Alışılmış. Adettendir. Her yılın bitiminde, rahmetliklerin ruhuna “Ramazan Hatmi” okunup, “hatim indirmek” babından yaşanılan yılın sayımı dökümü yapılır. Ben de istedim ki bir yılın (2007 yılının) değil de 80 yılın dökümünü, daraltılmış kalıplar içinde yapayım. Jules Verne’in “Seksen Günde Devriâlem” kitabına izafeten “Seksen Yılda Devriâlem” gibi, diyelim de bakalım ne çıkacak!
Siyaset almış başını gidiyor. Adeta gem’i azı’ya almış siyaset. Ya da siyaset yapıldığı varsayılan, aslında ne idüğü belirsiz siyaset. Neden mi, belki de kanıtı şu: Bir televizyon kanalında (TV 8) iki konuşmacı bir programcının hazirununda “Güneydoğu Ekonomisi ve Kalkınma”yı konuşmak üzere bir araya gelmişler. Biri bölgeden (Güneydoğu Sanayici İşadamları Derneği Başkanı Şah İsmail Bedirhanoğlu), diğeri Ankara’dan (Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün) iki şahsiyet. Tümüyle tesadüf eseri tanık oluyorum programa ve tartışmalarına.* Aslında güneydoğu ekonomisini tartışacaklarken, ısrarla güneydoğu siyaseti, ekonomi ile ilgili şahsiyetler tarafından didikleniyor. Hakkını yememek için şunu koymakta yarar var. Bölgeden giden GÜNSİAD başkanı ısrarla ekonomiyi konuşmak istemesine karşın, ATO başkanı da ısrarla kendi kafasındaki siyasetten zemin oluşturmakta ısrar ediyor, yönlendiriyor.
İstemeden, kendimi çok zorlayarak Şah İsmail Bedirhanoğlu’na birkaç ipucu vermek için hiç değilse programın reklam aralarında cep telefonuyla ulaşayım diyorum, ama telefonu kapalı. Sağlık olsun. İşte şimdi sizinle paylaşacağım. Diyor ya, zatı muhterem Sinan Aygün “Kardeşim ne eksik. Neyi alamıyor, neyi satamıyorsunuz?” diye…
Hadi bakalım ya Allah, tarih konuşsun, belgeler de…
1927
Belki kimileri bu satırları okurken haksızlık ediyorsun da diyecek, varsın desinler. Belki anlamsız bir değerlendirme gibi de algılanacak, varsın algılansın. Ama bugünü tartışacaksak geriye gitmek ve sürecin başladığı noktadan bugüne gönderme yapmak kanaatime göre en doğrusu. Bunun için de 1927 tarihi doğru bir tarih.
Ama ondan önce, 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de eski Banka Han’da İzmir İktisat Kongresi toplanır. Mustafa Kemal Kongrenin açılış konuşmasını yapar ve der ki; “ Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle alakadar ve münasebetdar olan, milletin iktisadiyatıdır. Hakikaten Türk Tarihi tetkik olunursa bütün yükseliş ve çöküş nedenlerinin bu iktisat meselelerinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.”
İşte bu tarihi ve önemli iktisat kongresinden tam 4 yıl sonra 1927 yılında genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk Sanayi Sayımı ülke ölçeğinde yapılır. Türkiye Genelinin Sanayi Envanteri çıkarılır. Ben bu dökümün ayrıntılarına girmeye pek istekli değilim. Daha çok Diyarbekir (1927 senesinde henüz Diyarbakır olmamış) Sanayi Sayımı üzerine yazacağım.
1927 yılındaki sanayi sayımına göre Diyarbekir’in 772 sanayi işletmesi var. Bu 772 işletmenin 199’u dokuma, 133’ü maden ve makine imalatında faaliyet yürütüyor. Gerek teknolojik olarak, gerekse işgücü kapasitesi bir de nitelikli işgücü açısından Diyarbekir o yıllarda dokumacılıkta, özellikle de ipekli dokumada önemli bir merkez olarak kabul görüyor. Hatta birçoklarınıza belki de şehrin bugününe bakarak “Bu kadarı da olmaz” dedirtircesine Diyarbekir, İstanbul’dan sonra ipekli dokumada Türkiye’nin ikinci önemli merkezi konumunda. Günümüzün çok önemli bir dokuma merkezi olan Bursa o günlerde 48 işletmesi ile Diyarbekir’den sonra ancak üçüncü sırada yer alabiliyor.
Aslında belki de rakamların gücüne ve sihrine, ha bir de unutmadan gerçekliğine tam güvenerek destek atışını sürdürmekte yarar var:
Yine 1927 yılı için istihdam kapasitesi açısından yapılacak bir değerlendirmede Diyarbekir 67 işletmeye sahip olarak İstanbul ve Bursa’dan sonra 3. il durumundadır. Türkiye genelinde, 50 ve üzerinde işçi çalıştıran 13 inşaat işletmesinin dört tanesi, 124 kâğıt ve karton üreten kuruluşun da bir tanesi Diyarbekir’de bulunmaktadır. Bir başka çarpıcı sonuç Kimya Sanayinde dört ve üzeri işçi çalıştıran beş işyeri ile Diyarbekir ve Erzurum Türkiye’de altıncı sırada yer alıyor. Ve yine aynı tarih olan 1927 senesinde Diyarbekir sanayi alanında 3.276 insanı istihdam ediyor.**
Diyarbekir anılan tarihlerde 1925 yılında yaşanan Şeyh Said İsyanından yeni çıkmış, Takrir-i Sükûn kanunu ile müşerref olmuş, 1925’te başlayıp, 1927’de hızlanan ve 1937’ye kadar acımasızca süren Mecburi İskân Yasaları ile henüz tanışmanın arifesindedir.
Peki, şöyle bir soruyu sormanın tam da vakti değil midir? Diyarbekir yeni kurulan cumhuriyete anlamlı ve sanayi açısından yüklü kapasite ile girdiği halde bugün neden hak etmediği kadar geri bir noktada! İşte bu soruya verilebilecek hakkaniyetli ve yürekli yanıt, cumhuriyetle yüzleşmenin ve hesaplaşmanın da okkalı bir yanıtıdır kanımca…
Diyarbekir şimdi
Şimdi ne durumda Diyarbakır (Artık Diyarbekir’likten Diyarbakır’a terfi ettirilmiş ya!).
Sıkı durun. Sonuç aynen şu: Devlet Planlama Teşkilatının verilerine ve sosyoekonomik gelişmişlik sıralamasına göre, Diyarbakır; 1996 yılı biter 1997’ye girerken, yani sanayi envanterinin 70. seneyi devriyesinde; 57. sırada iken 2003 yılında 63. sıraya gerilemiş. Son dört yılın verilerine göre muhtemelen bir iki basamak daha düşmüşse sürpriz sayılmamalı.
Belki buradan yürüyerek rakamların ışığında tercihlerde yapılacak sıralama ve rakam telaffuzu yeterince aydınlatıcı olabilir: “2002–2006 döneminde Doğu-Güneydoğu’ya yapılan yatırımların Türkiye toplamındaki payının yüzde 4.44 olduğu görülmektedir. Aynı dönemde yatırımlardan İstanbul tek başına yüzde 25 dolayında pay alıyor. İstanbul’un çevresindeki Kocaeli, Bursa ve Tekirdağ gibi iller yine teşvikli yatırımların toplandığı iller oluyor. Öyle ki; bölgedeki 21 ilin (Elazığ, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Van, Urfa, Şırnak, Mardin, Batman, Erzincan, Erzurum, Kars, Ardahan, Muş, Siirt, Hakkâri, Iğdır, Bitlis, Ağrı, Bingöl, Tunceli) toplam teşvikli yatırımları, 2002–2006 döneminde Bursa’nın tek başına aldığı yatırımların altında kalmıştır.”*** Yani Diyarbakır dahil bölgenin 21 şehri bir tek Bursa etmiyor. 80 yıl evvel Diyarbekir’in gerisinde olan Bursa, 80 yıl sonra Diyarbakır’ın yanına 20 bölge şehrini de katarak yatırımlarda aslan payını alıp, amiyane tabiriyle bütün bölgeyi solluyor.
İşte asıl o zaman kendine insanım diyen yeni bin yılın projesi olarak lanse edilen Güneydoğu Anadolu Projesinin (GAP) neden sulamada yüzde 13’lerde kaldığı halde enerjide yüzde 85’lere vardırılarak enerji yatırımları hedefinin yakalandığını fark edebiliyor. Dolayısıyla GAP’ın gizli hedefinin belki de enerji olabileceği tezi insanın zihninde yer etmiyor değil! Bölge insanının sulu tarım yapabilmek için suya ihtiyacı var, batının ise bilumum işletmelerini çalıştırmak için elektrik enerjisine. Anlaşıldı mı kim bölücü!
O halde şimdi araştırması yeni biten bir akademisyenin, Mustafa Sönmez’in görüşlerine gönderme yapmanın zamanıdır: “Bütün bu görüntünün arkasında ciddi bedeller vardır. Bunların en ağırı bölgesel uçurumun daha da derinleşmesidir. Kamunun küçülmesi, sosyal devlet nosyonunun fiilen feshi, istihdam yaratmayan çapaçul yatırım-büyüme sürecinden, Türkiye’nin azgelişmiş bölgeleri derin yaralar alıyor.” Ve öncesi hiç de şimdiki gibi olmayan, 80 yıllık cumhuriyet ekonomi politikalarının kara büyüsü: bölge “Türkiye’nin en azgelişmiş ve yoksul bölgesi olma talihsizliğini bir türlü aşamamakta(n)” öte her geçen gün daha da gerilemekte.
O halde, koruculuk, düşük ya da değil yoğunluklu savaş, güvenlik gerekçeli harcamalar, sınır ötesi ya da değil operasyonlar ve benzerleri bir yana; kalıcı ve sürekli barış ile tercihini bölgeden yana kullanan pozitif ayrımcılık politikaları, işte bugünün talepleri…
Anlaşılan o ki; bölgenin siyasal ve diğer bilcümle taleplerine, hükümetin ve daha da ötesi devletin “arz”ı ortada. Bir yanıyla siyasal manada sınır ötesi operasyonlara cevaz verilirken, öte yanıyla da ekonomik manada “Fetullah Hocaefendi” talimatlı “bayram operasyonları” yapıladuruluyor. Ellerde kurban etleri ile “Kimse Yok mu Derneği, Deniz Feneri Derneği” ve diğerleri. İhaleyi kimden mi devralmışlar. O çok sevdikleri ve öve öve bitiremedikleri Osmanlı İmaret sisteminden. Önce insanları açlığa mahkum et! Ondan sonra da, vicdanları rahatlatmak adına “Bir lokma, bir hırka” felsefesine razı et. İşte mesele tümüyle bundan ibaret! Bayram süresince TV 7’de ve Samanyolu TV haberlerinde İstanbul “aksanlı”, Ankara “talimatlı” muhterem zevatın “Güneydoğu çıkarmalarını” izlerken mevcut hükümetin gerçek niyetini bir kez daha görmüş oldu(k)m.
Bütün bunların yanında elbette Sinan Aygün ve onun gibilerin anlayacağı dille, öyle belden aşağı vurarak “kedi-köpek” muhabbetine bulaşmadan siyaseti konuşmak da mümkün! (Aynı tartışma programında Sinan Aygün; “Barzani ve Talabani’yi kastederek "Kedileri istemiyoruz, bize köpekleri verin, yeter” demişti.) Demem o ki; özgür politika yapılabilmesinin önündeki engeller, siyasal genel af, seçim ve siyasi partiler kanununun ve daha neler nelerin konuşulup tartışılacağı siyaset de olur da!
Aslolan, bu tür programlarda, bölge ekonomisi, kalkınma ve yatırımlar ise bu ve benzeri tartışmaların ana gayesi, yapılan ve konuşulanlardan daha fazlası çerçevesinde pekâlâ konuşulabilirdi.
Yani ezcümle, yoksulluğun yeni ve Kürt tezahürünün bilcümle sebepleri… (ŞD/TK)
* Sağduyu,. TV8. 04.11.2007, saat 17:00
** Diyarbakır ve Bölgesel Gelişme DTSO yayını. 1993. Sayfa 31 ve dv.
*** Doğu-Güneydoğu’nun Artan Yoksulluğu ve Çözüm: Barış. Mustafa Sönmez. www.bianet.org