"Oyun bitince şah da, piyon da, aynı kutuya konur."
Sokrates
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün seneyi devriyeye bir gün kala, iki günlük Diyarbakır ziyareti anlaşılan daha epeyce gürültü koparacak gibi. Şimdiye kadar "koparılan gürültüleri" bir tarafa bırakıp tarihi bir hatırlatmayı paylaşarak başlamakta yarar var.
2009'un 26 Mayısında yazmıştık Cumhurbaşkanlığı makamına mektubumuzu. PEN Temsilcisi kimliğimle ben, Kürt Yazarlar Derneği Başkanı İrfan Babaoğlu ve ikisi yine PEN üyesi olan üç yazar arkadaşım; Lal Laleş, Arjen Arî ve İhsan Çölemerikli imzalamıştık mektubu.
Özetle, "Bizler Diyarbakır'da ve bölgede yaşayan Kürt yazarları ve kurum temsilcileriyiz. Ülkenin içinde bulunduğu dönem itibariyle, ülkenin çözüm bekleyen sorunlarına dair, aydın sorumluluğumuz gereği makamınızda şahsınıza ziyarette bulunmak ve düşüncelerimizi, ürettiklerimizi paylaşmak arzusundayız. Uygun bulduğunuz tarihte randevu talebimizin kabulü için müsaadelerinizi arzederiz" demiştik.
Mektubun yanına, içinde kendisinin de mesajının yer aldığı "Zevalsiz Ömrün Sürgünü Mehmed Uzun" kitabımı koyarak yollamıştım. Kitap için imzalı teşekkür yazısı Cumhurbaşkanlığı başlıklı bir kâğıtla gecikmeden geldi. O gün bu gündür mektubumuza yanıt gelmedi. Ama sayın cumhurbaşkanı Diyarbakır'a geldi. Akşam yemekli, sabah kahvaltılı ağırlığını iş dünyası temsilcilerinin oluşturduğu "sivil toplum" örgütleri temsilcileri ile görüşmeler de yapıldı. O görüşmelerde neler konuşuldu ayrıntılarına vakıf değilim.
Ama benim kendisiyle görüşebilme olanağım olsaydı, derdim ki; "Kürt meselesinin çözümüne katkı sunup tarihe malolmak da mümkün sayın cumhurbaşkanı. Klasik sözlerden öteye geçmeyen ve meseleye salt ekonomik ve 'standart' kültürel motifler ötesine taşmayan figürlerle yaklaşıp, çözümsüzlüğün resmi kulvarında sıkışıp kalarak sorunu çözememiş bir aktör olarak tarihe kalmak da mümkün".
Yine ben kendisiyle görüşebilseydim; "Bırakın resmi literatürün size anlattığı 'klasik' Kürt söylemini. Kürdü, size 'tavsiye edilen' sözleri de düşünceleri de resmiyetin kofluğuna bulanmış şahsiyetlerden değil, Kürdü bir kez de sorumluluğunu vicdanından ve haysiyetli duruşundan alanlardan dinleyin" derdim.
Kendisiyle görüşebilseydim eğer; "Acıyı ruhuyla, bedeniyle yaşamışlardan dinleyin. Dinleyin ki meselenin vehameti zihninizde tezahür etsin" derdim.
Görüşseydim eğer, "Kürtçe çıkan Azadîya Welat gazetesinin yazarları, sorumluları yüzlerce yıl ceza alıyor bu ülkede. Kürt yoksulları bağışlarla, ianelerle sisteme entegre ettirilmeye çalışılıyor. Kürt coğrafyasındaki üniversiteler 'bilim şahsiyeti' yetiştirmiyor Kürt siyasetçileri, siyaset yaptıkları için hala içerde, bilmem haberiniz var mı? Kürt çocuklarının adları Kürtçe ama Kürtçe konuşamıyorlar çünkü anlı şanlı cumhuriyet onlara ana dillerinde öğrenim görme hakkını çok gördü. Kürtlerin önünde sadece siyasal değil bir çok baraj ve blokaj var, var ve var..." Derdim.
Diyemedim. Başka davet edilmeyen Kürtler de diyemedi. Davetli olanlar ne kadarını diyebildi, bilemem. Gerçi bir bölümünü Büyükşehir Belediye Başkanı sunduğu brifingde dillendirmiş ama o başka. Meramım sivillik adına davete icabet edenlere dairdir.
Şimdi gelelim resmi ziyarete heyetle birlikte icabet edenlerden birine. "Şehirlerin göksel kaderine inananlar, o kaderin gökyüzünden görüldüğünü bilirler. Diyarbakır, gökyüzünden Anadolu'nun bağrında bir kalp gibi görünür" diyen ve Cumhurbaşkanı ile "aynı uçağı ve edebi muhabbeti" paylaştığını göğsünü gere gere anlatan bir şairin, Diyarbakır'ın Anadolu'nun değil Mezopotamya'nın bağrında bir kalp hem de "Kürtlerin kalbi" olduğunu bilmesini, bilmiyorsa mutlaka öğrenmesini, gökten zembille şehre inmeden evvel o şaire hatırlatılması gerektiğini söylerdim...
Yetinmeyip cumhurbaşkanının demediğinden de kendisi anlam çıkarıp; Gül'ün "Bir Diyarbakırlı istediği zaman Türkiye'nin istediği yerinde yerleşebilir" sözünden, "Bana kalırsa bu mesaj; demokratik özerklik iddiasını dillendirenlere bir uyarı, bir cevaptı." Anlamını çıkarıp "Cumhurbaşkanı'nın Diyarbakır konuşması; sitem, hatırlatma, itidal, yol gösterme ve samimiyet yüklüydü." Uyarısını yapıp amiyane tabiriyle "Ey Kürtler ayağınızı denk alın, bakın cumhurbaşkanı da böyle diyor" demeye getirmesinin yanıtını aynı akşam bir televizyon kanalında Sırrı Süreyya Önder'in uygun bir dille vurguladığı gibi söylerdim o şaire...
Bir başkası köşesinden seslenerek; "Demokratik Özerklik" çalıştayını işlediği yazısında "Kürt sorunu ordunun egemenlik alanı olarak varlığını sürdürüyor olsaydı, Diyarbakır'da o çalıştayı yapmak mümkün olmazdı." Diyerek 'size bahşedilenlere hamd-u sena edin' demeye getirmiş. Ve bugünlerde yazdıkları gazetelerinin köşelerinde içinde "Kürt" kelimesi geçen onca yazılarını kimlerin mücadelesinin yarattığı kazanımların sayesinde mümkün olduğunu bir kez daha düşünmelerini öneririm.
Aydın sorumluluğuna yakışan, Bakunin'in "İktidar kirletir, mutlak iktidar mutlaka kirletir" sözünü baş tacı etmektir: Siz, siz olun referansınızı iktidarın nimetleriyle pekiştirmeyin, üzülürsünüz. Biliyorum ne zamanınız buna müsait ne de tarafınız buna elverir. Yine de vicdanınızın sesini bir kez daha dinleyin derim. Yoksa selamınız sahipsiz, kelamınız adressiz kalır. Çünkü iktidar, selamınızı ve kelamınızı kirletmiştir. Selamınızı ve kirlenmiş kelamınızı "Kirlenmek güzeldir" diyen kapitalize olmuş deterjanlar bile pâklayamaz benden söylemesi.
Diyarbakır'ı tanıyorsanız eğer Cumhurbaşkanı Sayın Gül'ün halkın belediyesini ve başkanını makamında ziyaret etmesinin kodlarının üzerinden oluşan sempatiyle Diyarbakır ziyaretinin okunmasını ve yorumlanmasını beklerdim. Ama bu noktaya hemen hiç kimse parmak basmadı. Bir de tersinin düşünülmesini öneririm. Eğer Cumhurbaşkanının programında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ziyareti olmasaydı acaba aynı ilgiyle karşılanır mıydı? Diyarbakır, feleğin çemberinden geçmiş bir şehirdir. Kod okumayı ve şifre çözmeyi çok iyi bilir.
Her hareketin bir anlamı vardır, bilirsiniz. Yüz küsur sene evvel, 1894'te Osmanlının namlı padişahı Abdülhamide; Yusuf Ziya(edin) Paşa kendi hazırladığı Kürtçe sözlüğü armağan etmişti. 2011'e bir gün kala da Osman Baydemir Cumhurbaşkanına bir Kürtçe Sözlük armağan etti.
Son söz mü bekliyorsunuz?
Peki, "Türkiye Cumhuriyetinin resmi dili Türkçedir" sözüne bir diyeceğimiz yok elbette.
Ama Kürtlerin dili de Kürtçedir... (ŞD/EÜ)