Kimi yaralar vardır ki! İnsan bedeninde izi dahi kalmasa da! Hissi kalır. Yaranın yerini ruh ve beden bilir. Her dokunduğunuzda yara yerine; o an’ı yeniden, yeniden ve bir daha yeniden yaşarsınız...
Roboski böyle bir “yara”. Hem de toplum vicdanında açılan derin ve eski yara. Ama üzerinde hesaplaşılmadığı için hiç mi hiç eskimeyen yara...
Geriye dönüp baktığımızda Roboski’de yaşanan / yaşatılan felaketin üzerinden altı yıl [28 Aralık 2011] geçmiş oluyor. Ve ne acıdır ki hâlâ suskunluk sürüyor. Hâlâ “operasyon hatası” ifadesinden öteye geçilmiş değil.
Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki “Milli Misak” sınırlarının doğu ve güneyinin öte yakasındaki Irak, İran ve Suriye topraklarında yaşayanlarla, Türkiye’dekiler aynı dili Kürtçeyi konuşup, aynı kültüre mensup ve aidiyetleri de Kürt oldukları halde; 90 sene evvel tecelli eden cumhuriyetle birlikte birbirlerinden ayrı düşmek durumunda kalmışlar.
Telaffuz edilen cumhuriyet modernitesi ne gündelik hayatta, ne de toplumsal refahta tecelli edememiş / etmemiş. Feodal ruh olanca ağırlığıyla gücünü cumhuriyet boyunca korumuş. Aslında korumaktan öte “korunması” için devlet ve iktidar gücüyle gayret gösterilmiş.
“Kaçakçılık” adı konulan “sınır ticareti” bilumum bütün asker sivil bürokrasinin resmen değil ama bilinen ve gıyaben bilgisi dâhilinde, hatta halk telaffuzuyla “hisseden pay almayla” bugüne dek süregelmiş.
Adı kaçak çay, sigara, şeker, mazot gibi masum ürünlerin yanında; silah ve uyuşturucu kaçakçılığında da farklı boyutlarda yıllar yılı yaşanmış, yaşatılmış.
İki denk yatak ve somya ile bölgeye gelen “kamu görevlisi kimi subaşındakilerin”, birkaç yıllık “doğu mecburi hizmeti” sonrasında “dünyalıklarını” sağlayarak batıya avdet ettikleri çokça hikâye edilenlerden. Hatta hikâye ne kelime “herkeslerin” malumu…
1943’teki 33 Kürt köylüsünün Mustafa Muğlalı Paşa tarafından Van’ın Özalp ilçesinde katli ve tarihe “33 Kurşun ve Muğlalı Vakası” olarak geçmesi cumhuriyetin kara bir lekesiydi.
Yedinci yılına girdiğimiz ve “herkeslerin” malumu olan tarihe not düşülecek bir başka büyük katliam olan Roboski vak’ası vicdanlarda derin yaralar açtı, açmayı sürdürüyor.
Çoğunluğu genç, hatta çocuk ve aynı aileden, aynı köyden olan 34 Roboskili Şırnak köylüsü, kişi başına 30 ile 50 lira arasında kazanacakları bir bedel için yaptıkları sınır ötesi “kaçakçılık” denilen aslında ticaretin bedelini resmi yetkililerin ağzıyla “operasyon hatası” şeklinde parçalatılarak canlarıyla ödediler.
Şairin kelamınca pasaporta ısınmamıştı içleri. Suni sınırın öte yakası da aslında bir zamanlar kendilerinindi. İşte buydu katledilmelerine sebep suçları.
Katliamın üzerinden altı yıl geçti. Çaresiz, sessiz, sahipsiz, sınırsız ve genç ölülerle geçen İki binden fazla gün ve gece...
Bu utanç bu tuhaf ülkeye yeter de artar bile.
Utancımızla kirlenip, yunmadan yıkanmadan ölelim. Bu ayıp hepimize yeter… (ŞD/HK)
Not: Yakın zamanda Aras Yayınları’ndan çıkan “Ahım Var Diyarbakır” kitabımın imza ve söyleşisini, udi Yervant’ın müzikal performansıyla Diyarbakır Suriçi’nde Kastal kafede 30 Aralık Cumartesi saat 15.00 ve sonrasında yapacağız.