bu hakları onlara AB hatırına tanımaktan Türkiye Cumuhriyeti hicap duymalıdır.
Kürtlerin yoksulluğu “devletin yeşil kartları” ile tescil edilmiştir. Geliri daha adil dağıtması bir Anayasal görev olan devletin yeşil kartla yoksulluk belgelemekten utanması gerekir. 2007 Türkiyesinde Van nüfusunun yüzde 47’sinin yeşil kartlı yoksul nüfus olmasından utanç duymak gerekir.
Onca GAP projesi iddiasına rağmen Diyarbakır,Şanlıurfa’daki yüzde 18’e ulaşan işsizlikten utanç duymak gerekir. Yoksulluk yüzünden çocuklarını ya dağdaki PKK’ya, ya da İstanbul’daki mafyaya satmak zorunda bırakılan biçare Kürt ailelerinin varlığından devlet utanmalıdır. Çocuklarını dağa ya da mafyaya satan babaya değil, onu bu duruma düşüren yöneticilere yazıklar olsun!...
Evet, Türkiye Cumhuriyeti, IMF siyasetleriyle insani hassasiyetlerini unutan bir devlet olmayı terk edip tekrar yoksul Kürdünü de kucaklayan bir “sosyal devlet” olmalıdır.
Herkese refah, iş, aş…
Kürt sorunu ekonomik , değil, politik, kültürel bir sorundur diyenler fena halde yanılıyorlar. Kürt sorunu tabii ki politik ve kültürel bir sorundur ama bir o kadar ekonomik bir sorundur. Türkiye’nin hemen her döneminde en az gelişmiş bölge olma talihsizliğini üstünden atamayan bir bölgede ağırlıkla Kürtler yaşıyorsa, bölgesel eşitsizlikleri azaltmak devletin bir Anayasal görevi olduğu halde bu yerine getirilmiyorsa Kürt sorunu aynı zamanda bir ekonomik sorun olmaz mı?
Askerlik yaptığı, vergi verdiği halde, çağın nimetlerinden, eğitimden, sağlıktan, iş ve konut haklarından daha az yararlandığını ya da hiç yararlanmadığını, bunun üstelik onlarca yılı bulduğunu gören, yaşayan biri kendisine üvey evlat muamelesi, yapıldığını, dışlandığını hissetmez mi? Hem de birileri çıkar, “Biz Kürdüz, ondan bunu yapıyor devlet” derse öfkeyle buna inanmaz mı, isyan etmez mi?
Temelde tabi ki, yoksulluk var ve bu yoksulluğu kökten azaltacak önlemler alınmadıkça Kürt sorunu sorun olmaya devam edecektir. Kürtlere kültürel haklarını tanımak, herkes için demokrasiyi geliştirmek tabi ki boynumuzun borcudur ama onlara Türkiye ortalamalarının altında kalmayan bir refahı, işi, aşı da vermek zorundayız. Ancak, o zaman evin kızı, babasının öz kızı olduğuna inanır, ona güvenir, kendini güvende hisseder. Ancak, o zaman Türkiye’nin dört bir yanına göçmüş Kürtler kendilerini daha güvende, daha vatandaş hissederler.
Sorun emek mücadelesidir, sınıfsaldır...
Kürtlerin çoğunluğu , çoğu Türkler gibi, emekçi, ücretli sınıftandır. Türkiye’nin işgücü sayılan nüfusundan işi olanların yüzde 70’e yakını, ya da 13 milyonu “ücretli” olarak çalışmaktadır. İşsiz nüfus, resmi olarak 2,5 milyonu, gerçek anlamda ise 5 milyonu buluyor. Bu, işi olan ücretliler ile işsiz emekçilerin sayısının 18 milyonu bulması demektir ki ekonomik nüfusun yüzde 80’ine yakın bir emekçi nüfustan söz ediyoruz demektir..
Kürtlerin kimlik mücadeleleri ile iş-aş mücadeleleri, tüm Türkiye emekçilerinin demokrasi, bağımsızlık , iş-aş mücadelesi ile iç içedir. Biri diğerinden farklı değildir, hepsi son tahlilide emekçilerin demokrasi ve ekmek mücadelesidir. Bu da Kürtlerin kültürel hak ve yoksullukla mücadelelerini Türk emekçileri ile aynı çatı, aynı program çerçevesinde yürütmeleri gereğini bir kez daha gündeme taşıyor.
Sorunun sınıfsal özü çok ortadadır. Milliyetçi tortulardan iyice arınmış, Kürtlerin kimlik mücadelelerini, kültürel haklar için mücadelelerini de içeren ortak sınıfsal bir emek programının gerçekleştirilmesi, Türkiye’yi daha aydınlık, daha demokratik bir geleceğe taşımada bugün, geçmişten daha mümkün görünmektedir. Bunun farkında olmak gerekir.
Türkiye’nin Kürtlerinin yüzlerini başka yerlere çevireceklerine, başka yönetim arayışları içine gireceklerine, ayrımcı, parçalayıcı eğilimlere yüz vereceklerine kimse inanmasın. Kendileriyle birlikte 72 milyonluk bir ülkenin asli unsuru olmak varken kim, niye ve ne akla hizmeten başka arayışlara girsin ? Onca haksızlık, çarpıklık ve adaletsizlik içermesine karşın 400 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşmış bir ekonominin içinde iş ve aş bulma seçeneği dururken kim, niye, ne akla hizmeten ABD işgali altındaki bir yoksulluk adasına kulaç atsın?
Kimse kendisini aldatmasın; Kürtler, birçok Türkten daha çok Türkiyelidir, Türkiye’nin sahibidirler..
Herkes Kürdünü , özellikle Kürt emekçisini sevsin, korusun, güvensin.. Göreceksiniz, her sorun daha çabuk çözüm bulacak, her fitne, fesat dönüp sahibini kahredecektir.... (MS/NZ)