Türküm, sünniyim, doğruyum, çalışkanım. Bu ülkede insanca yaşabilmek için şart koşulan bütün özelliklere sahip biri sayılabilirim. 23 yaşına kadar devletle herhangi bir sıkıntısı olmamış, görece daha insani şartlarda yaşayan, tabiri caizse orta sınıf tuzu kuru birinin çığlığıdır bu yazı. Ya da konuşarak anlatamayan, anlatsa da anlaşılamayan, anlaşılsa da umursanmayacak birinin son çarelerinden biri.
Cihan Kırmızıgül, yakalanmadan önce yalnızca üç ay tanıdığım biri. Üç ayın sonunda hayattan koparılan, çelişkilerle dolu bir sistemin girdabında boğulması beklenen, ancak asla dibe batmayan biri. Hiç tanımayabilirdim de. Belki sadece "Ah, ne yazık" diyeceğim, belki de birçokları gibi "Aman, beter olsun. Müstahak bunlara." diyebileceğim biri de olabilirdi.
Ama Cihan Kırmızıgül'ü hep beraber tanıdık biz 18 aydır. Hep beraber sisteme tanık olduk. Hep beraber başımızda "ana, baba" bildiğimiz, daha doğrusu bize yıllardır bu şekilde öğretilen devletimizin, aslında başkalarına her zaman üvey olduğunu.
Ben yaşamadım, ama gördüm. Bunu, umutla bekleyen ailesinin ve arkadaşlarının her duruşma sonrasındaki gözyaşlarında, adliye köşelerinde saatlerce bekleyen yakınlarının gözlerindeki umutta ve "Cihan'a Adalet ve Özgürlük" diye haykıran onca kişiye bir pislikmiş gibi bakan o polisin gözlerinde gördüm.
İlgilenen herkes biliyor, hikâyeyi anlatmaya gerek yok. Bu yazı, sadece daha önce Cihan'la ve Cihan gibilerle ilgilenmemiş kişilerin kafasında küçük bir soru işareti bırakmak için yazılan bir yazı. Kimseye bilgi verme amaçlı değil, dayanışmaya çağırma amaçlı değil, hepsinden önemlisi acındırma amaçlı değil. Sadece gördüklerimin kısa bir özeti.
18 aydır kalbim hep onunlaydı ama ilk defa fiziki olarak dün gittim duruşmasına. Çünkü çoktan gecikmiş bir tepkinin dışa vurumunda dayanışmanın küçük bir parçası olabilme umudum vardı. Ailesi, hocaları, arkadaşları, onu tanıyan tanımayan ama yaşayıp gören birçok insan da bizimleydi. Hep beraberdik. Önce çok güçlü bir alkış, daha sonra hikâyesinin kısa özetini içeren bir haykırış. Uzunca bir bekleme.
Bir umut mahkeme salonunun kapısına koştuk. Aylardır yüzünü görmeyen arkadaşlarının kısa bir süre de olsa Cihan'ı görme umudu taşıyordu adliye kapılarından. Önce bir görevli çıktı mahkeme salonunun kapısına. Gizlilik kararı verilmemiş bir davaya en yakınlarının hatta avukatlarının bile girmesine izin vermeyen bir emiri bize iletmek için. Daha sonra etten bir duvar örüldü ve Cihan'la aramıza metrelere koyulmaya başlandı. Sanki kalbimizi de ondan uzaklaştıracaklarmış gibi.
Daha önce hiç görmemiştim böyle bir duruşma, ama sanırım alışılmış bir durumdu bu. Arkadaşlarına zarar gelmesin diye kuzu kuzu dışarıda duran, gözlerinde biriken fakat akamayan yaşlarla çıkacak sonucu bekleyen insanların durumu. Korkularımızla, kendi kendini engelleyen toplumun en canlı örneği.
İlk haber geldi kapalı kapılar ardından. "Savcı Cihan için beraat istedi." O yaşların biriktiği gözlerdeki mutluluk, espriler, şakalar, "Cihan çıkınca ilk buraya gideriz, şurada eğleniriz, hep beraber Tekirdağ'dan Cihanı alır, geliriz"ler.
Yaklaşık yarım saat sonra kardeşinin mahkeme salonundan çıkışıyla buz kesti ortalık. "Tamam, arkadaşlar, bitti. Mahkeme iki ay daha ertelendi ama savcı beraat istedi."
O anı tarif etmek şu an için yapabileceğim bir şey değil. Çünkü yeniden ve sürekli verilen bir umut, ama yine geç kaldığı düşünülen ancak olmayan bir adaletin içimizde bıraktığı ufak bir kızgınlık. Ne yapacağımıza karar verememenin yüzlerde yarattığı şaşkınlık.
Avukatı açıklama yapıyor, "Bir dahaki duruşmada yüzde 90 beraat" diye. Daha önceki duruşmaların bir iki tanesinde de olduğu gibi bir dahaki sefere kesin çıkar nidaları. Evet, kabul etmeliyim ki bu sefer biraz daha umutlu biraz daha sevinçli.
İki ay daha beklemeye karar veriyoruz. Herkesin içerisinde buruk bir sevinç, iki ay sonrasına ertelenen planların yeniden gözden geçirilmesi. Aslında iyi oldu (!), en azından daha iyi planlar yapabiliriz Cihan'la kavuşacağımız gün için. Her duruşma sonrasında olduğu gibi.
Cuma günü Cihan'ın doğumgünü. Özgür olarak gireceği 24 yaşına yine, F tipinin o karanlık nemli ve acılarla dolu duvarları arasında girecek. Oysa bizler, aylar öncesinden planlar yaparız en güzel yerlerde, en eğlenceli şekilde doğumgünümüzü kutlamak için.
Gerçi, her yıl hayatının büyük bir bölümünü doğumgününü planlamak için ayıran insanlar duymayacak yine bu çığlığı. Oysa Cihan 20 aydır, sadece ve sadece hayatına kavuşacağı özgür kalacağı günü planlıyor. Belki de o kadar umutsuz ki, plan yapmaktan bile vazgeçti. "Tanrı plan yapanlara kahkahalarla güler" diyorlar, belki de şu an bize kahkahalarla gülmekte.
O kadar çok bizden bahsettim ki, bizi yaratan Cihan'ı unuttum. Aslında unutmadım, bilmiyorum, sadece tahmin ediyorum. Ama doğru tahminde bulunmayı beceremem. Mahkûm arabasından inip adliyeye hızlı adımlarla götürülürken gülen o çocuğun yaşadıklarını tahmin etmeye bile hakkım yok benim. Bu ülkenin gerçek evladıyım çünkü Türküm, sünniyim, doğruyum, çalışkanım.
Orada, o gülen yüzlü çocuk, 18 aydır suçsuz yere öylece bekleyen o çocuk, şimdi iki ay daha özgürlükten uzak, 16 Kasım'da özgür kalabilmek ümidiyle. Okulundan uzak, hayata 20 ay uzak. Olmayan bir şeyi istiyoruz biz Cihan için, "Adalet"i istiyoruz. (SA/IC)