Türkiye'nin enerji politikalarındaki çarpıklığı, tutarsızlığı birçok yurtsever uzman takip ediyor. Ama bunlar içinde sorunları gün be gün ayrıntılarıyla takip eden ve çözüm üreten iki ismi, Oğuz Türkyılmaz ile Necdet Pamir'i anmak isterim. ODTÜ kökenli bu iki mühendis-uzman, ülkede ve dünyada enerji alanında yaşanan gelişmeleri, ekonomik, politik, diplomatik sonuçların neler olabileceğine ilişkin öngörüleri, kamuoyu ile her fırsatta paylaşıyorlar. Çeşitli kurul ve platformlarda yoğun mesai harcıyorlar. Kısa bir internet taraması ile çalışmalarına ulaşabilirsiniz.
Necdet Pamir, 28 Ağustos tarihli Cumhuriyet'te Leyla Tavşanoğlu ile söyleşirken Türkiye'nin enerjideki bağımlılığının yüzde 72'ye ulaştığına işaret ediyordu. Pamir'in, Türkiye ile ilgili bu tespitini biraz genişleterek enerjide bağımlılar kulübü Avrupa'daki vahim yerimizi okurlara göstermek isterim.
AB(27)'nin enerjide ithalata bağımlılığı, ortalama olarak yüzde 55'e ulaşıyor. Bazı Avrupa ülkelerinin enerji üretiminde ihtiyaçlarını yerli üretimle karşılama oranları bu ortalamanın üstünde, bazılarında ise çok geride. Kuzey ve Orta Avrupa ülkelerinde petrol ve kömür kaynaklarının varlığı, bu ülkelerde dışa bağımlılığı azaltıyor. Örneğin Norveç, petrol ve doğalgaz, İngiltere, petrol ve kömür, Hollanda, Romanya petrol üretiminde söz sahibiler. Dolayısıyla enerji bağımlılkları daha düşük. Buna karşılık, AB'nin en büyüğü Almanya önemli bir enerji bağımlısı. Güney Avrupa ülkeleri de öyle. Fransa gibi nükleer enerji riskini göze alarak ithalata bağımlılğını azaltmış ülkeler de var. Bu bütün içinde Türkiye'nin enerji bağımlılğı yüzde 72 ile dikkat çekici bir boyutta.
Türkiye dahil olmak üzere, Avrupa kıtasının enerji tedarikçilerinin başlıcaları Rusya ile İran. İkinci planda, enerji ihracatçısı Orta Doğu ülkeleri var. Bu bağımlılık, sadece ekonomik alanda kalmıyor, politik, diplomatik tutum ve davranışlarda da kendini gösterebiliyor.
***
Türkiye, ham petrol,doğal gaz,kömür gibi temel enerji hammaddelerinin hepsinde net ithalatçı. İthalat anlaşmaları bir felaket!..2000 sonrası izlenen sıcak para rüzgarıyla yaşanan hızlı büyüme, enerjiye duyulan ihtiyacı ve ithalatı da kamçıladı. Artan enerji ihtiyacı için yatırımlar nal toplarken ithalat tam gaz hızlandı. Enerjiyi özelleştirme saplantısı ile kamu, enerji yatırımlarından men edilirken özelin enerji yatırımları devede kulak mertebesinde kaldı.
Enerji, bir girdi olarak üretimi güvence altında olan ve en düşük maliyetle üretilip satılması gereken bir ürün. Bu özelliğinden dolayı da daha çok bir kamu malı olması gerekirken, piyasacı zihniyet, kendi ayağına kurşun sıkarak neoliberal ezbercilikle sektörü özelleştirmeye ve ticarileşmeye açtı. Sektörü, kamuya yasakladı.
Bugün gelinen yer itibariyle sektör tam bir çıkmaz içinde. Yatırımlar istenen boyutta değil ve özellikle hidroelektrik kaynakları, dereler, çaylar talan halinde. Gelişkin teknolojilerle linyit kaynaklarının kullanımı etkinleştirilirse, güneş, rüzgar kaynaklarından daha iyi yararlanılsa, su kaynakları çevre faktörü dikkate alınarak işletilse, ithalata bağımlılık makul bir yere çekilecek.
Ama bunlar kadar önemli olan ve sık sık sorulması gereken soru şu: Neden bu kadar enerji tüketiyoruz ? Çarpık, hormonal büyüme olmasa ,bu kadar enerji ihtiyacı ve bağımlılık olur mu? Enerjiyi yerinde tüketiyor muyuz? Örneğin, net ihracatçı görünen sektörlerden çimento-toprak sanayi ile ana metal (ağırlıkla demir-çelik) gerçekten ihracatçı mı, yoksa yoğun enerji tükettikleri için son tahlilde ithalatçı mı? Bu sektörleri geliştirmenin net getirisi nedir? İzolasyon ile ne kadar tasarruf mümkün ? Kaçakları önleyerek kaç dereyi kurtarabiliriz aslında?
Özet olarak, enerji, özelleşmeye, sermaye birikimine, ticarileşmeye uygun bir alan hiç değil. Yol yakınken kamu üretimi,denetimine alınmalı ve bağımlılık bu yolla azaltılmalı. (MS/MS)