Biri bizimki, diğer ikisi öteki yakadan üç aday; devletin zirvesine soyundular, cumhurbaşkanı olmak için. Bizimkinin kazanma şansı yok, hepimiz biliyoruz. Ama sözü var, söyleyecek kelamı var. Öbür ikisi halkın gözlerinin içine baka baka kendilerinin de inanmadığı bir “yokuş yol”a serenat söylüyorlar. Son cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün aktarıcısıyız; Malazgirt Savaşı ile Mezopotamya ve Anadolu’ya girişin de tarihi olan 1071 aynı zamanda Çankaya köşkünün de deniz seviyesinden yüksekliği imiş. Resmi tarihin yalancısıyız.
Peki, bu hayalleri süsleyen uğruna ne bedeller ödenen köşkün hikâyesi hakkında ne biliyoruz. Hele bir hafızamızı yoklayalım.
1919 yılı aralık ortasıdır, Mustafa Kemal Ankara’ya gelir. Önce ziraat okulunu, sonra da istasyon şefliği köşkünü hem konut hem de çalışma mekânı olarak kullanır. Sonra hem kendisi, hem de çevresi bu mekânların “Paşa”ya yeterli olmadığına karar ver(il)ir. Uygun yer aranmaya başlanır. Dönemin Ankara Müftüsü ve Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Rifat Efendi (Böcekçi) ile bir at gezintisinde, o yıllar geniş ve bağlık bahçelik alan içinde olan bir bağ köşkü paşa tarafından da beğenilir. Ve o yıllarda 15 bin nüfuslu bir Orta Anadolu kasabası olan Ankara’nın tanınmış ailelerinden Bulgurcuzadeler’den Tevfik Efendi’nin elinde olan köşk, Ankara’nın tanınmış ailelerine “salma” salınarak toplanan 4500 lira karşılığında satın alınır.
Buraya kadarı gayet normal. Resmi tarihin yazdığı ve cumhurbaşkanlığı köşkünün hikâyesini merak edenlerin de üç aşağı beş yukarı öğrenebileceği bilgiler. Ama aslolan ötesi, yani pek az bilineni!
Köşk, aslında Ankara Ermenilerinden Kasabyan Ailesi’nden 1857 doğumlu Ohannes Kasabyan’a ait. 1915 Soykırımı başladığında; o yıllara kadar “Angora” denilen kıymetli Ankara keçisi yününü İngiltere’ye ihraç eden hayli zengin bir aile Kasabyanlar.
1915 Ağustos’unda birbirlerine dörderli gruplar halinde bağlanan 1200 Ankara Ermeni’si Ankara dışına götürülüp katledilir. 1500 Ankara Ermeni’si de 29 Ağustos günü Halep’e doğru kafile halinde sürgüne yollanır. Suriye’nin kuzeybatısındaki Fırat kıyısında, Meskene düzlüğündeki kampa Episkopos’un da aralarında olduğu 1500 Ankara Ermeni’sinden sadece 34’ü ulaşır. İşte o sürgün esnasında Kasabyan Ailesi, ailenin bir damadı tarafından Konya yolunda kafileden koparılıp kaçırılarak İstanbul’a ulaştırılır. Oradan da dışarıya…
Resmi tarihe bakarsanız, Ermeni Kasabyan Ailesi Kasabyan Köşkü’nü içindeki eşyalarla birlikte Bulgurcuzadelere satmıştır. Oysa Kanada Ottawa’da yaşayan ailenin üçüncü kuşaktan ferdi Edward Çuhaci’ye sorulduğunda işin aslı çıkar ortaya.
Kasapyan Ailesi Çankaya tepesindeki köşk dâhil hiçbir mallarını hiç kimseye satmamıştır. Malları gasp edilmiş, el konulmuştur. Hem sadece Çankaya’daki köşk değil, Keçiören’deki bir bağ evi de o yıllarda Ankara Ulus’taki ilk meclis binasını yapan Koç Ailesi tarafından ele geçirilmiştir.
Üstelik bütün bu bilgiler artık sınırlı da olsa bilinmektedir. Çankaya Köşkü’nün yönetimi bugün cumhurbaşkanlığında, ama mülkiyeti Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde. Bugün ailenin varislerinden Edward Çuhaci ve Verkin Kasapoğlu mağdurun muktedirle yüzleşme anına, yaşanan onca kötü felaket nedeniyle aile şecereleri üzerinden bir hak talepkârlığında bulunmaktan uzak dursalar da!
Tarihe çok sayıda dikenli ve kanlı kıpkızıl gül bırakmış cumhurluk; geçmişiyle yüzleşmek zorunda! Cumhurbaşkanlığı resmi web sitesinde dahi konutun tarihi ile yüzleşemeyen bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
O köşkün tarihini, kimliğini yine o alandaki bir mekânda hayata geçirmenin sözünü, öbür iki adaydan hiç umudum olmasa da “bizimki”nden talep etmek hakkımız ve bekliyorum. Bence bunu yapar gönlümüzün cumhurbaşkanı Selahattin Demirtaş.
Çünkü o da biliyor ki, 1071 rakımlı Çankaya tepesinin “yokuş yol”unun başındaki cumhurbaşkanlığı makamı taşınması ağır bir yüktür! (ŞD/YY)