Cumhuriyet gazetesi, Ahmet Şık ve Can Dündar gazetecilik yapmıştır, dokunmayın!
Cumhuriyet Gazetesinin haberleri ve gazetecilerin görevlerini yapmaları suç değildir, suçlanamazlar bile… Haberleri, basın özgürlüğünün sağlanmasının ötesinde bir anlama ve gerçekliğe sahiptir. Herkesin “görüş edinme” hakkını sağlamışlardır ve yüzyılımızın asıl gerçeği de budur. Doğrudur, cumhuriyet yıllardan beri bunu yapıyor, yapar.
Günümüzde “basın özgürlüğü” kavramı terk edilmelidir. “Bilgi edinme hak ve özgürlüğü” çok daha kapsayıcıdır. Hatta “halkın gerçekleri öğrenme hakkı” basın özgürlüğünün yerini almıştır.
Düşünce ve kanaatleri açıklamak ve yayma özgürlüğüartık “halkın bilgilenme hakkı” veya “gerçekleri öğrenme hakkının” aracıdır. Hatta günümüzde basın özgürlüğünün gerçekleştirilmesinde vazgeçilmez bir araç, bir değer olarak görülüyor ve korunuyor.
Çetin Özek’e göre “özgür, doğru, yaygın bilgi ve haber dolaşımı”; düşünce ve kanaatlerin özgürce açıklanması ve yayılması ve örgütlenmesi hakkını öngören ve bu hakkı koruyan siyasal ve yasal yapının gerçekleştirilmesine bağlıdır.
Ancak günümüzde böyle bir siyasal ve yasal yapı yoktur.
Artık “devletin korunması” denilerek devleti korumak, “devletin yüksek menfaatleri için” diyerek devleti kutsamak zamanı geçmiştir. Devlet, herkesin hak ve özgürlüklerini koruduğunda devlettir. Devleti koruma bahanesinin arkasına sığınarak halkın bilgilenme hakkının sınırlandırılması bile klasik demokrasinin terk ettiği bir anlayıştır.
Gerçeğe uygun haber dolaşımının suçlanması dahi kabul edilemez. İşte bu yüzden Cumhuriyet gazetesi, gazetecilik görevini yerine getirmiştir. İşi budur, bundan ibarettir. İşini iyi yapmalıdır zaten! Gazetenin gazetecileri, yeri geldiğinde asıl okuyucuların enselerinde boza pişireceğini akıllarının bir köşesinde tutsunlar. Cumhuriyet gazetesi, gazetedir.
Demokrasilerde, hükümetlerin veya yönetimin halktan gizleyeceği bir şey olmamalıdır.
Somut bir suç olgusu dolayısıyla soruşturma başlatılmış olması halinde, bu soruşturma sürecinde yapılan ve mahiyeti bakımından gizli tutulması gereken belirli işlemlere ve bunların içeriklerine ilişkin bilgiler devlet sırrı olarak değerlendirilmemelidir.
Cumhuriyet gazetesi, çok devlet sırrı gördü, geçirdi.
TCK’nun 327 inci maddesine göre Devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimse cezalandırılmaktadır. Maddede sözü edilen “devletin güvenliği” gibi bir kavram Anayasada yoktur. Devletin güvenliğinden kastınız ne ise ve ne olduğunu açıklayabilirseniz şayet, devlet sırrını tanımlayabilirsiniz.
Acaba 327 inci ve devamındaki diğer maddelerde yer alan devletin “iç siyasal yararı” nedir? Bunu kim bilir, kim tayin ve takdir edebilir? Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı, MİT’mi, Bakanlar Kurulu mu? “İç siyasal yarar” kavramı neden ve kimin yararına ceza kanuna konmuştur acaba? Anlaşılamayan ve muğlâk düzenlemelerden suç üretemezsiniz.
Dahası, bir suç olgusuna ilişkin bilgiler Devlet sırrı olarak koruma altına alınamaz ve mahkemeye karşı gizli tutulamaz (CMK Madde 47). Türk Milleti adına karar veren mahkemelerden dahi “devlet sırrı” diye gizli tutulamayan bilgiler kimseden gizlenemez ve hiç kimse “bir suç olgusuna” veya soruşturmasına dayanılarak suçlu ilan edilemez.
Bireyin “bireysel bilgilenme hakkının” sınırlandırılamayacağı demokrasilerin olmazsa olmaz koşuludur. Bilgilenme ve gerçekleri öğrenme “hak” olduğuna göre hakkın sağlanması için kitle iletişim araçlarının “doğru ve yaygın haber dolaşımını” sağlamak devletlerin, hükümetlerin ve yönetimin görevidir. Devlet bu özgürlüğü engelleyemez, kullanılmasına müdahale ederek kısıtlama veya sınırlandırma getiremez, getirmemelidir.
Dolayısıyla gerçekleri öğrenme ve bilgilenme hakkı; devletin korunması gibi bir yaklaşımın despotik sonuçlarını ortadan kaldırır. Devletin basın özgürlüğünü engellemeye yönelik baskı, tutum ve bütün girişimlerini, yasal düzenlemeler yapmasını önler. Özgür haber dolaşımını engelleyen, sınırlayan yasal düzenleme yapılamaz, uygulama gerçekleştirilemez. Olması gereken budur ama aksine davranmak artık “devletin despotik” huyu ve alışkanlığı olmuştur. Karşı çıkılması gerekir. Gazeteciler bu konuda toplumu haberdar etmiştir.
Anlamak çok güç ama “herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden” ayrılmayacağına yemin eden Cumhurbaşkanı, gazeteci Can Dündar hakkında Savcılığa şikâyet dilekçesi vermiştir. Anlayışlı davranmak gerekiyor çünkü neden diye sorsan; dilekçe hakkını kullandığını ileri sürecektir. Şikâyetçidir, şikâyet hakkını kullanmıştır. Hem vatandaştır hem de “devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeten” Cumhurbaşkanıdır. Peki, madem öyle olsun! Görüşlerini açıkladığı için cezaevinde bile yatmıştır, şikâyet etti diye kızmamak gerekir.
Basın özgürlüğünün sınırlandırıldığı ülkelerde siyasal yapı; “açıklanmasına izin verilmeyen düşünce alanları” yaratmak ve bu suretle halkın bilgilenme, gerçekleri öğrenme hakkını sınırlandırmak ister. Vatandaşımız Cumhurbaşkanı böyle istiyor. Sırdır diyor, devlet sırrından bahsediyor, iç ve dış siyasal yarardan söz ediyor, soruşturulsun, cezalandırsın diyor, diyor, diyor…
Oysa özgür haber ve bilgi dolaşımının sağlanmasının dahi yeterli olmadığı günümüzde devletler; “yaygın, doğru, eğilip bükülmemiş ve saptırılmamış haberlerin, bilgilerin ve gerçeklerin dolaşımını” sağlamakla yükümlüdürler. Türkiye’de ise basın özgürlüğünü “engellemek” bir devlet görevi gibi algılanmaktadır.
İnsan hakları kavramındaki köklü değişiklikler, basın özgürlüğü kavramını değiştirmiştir. Bilgilenme hakkı, gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabuk değiştiren basın özgürlüğü; insan haklarının omurgası olmuş ve bu hakkı sağlamanın gazetecilerin görev ve sorumluluğu olduğu gerçeğine dönüştürmüştür. Zor bir iş, ama olsun sonuçta gazetecilik!
Artık, haber veren, kamuoyunu bilgilendiren, olup bitenlerden toplumu haberdar eden ve toplumun gözü, kulağı olan gazeteciler “haber vermek hakkını” kullandığı için değil, “haber vermek görevini” yaptığı için, hukuka uygun davranmış oluyor...
Cumhuriyet gazetesi eğer haber verme görevini yapmamış olsaydı; Hükümet ve Cumhurbaşkanı tarafından sevilen, düzene uygun ve izin verilen sınırlar içinde kalan gazete olacaktı!
Ne gelecek, ne gelmiş geçmiş ve ne de bu günkü Hükümetler ile Cumhurbaşkanları için böyle bir Cumhuriyet gazetesi, ne mümkün!
Bütün sonuçlar Cumhuriyet gazetesinin gazeteciliğidir ve herkesin sahibi olduğu basın özgürlüğüne sahip çıkma serüveninin yüzyıllara sığan kısa ve öz bir hikâyesidir. Artık herkesin “görüş edinme hakkı” haline dönüşen basın özgürlüğü serüveni bitmemiştir. Gazeteciler bu hikâyeyi sürdüreceklerdir.
Kimse, kimseyi cezalandırmakla, bedel ödetmekle korkutmasın.
Ceza hukuku kimsenin tehdit aracı değildir.
Sayın Alacaptan’ın dediği gibi “özgürlükçü hukuk” anlayışına sahip olmalıyız.
Ceza Hukuku; liberalleşerek, temel hak ve özgürlükleri baskı altında tutmanın değil, bunlara; kamusal ya da özel odaklardan ve güçlerden gelebilecek saldırı ve müdahalelere karşı eşit biçimde ve ayrım gözetmeyen etkin bir koruma sağlayacak bir araç haline dönüşmelidir.
Bu yüzden ceza hukukunun; böyle bir araç kimliğine kavuşabilmesi ya da dönüşebilmesi için, öncelikle; düşünce farklılıklarını bastıran ve demokratik çoğulculuk ile bağdaşmayan her çeşit siyasal nitelikteki suçlardan arındırılması gerekir.
Artık “özgür, doğru, yaygın bilgi ve haber dolaşımı hakkının korunması suç olmaktan çıkarılmalıdır. Ceza hukuku demokratik ve toplumsal hukuk devleti hedefini gerçekleştirmenin aracı olmalıdır. Cezalandırmanın değil…
Herkesin, müdahaleye maruz kalmaksızın görüş sahibi olma hakkı olacaktır. Bu özgürlükler, özgür ve demokratik her toplumun temel taşlarıdır. Başta devletin kendisi bu özgürlükleri ihlal etmemelidir ve kimsenin de ihlal etmesine izin vermemelidir.
Tekrarlamak gerekirse eğer; basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü, saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerinin yaşama geçirilmesinde gerekli koşuldur; saydamlık ve hesap verebilirlik ise, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi açısından zorunludur. (Fİ/HK)