bütün şehirler beni izliyor
izlesin...
önemi yok!
gözyaşlarımı göremeyecek kadar
karanlık ve dar sokaklarım
kan sızıyor bedenimden
kirvesi yok,
iğdiş edilmiş
bu şehr-i ebed...
Şeyhmus Diken/taşlar şahit*
Haftada bir özellikle de hafta sonları yazmak, yazanlar bilir, diğer günlerdeki gibi köşe yazmaya benzemiyor. Cumartesi, pazar sayfaları veya ekleri editörler tarafından önceden bağlandığı için hafta ortasında yazılarınızı göndermek zorundasınız. Bu nedenle çoğu kez gündemi kaçırır, bir sonraki haftaya bıraktığınızda da aradan en azından on günlük bir zaman dilimi geçmiş olur. İşte bu vesileyle ben de geçen haftaki yazımı çarşambadan yazıp yollamış ve sonunu da şöyle bağlamıştım. “Hiç kendini affettiremeyecek zalimlerle bu kadar iyi dost olduğu için 2007. Ben 2007’den memnun kalmadım, kalbimin bir yarısı buruk ve yaralı. Dilerim 2008 aynı acıları bombalarla, yıkımlarla insan soyuna yaşatmaz…”
Sanki içime “ayan” olmuştu. Bunca sükunetin hayra yorulmayacağı gibi duygu yüküyle 2007’yi yolculama yazısını yazmışım. Bir sonraki gün Diyarbakır’da o acımasız bomba patla(tıl)dı. Bombanın şoku üzerimizde iken o geceden başlayarak birçok dosttan “geçmiş olsun” ve “başsağlığı” dilekleri geldi. Doğrusu ölenler ve yaralananlar içinde doğrudan yakınlarım olmadığı halde bu duygu paylaşımı beni ziyadesiyle duygusal kılmıştı. Sonuçta darbe alan tümüyle bir şehirdi. Şehir üzerine bunca kafa yoran bir şehirliye de neredeyse “şehr-emini” düzeyinde mesajların ve dileklerin ulaşması doğaldı.
Lâl olmuş gibiydim
Sonra kendimle yüzleştim. Birçok yerden telefon geliyordu. Kimi gazeteci dostlar görüş almaya hatta konu ile ilgili röportaj yapmaya çalışıyorlardı. Genellikle rahat, konuşkan, ifade etmede zorlanmayan biri olduğumu kendim de bilmeme rağmen, bu olayda adeta dilim tutulmuştu. Lâl olmuş gibiydim. Nitekim bunu Aktüel Dergisi için görüşmeye gelen İrfan Aktan’a da söyledim.
Kimi kez tıkanır insan. Söyleyeceği birçok şey vardır da, söyleyemez olur. Dili sanki kendisine ağır gelmektedir. Diliyle konuşmaya kalktığı an, ağzından çıkanlar kendi sözleri olmayacak/olamayacaktır. Dili ve söyledikleri belki de kendisine yabancılaşacaktır. Tümüyle bu ruh hali içinde dilimin damağıma yapıştığını ve söz üretemediğimi, adeta sözün tükendiği an’ı ilk kez yaşadığımı bu köşeden itiraf etmek istiyorum.
Genellikle duygularını duygusallıkla aşikar etmeyen biri olduğumu söyleyebilirim. Değişik gerekçelerle çok az ağlamışlığım vardır. Ama bu zalim bomba ile ölenlerin ardından akan gözyaşlarım önceki bütün ağlamışlıklarımı katladı, itiraf etmeliyim.
Yaralarını saracak erdemli şehir
Diyarbakır’da patlayan bomba üzerinden siyaseten çok laf edildi. Benim yazmak istediğim içine hiçbir siyasal yönelim katmadan, şiddete duygusal bir karşı duruşu sergilemek istenciydi.. Ve çok yaralandığımı dile getirmekti. Üzgünüm, hem de çok. Bütün gidenler benim en yakınlarım kadar yakınım. Acı büyük. Ama bu kent buna benzer acıları yakın ve uzak tarihlerde epeyce yaşadı. Yabancısı değil. Vakur, başı dik ve onurludur. Yaralarını kin tutmadan ama acısını da unutmadan, diğer bütün acılarında olduğu gibi; saracak kadar erdemli bir şehirdir Diyarbekir. Kan kustuğunda, binlerce yıllık bazalt taşlarından kan sızdığında bile, “kızılcık ya da meyan şerbeti içtim gördüğünüz kızıllık ondandır” diyecek kadar yürekli bir şehirdir Diyarbekir. (ŞD/TK)
* taşlar şahit: önümüzdeki günlerde Lîs Yayınları arasında çıkacak kitabımdan...