Farklı partilerden farklı hayat hikâyelerinden gelen bir sürü bakanla çalıştım. Kiminin entelektüel birikimi hayranlık verici idi, kimini bakkala ekmek almaya göndermek istemezdiniz. Bir tanesi bakanlığa “giriş yaptığında” giriş salonundaki güvenlikçilerin kendisi ile göz teması kurmasını yasaklamıştı. Bir anlam veremesek de günlerce bunun üzerine espri yapıp bakanlıkça pek eğlenmiştik.
“Giriş yapmak” evlat olsa sevilmeyecek fiillerden ama bahsettiğim bakanın girişi hakikaten öyleydi; bir süreç, bir sabır gerektiriyordu. Yollar kesiliyor, önden çakarlı arabalar geliyor, kapıya yaklaşırken öndeki arabadan kara yağız genç adamlar falan fırlıyordu. Sanırsın Kültür ve Turizm Bakanlığı’na değil de Pentagon’a giriş yapıyordu. Gerçi elin Amerikalısı ar eder, Pentagon’a öyle girmez.
Bunlar hep “güç mesafesinden” annem! Güç mesafesi gibi kendi meramını çok açık bir biçimde anlatabilen, koca bir dünyayı içine sığdırıp hiç istifini bozmadan ufka bakabilen kavramlara bayılıyorum.
“Güç mesafesi” kavramı Hofstede’nin kültürel boyutlar modelinin altı ayağından biri. Bu model kültür dediğimiz devasa kavramı, güç mesafesi, erillik/dişillik, bireycilik/toplumculuk, belirsizlikten sakınma, uzun vadeli yönelim, kısıtlamaya karşı hoşgörü gibi boyutlarda kategorize ediyor.
Hofstede güç mesafesini şöyle tanımlıyor; “Bir toplumun üyelerinin, kurum ve kuruluşlarda gücün eşitsiz dağıldığını kabul etme derecesi”. Kurum deyince zihninizi korkak alıştırmayın sadece resmi yapılar gelmesin aklınıza, aile de bir kurum, hem de en âlâsından.
Toplumda asimetrik güç kullanımının yaygın olduğunu; bireylerin gücün eşit dağılmadığını kabul ettiğini ve bunun sosyal düzenin bir sonucu gibi algılandığını düşünün. Kavram gücün paylaşımına ilişkin bir algılama ve kabul derecesini gösteriyor.
Ulusal düzeyde kültürel farklılıkları açıklamak için anlamlı bir model bence çünkü boyutların her birinde ülkelerin puanı bir cetvele işlenince ülkeler arası farklılıkların okunabilmesi, anlamlandırılması mümkün oluyor.
Literatürde bu boyutların pek çok kültürü açıklamaya yetmediğine dair çalışmalar da var. Ancak, eşitsizliği kabul etme derecesini içeren güç mesafesi endeksi “karşılaştırılabilirlik” ve “ölçülebilme olanağı” sağlama iddiasından ötürü popülaritesini yine de koruyor.
Güç Mesafesi Endeksinde ülkelerin puanları çeşit çeşit. Latin Amerika ve Asya Ülkeleri, Afrika ve Arap dünyasının puanları oldukça yüksek. Zirve dolaylarında Malezya (100), Guatemala (95), Filipinler (94), Meksika (81), Venezuela (81) ve Çin (80) var. Rusya (93), Romanya (90) ve Sırbistan (86) puana sahip. Mısır (70), Suudi Arabistan (95) ve BAE (90) puan. Listenin sonlarında ise Avusturya (11), İsrail (13), Danimarka (18) var.
Güç mesafesi endeksinde yüksek puan o toplumun kültüründe birilerinin diğerlerinden daha büyük miktarda güç kullanmasının kabul edildiğini gösteriyor. Düşük puan ise o toplumun kültüründe tüm insanların eşit haklara sahip olması gerektiği görüşünün kabul gördüğünün bir göstergesi.
Türkiye’nin temizinden 66 puanı var. Yüksek bir güç mesafesine sahibiz. Pek çok ülkeye göre “kırmızı alanda” görünüyoruz. Aslında aileye, işyerine, hatta gündelik hayata bakarak bunun ipuçlarını yakalayabiliriz kolaylıkla.
Örneğin bizim kültürümüzde aile içinde, baba, amca, abi gibi yakın akrabalarla hiyerarşik mesafe, yani güç mesafesi çoktur. Büyük kardeş ile küçük kardeş arasında bile fark vardır. Ebeveynlerimiz bizden saygı ve itaat bekler, onlarını gücünü sorgulamayız.
Güç mesafesi düşük olan kültürlerde çocuklar ebeveynlerine kendi fikirlerini söylerken bizim kadar sancılanmazlar. Bireysel bağımsızlıkları kabul edilir, hatta teşvik edilir. Belirli bir yaşa gelince çocuğun aileden ayrılması ve kendi ayakları üzerinde durması beklenir.
İş hayatında da benzer bir durum var. Güç mesafesinin çok olduğu kültürlerde ast-üst ilişkisi ciddi bir eşitsizlik barındırır. Yöneten insanlar “baba yarısı” kabul edildiğinden yönetilen, geniş bir yelpaze içinde gurur kırıcı davranışlarla karşılaşınca genelde sessiz kalır.
Güç mesafesinin az olduğu kültürlerde ast ve üst neredeyse eşit hak ve sorumluluklara sahiptir. Hiyerarşi, iş bölümü formundadır. Yüksek dereceli yöneticilerin belirli imtiyazlardan yararlanması hoş karşılanmaz, “bal tutan parmağını yalar” denmez.
Güç mesafesinin az olduğu kültürlerde insanlar birbirleri ile eşit ilişki kurarken bizim gibi kültürlerde bu eşit iletişim düzeyi “saygısız” bulunur.
Güç mesafesi sadece ebeveyn-çocuk ya da ast-üst arasında değil gündelik hayatta aklınızın alamayacağı kadar çok şekilde kendini gösterir. Bir kültürde güç mesafesi çok ise, en üst statüdeki insan en iyi yere oturtulur, en yüksek statüdeki insan en yüksek sesle konuşur, o konuşmadan kimse konuşmaz, hatta o konuşurken onun gözüne doğrudan bakılmaz bile.
Başka kültürden örnek vereyim. Japonya’da göreve ilk başladığımda bir konuğumu uğurlamak için kapıya kadar eşlik etmiş ve oranın adetleri gereği vedalaşırken eğilerek selamlamıştım. Sekreterim utana sıkıla doğru eğilmediğimi söyledi. Japonya’da eğilerek selam verme işinin toplumsal statü, yaş, eğitim, cinsiyet gibi bir sürü bileşeni varmış meğer.
Düşük statülü olan daha önce başlayacakmış eğilmeye, hem de daha çok eğilecekmiş. Aynı anda, aynı eğimle eğilmek, eğilmeyi kimin sonlandıracağı gibi önemli kısımları varmış bu işin. Allahtan zeki kadınım da çabuk kaptım işi. Görev sonrası Türkiye’ye döndüğümde bir süre atamadım bu eğilerek selamlama ritüelini. Annemin eliyle beni göstererek gözlerini devire devire “Bu da her gidene eğile eğile bir hal oldu ayol” demesi sonuç verdi de mahcubiyetten bıraktım.
Güç mesafesi işinin bizi nerelere götürebileceğine dair çarpıcı bir çalışmayı aktaracağım izninizle. Malcolm Gladwell'in "Outliers: The Story of Success" kitabının yedinci bölümünden söz ediyorum. MediaCat Yayınları kitabı Türkçeye de kazandırmış, sonradan gördüm. Yedinci bölümde Gladwell neden bazı ülkelerin diğerlerinden daha yüksek uçak kazası oranına sahip olduğuna dair ilginç bir perspektif sunuyor.
Uçuş kayıtlarından, pilotların günlük rutininden, kara kutu deşifrelerinden, meteoroloji kayıtlarından yararlanarak argümanını sağlam kazığa bağlıyor doğrusu. Uçak kazalarında “kültürel mirasın” önemine ilişkin bir çalışma bu. Aslında yaptığı şey temel olarak Hofstede’nin “güç mesafesi” kavramını havacılık endüstrisine uyarlamak.
Gladwell uçak kazalarının genelde filmlerdeki gibi dehşet sahneleriyle başlamadığını, tipik bir uçak kazasının birbirini izleyen yedi insan hatası içerdiğini, felaketin daha ziyade küçük problemlerin ve görünürde önemsiz arızaların kombinasyonundan kaynaklandığını belirtiyor.
Uçuş okullarında vaka olarak okutulan iki uçak kazasını (Ağustos 1997’de Guam Havaalanı yakınında çakılan Kore Havayolları’nın KAL801 sefer sayılı uçağı ve Ocak 1990’da New York yakınında düşen Kolombiyalı havayolu şirketi Avianca’nın 052 sefer sayılı uçağı) mercek altına alıyor.
Kore ve Kolombiya örneğinden hareketle “Bu kazaya yol açan şey ya pilotların Koreli ya da Kolombiyalı olmasıyla ilgili bir şeyse?” diye sormasıyla başlıyor hikâye. Kokpitteki güç mesafesinin, hatta sadece kokpitte değil yardımcı pilot ile hava trafik kontrolörleri arasındaki iletişimin “kültürel boyutunun” göz ardı edilmesinin neye mal olabileceğini, hangi felakete yol açabileceğini nefis anlatıyor.
Yardımcı pilotun güç mesafesi yüksek bir kültürden gelmesi, kendi kültürel dilini kullanması ve bu yüzden iletişimin taraflarca deşifresinde yaşanan sorunları tane tane anlatıyor. Dünyanın farklı ülkelerinden pilotların güç mesafesi endekslerinin ölçüldüğü bir araştırmadan da söz ediyor: Güç mesafesi endeksleri en yüksek olan pilotların ülke sıralamasına bakarak bu sıralamanın en çok uçak kazası yapan ülkeler sıralamasıyla “çok yakın” olduğunu söylüyor.
Araştırmaya göre Brezilyalı pilotlar güç mesafesi endeksinde en üst sırada, iki numarada da Güney Kore. (Şu notu da hızlıca düşeyim, o yıllarda yaşanan kazalar sonrası alınan önlemler neticesinde Kore Havayolları şu anda SkyTeam Alliance’ın 1999 yılından bu yana prestijli bir üyesi.)
Güney Koreli pilotların kültürel mirasının Guam kazasında oynadığı rol inanılmaz. Korece keskin bir şekilde birbirinden ayrılmış iletişim dili düzeylerinden oluşuyor. Kore dilinde konuşan ile hitap edilen arasındaki ilişkiye bağlı olarak en az altı farklı diyalog düzeyi söz konusu: Resmi saygı düzeyi (saygıdan kaynaklanan bir itaat düzeyi), gayri resmi saygı düzeyi, açık sözlü düzey, tanıdık düzey, samimi düzey ve açık seçik düzey.
Güney Koreli yardımcı pilotun kaptan pilotla konuşurken “güç mesafesi nedeniyle” yapmaya cesaret edemediği uyarı ya da Kolombiyalı yardımcı pilotun New Yorklu hava trafik kontrolörünü kızdırmamak için kullanmadığı “emergency” sözcüğünün yol açtığı felaket korkunç; uçakların düşmesi sonucu onlarca insan ölüyor.
Ancak mesele sadece büyük felaketler değil. Güç mesafesi açısından kırmızı alanda olduğumuzu söylemiştim. Sırf ölmüyoruz, daha az ölçekte ve yıkıcılıkta yaşıyoruz diye gündelik hayatımızda güç mesafesinin sonuçlarını görmezden gelemeyiz diye düşünüyorum.
Gücün bu denli eşitsiz dağıldığı bir toplumda ve kültürde yaşamanın hayatımızı neye çevirdiğini görmemiz gerekiyor. Bu eşitsizliğe bilmeden de olsa omuz vermememiz, gündelik hayatımızda bu tehlikeli mesafenin yarattığı ne varsa söküp atmamız gerekiyor.
İyiye, güzele doğru değişimin evde ve iş yerinde başlaması gerektiğini düşünenlerdenim. Başlangıç olarak, evde kendini ifade etmeye çalışan çocuğa bağırmamamız, iş yerinde saçma sapan öfke krizleri geçirip sağa sola talimatlar yağdıran amire ne kudretli diye bayılmamamız gerekiyor belki de.
Sürekli had bildirenden, parmağını yüzümüze doğru sallayıp durandan, evdekine aslan kesilip işyerinde kuzuya dönenden, astına kötü davranan üstten, üstü kendisini beğensin diye her şeyi mubah gören asttan, kısaca gücün eşitsiz dağılımına ses çıkarmayıp celladına aşık olandan hayır gelmez diyorum.
Başka bir dünya mümkün. Daha da önemlisi dünyayı başka bir biçimde görmek mümkün. Analojiyi tam kurmadan gitmeyeyim. Son sözüm tüm gücü elinde tutmaya bayılanlara: Uçak da bir, ev de bir, işyeri de, toplum da. Nasıl da susturdum, bak ağzını açıp tek laf edemiyor dediklerin seni öyle bir felakete taşır ki ikaz lambasını göremediğine yanmaya vaktin olmaz. (AA/AS)