1959 yılı. Babam lise ikide okuyor o zamanlar. Tarih öğretmeni sevmiyor babamı. Derslerde sözlüye kaldırıp sürekli zor sorular sorup sınıfın önünde küçük düşürmeye çalışıyor. Özellikle kötü davranıyor yani. Alevi diye. Bir gün hızını alamayıp tahtaya kaldırdığı babamı eliyle işaret edip “Tükürün bu Kızılbaşın yüzüne!” diyor sınıfa. Şimdi 80 yaşında olan babam kimlerin tükürdüğünü hatırlamıyor, gözü yerdeymiş çünkü, ellerini önünde birbirine kavuşturmuş sadece bu eziyetin bir an önce bitmesini dilediğini hatırlıyor.
Babam bunu sadece bir kere, sanki o kötülükte payı varmış gibi, utanarak anlattı. 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta, Madımak Oteli’nde 33 insanın yakılarak öldürülmesine ilişkin davanın zaman aşımı gerekçesiyle düşürüldüğü haberini okurken yine karşıma çıktı o tarih öğretmeni. Sadece 124 kişiye dava açılsa da polis kayıtlarına göre o gün Madımak Oteli’nin önündeki kalabalık 15 bin kişi imiş. Tarih öğretmeni eğer hayatta ve Sivas’ta olsaydı kesin o kalabalığın içinde olurdu diye düşündüm.
Bizim hâlimiz hem herkes gibi olup hem de herkes gibi olmamanın lanetine benzer. Bir sürü cephede bir sürü savaş. Hayatın her aşamasında, sürekli başa çıkılması gereken bir güçlük, en hafif hâliyle. 90’lı yılların efsane yarışma programı Turnike’yi hatırlayanlar vardır aranızda. Ben iyi hatırlıyorum.
Programın sunucusu Güner Ümit canlı yayında programın hosteslerinden biri ile şakalaşırken hostesin karnını gösterip “Bu kimden?” diye sormuştu, hostes de yapmacık bir edayla “Hem hamile bırakıyorsun hem de kimden diye soruyorsun” demişti. Güner Ümit çok şaşırmış gibi yaparak “Benden mi?” diye sorup kızdan da aynı mimik ve jestle “yok babamdan” cevabını alınca ağzından “Siz Kızılbaş mısınız?” cümlesi kayıp çıkıvermişti. O zamanlar hepimizin, milyonların kanını donduran ve kimine göre “nefret suçu” kimine göre ise “hiçbir kasıt olmadan, bilinçsizce söylenen bir söz” olarak nitelendirilen sözlerinin bedelini kariyeri ile ödemişti.
Büyük sansasyon yaratan bu olay sonrasında Güner Ümit elbette bütün Alevilerden defalarca özür dilemişti ama nafile. Konu günlerce televizyonda yer bulmuştu kendine. Mikrofon uzatılan bir ünlüyü aradan geçen bunca yıla rağmen hâlâ öfkeyle hatırlıyorum. Televizyon ünlüsü muteber haber spikeri kendisine uzatılan mikrofona “Çok üzgünüm Güner Ümit için. Aslında eğitim sistemimizden kaynaklanıyor. Bize Aleviliğin hep kötü yönlerini öğrettiler” demişti. Öylece kalakalmıştım izlerken. Sanki böyle bir yön “varmış” gibi “Aleviliğin kötü yönleri” demişti, sahiden demişti, hem de kameraya baka baka.
Literatürde “Aktif Bilgisizlik” deniyor buna. Benim için hayati önemde olan bir bilgiye karşı ‘ilgisizliğiniz yüzünden’ bilgisiz kalmanızın tam adı bu! “Bilgiden kaçınma” ile karıştırılmasın, doğmamış çocuğunun cinsiyetini bilmekten kaçınman ile benimle ilgili, hayatımı nasıl yaşadığımla ilgili bir bilgiden kaçınman arasında fark var.
Niyetiniz bu olmasa da aktif bilgisizliğiniz beni derinden etkiliyor. Çünkü biz tam olarak hakkımızda sahip olduğunuz bilgi ile hakkımızda sahip olduğunuz cehalet arasında bir yerdeyiz! Aktif bilgisiz olduğunuz için yanlış yargılarda bulunuyorsunuz örneğin. Daha da kötüsü, bu yanlış yargının niye “yanlış” olduğunu anlamanız da mümkün değil.
Israrla vurgulamakta fayda var, aktif bilgisizler elbette kötü insanlar değil. Sadece şunu diyorum; hakkımdaki düşüncelerin, varsayımların yalnızca zihninde yüzen algıların kadarsa belki de bir azınlığa hak ettiği anlayışı ve saygınlığı vermeyen bir topluluğun üyesi olabilirsin. Hülasası, sandığın kadar iyi bir insan olmayabilirsin!
Alevilerle bir sorununuz yok çünkü mahalleden Alevi bir arkadaşınız vardı sizin, onu çok severdiniz; ya da askerdeyken Alevi bir arkadaşınız olmuştu mesela, esaslı çocuktu. İnsanlar çoğu zaman söylediklerinin “aşağılayıcı” olduğunun farkında bile olmadan nasıl da doğal bir seyirle söylüyor benzer cümleleri değil mi.
“Eskiden kim Türk kim Kürt; kim Sünni kim Alevi bilmezdik” diyenler hâlâ var örneğin. Siz bilmezdiniz! Biz inanın bilirdik. Aleviler kim Sünni bilirdi, Kürtler kim Türk bilirdi. Sizin, siz gibi olmayanları, ötekileri, diğerlerini bilmeme ayrıcalığınız vardı. Bilmediğiniz için bir kaybınız olmazdı. Oysa biz ayakta kalabilmek, dışlanmamak, hatta kimi zaman ölmemek için bilmek zorundaydık.
Alevi olduğu için ciddi haksızlıklara uğrayan pek çok tanıdığım oldu ama ben şanslı bir kadınım bu açıdan, hayatım boyunca hiç ayrımcılığa uğramadım. Yine de mesela bir sevgilim olduğunda bir süre sonra ona Alevi olduğumu söylemeliyim dedim her seferinde, bilsin. Bir kusur gibi… Ya da, Sünni komşularımızla dolu mahallede, cenazemizin başında Arapça dualar okuyan akrabamızın komşuların “onay veren bakışlarını” arayan gözleri kadar acıklı hallere şahit oldum birçok kere.
Barış Ünlü’nün bence ortaöğretimden itibaren her seviyede ders kitabı olarak okutulması gereken bir kitabı var: “Türklük Sözleşmesi”. Nefis bir çalışma. Türklük halinin imtiyazlarını, bu imtiyazların gündelik davranışlarımızı, eyleme ve düşünme tarzımızı nasıl belirlediğini tane tane anlatıyor.
Kitabın anlatısı Alevilik üzerine kurulu değil ama her tür ayrımcılık neredeyse aynı mekanizma üzerinden çalışıyor, aynı çukurdan besleniyor. Erkekliği, aşağılanmış kadınlık üzerinden kurmanın da benzer bir mekanizması var. LGBT+ bireyleri sürekli yok sayan patolojik tavrın da. Sonuç olarak Aleviliğe dair bilgisizliğiniz de aynı yerden besleniyor aslında; görünmez imtiyazlarınızdan.
Barış Ünlü, mekanizmanın çatısını kitapta şöyle ifade ediyor; “Kadınlar erkeklik imtiyazlarını ve erkeklerin nasıl düşünüp davranacağını, Gayrimüslimler Müslümanlık imtiyazlarını ve Müslümanların nasıl düşünüp davranacağını, Kürtler Türklük imtiyazlarını ve Türklerin nasıl düşünüp davranacağını bilirler; çünkü bilmek zorundadırlar. Bu bir hayatta kalma bilgisidir.”
Yeni zamanlarda ne okusam ne dinlesem “dünyanın bize ne yaptığı” ile ilgili. Mağduriyetleri önemsizleştirmek gibi sefil bir çaba içinde değilim ancak dünyanın bize ne yaptığı kadar “bizim dünyaya ne yaptığımızla” da ilgili olmak gerektiğini ve aktif bilgisizliğimizle başa çıkabilmek için kişisel olarak aktif bir çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Hadi baklayı ağzımdan çıkarayım, aktif bilgisizlik devlete ‘outsource’ edilemeyecek ya da sembolik bir varlığa taşere edilmeyecek kadar mühim bir bilgisizlik. Yeni dünya düzeninde siyasi egemenliklerini ve ekonomik bağımsızlıklarını kaybeden ulus devletler artık “pazarın en toraman şirketlerinin çıkarlarını gözetmek” dışında asli bir göreve sahip değilmiş gibi görünüyor. Siyasetin hükümsüzleştiği bir kardeşliği yaratmak en çok bizim görevimiz.
Yeni zamanlarda yeni dayanışma biçimleri içinde olmak elbette elzem ama şunu söylememe izin verin; bu uçuşan zamanlarda, sabun köpüğü gibi sönüveren anlık paylaşımlarla adeta nefsimizi köreltmek üzerine kurulu hashtag’lerle çok da ilerleyebileceğimizi düşünmüyorum işin aslı! Kitlesel bir çılgınlık haline kolayca dönüşebilen devasa bir yargıçlık simülasyonu gibi sosyal medya çoğu zaman. Bir anda “yalnız değilsin” mesajları milyonları bulunca yalnızlığımız sona ermiyor inanın.
Başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler nasıl bir insan olduğumuza dair en önemli ipucunu verir. Senin gibi olmayanla ilişkindir aslen nasıl bir insan olduğunu belirleyen şey. Lafı uzatmayayım, senin bana dair bilgini artırman gerekiyor canım kardeşim! Bu iş hashtag’lerle olmuyor, elimi sahiden tutman gerekiyor.
“Başlangıcına dair bir iz ya da biteceğine dair bir belirti göremediğimiz” bu kötülük hali içinde, düşüncelerimizin bazen ne kadar “düşüncesiz” olabileceği konusunda uyanık olmamız gerekiyor. Resmi mezhebin sahip olduğu güç, statü ve bakış açısının dışında kalmanın, farklı hayat tarzlarını anlamanın, ayrımcılığa maruz kalan gruplara destek olmanın hâlâ en iyi yollarından biri onun hakkında bilgimizi çoğaltmak.
Madımak Katliamı Sanal Müzesi açıldı
Sivas'ta 2 Temmuz 1993 tarihinde yaşanan Madımak Oteli katliamında yakılarak öldürülenlerin anısına kurulan Madımak Katliamı Hafıza Merkezi’ni, madimak.org sitesini ziyaret ederek başlayabiliriz bilgisizliğimizi gidermeye. “Biliyorum ben Alevileri, çok da seviyorum, okulda bir Alevi arkadaşım vardı.” diye söze başlamadan ama!
Türkiye’nin tam ortasında, bir otelde yakılarak katledilen 33 insanın isimlerini, hayat hikayelerini, gazeteleri, hukuki metinleri okuyabilir, ölenlerin yakınlarıyla yapılan görüşmeleri ciğerimiz yettiği kadar, azar azar izleyebiliriz. Mesela, biri 12 yaşında, biri 14 yaşında iken aramızdan ayrılan iki kardeşin, Menekşe ve Koray Kaya kardeşlerin sesinin, soluğunun doldurduğu sanal odaya girebiliriz. Onları aklımıza kazıyabiliriz.
MADIMAK KATLİAMI HAFIZA MERKEZİ
“Kaybedilenlerin onuruna diktiğimiz bir anıt”
Koray Kaya’nın sazı alıp çalmayı ve annesiyle birlikte söylemeyi çok sevdiği, Hasret Gültekin’in “Derman Sendedir” türküsünü dinleyebiliriz. Bu odada, canilerin attıkları şeriat sloganlarının seslerini duya duya içerde 8 saat kurtarılmayı beklediklerini kendimize bir kez daha hatırlatabiliriz.
Madımak Katliamı, dijital kütüphanede
Zaman aşımı meselesine gelince, Türkiye’nin tam ortasında, bir otelin içinde, devletin kolluk kuvvetlerinin sırra kadem bastığı bir zamanda yakılarak öldürülen bir çocuğun çığlıklarının zaman aşımı yok insanlık lügatında. (AA/AS)