Avrupa Halklar Partisi (EPP) ve Yeşiller/Serbest Örgütlenme gruplarının 17-18 Haziran tarihlerinde düzenlediği “Özgürlük Araçları” konferansında konuşmak üzere Avrupa Parlamentosu’ndaydım. Brüksel’de geçirdiğim birkaç günde, önemli siyasiler, Eurokratlar ve yöneticilerle görüşme olanağım oldu. Bu kişiler arasında özellikle öne çıkan Türkiye-Dostları Grubu’ndan Alojz Peterle, Avrupa Sosyalistler Partisi Genel Başkanı Hannes Swoboda, bir önceki dönem Avrupa Parlamentosu Başkanı olan Jerzy Buzek, kişisel hürriyetler ve özellikle de ifade özgürlüğü konusunda saygın çalışmalara ve etkinliklere imza atan Pawel Zalewski, Avrupa’nın şu andaki tek Korsan vekili Amelia Andersdotter de vardı.
Yaptığımız görüşmelerin tamamı Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleşti ve hepsinin de özel odağında Gezi Parkı olayları, Türkiye’de ifade ve basın özgürlükleri vardı. Bir yandan kendilerine her gün ”Türkiye’de hiçbir sorun yok, tamamen basının abartması” şeklinde notlar iletilirken, görüşmeler süresince duruma dair kaygılarını yüzlerinden okumak mümkündü. Hemen hemen görüştüğüm herkesin ilk sorduğu soru sosyal medya üzerinde bir kısıtlama, yasaklama, baskı veya erişim engeli olup olmadığıydı. Henüz kaygıları artıracak bir sebep olmamasına rağmen, sosyal medya platformlarında yeni yapılacak düzenlemeler ve hazırlanan yönetmeliklerin de endişe uyandırıcı bir doğası olduğunu belirttiler.
Bu gergin duruşla başlayan görüşmelerde, öne çıkan birkaç konunun en önemlisi ise yaşanan protestoların Türkiye siyasi ve kültürel tarihi açısından önemine değinmeleri oldu. Böylesi bir sosyal hareketin başarıya ulaşması durumunda ulusal siyasetin insan-temelli yeni rotası belirlenecek ve Türkiye’nin demokratik dönüşümüne sağlayacağı inanılmaz katkı dönüşümü hızlandırarak çok daha demokratik bir toplumun inşasına giden yolu açacak. Belirtilen görüşlerin üzerinde anlaştığı en temel nokta ise protestoların diğer birçok ülkede olduğu gibi şiddet eylemlerinden uzak duran, barışçı ve medeni bir seviyede durmasının, sonuçların ne kadar büyük olacağına dairdi. Sivil toplumun Avrupa değerlerine sahip çıkarak insan haklarına saygılı bir devlet yapısı talep etmesinin en doğal hakkı olduğunu belirten liderler, yakın zamana kadar tepeden inme reform politikalarına kıyasla çok daha güçlü bir katalizör olduğunu söyledi.
Protestolara karşı uygulanan aşırı kuvvet ve orantısız gücü ise derinlemesine eleştirerek kınayan liderler, aynı zamanda medyanın oynadığı taraflı role de oldukça fazla yer ayırdı. Belirtildiği üzere medyanın rolü Türkiye’nin demokratikleşmesi sürecinde basın özgürlüğü önemli bir engel teşkil ediyordu ve sosyal medya ile internet medyasının toplum destekli yurttaş gazetecilerin öne çıktığı durumun bu sorunların aşılmasındaki desteğine değindiler. Bununla birlikte filtreleme, kısıtlama, erişim engelleme gibi yöntemlerin aynı zamanda sosyal medya ve internet üzerinde ters etkisine de değinilirken, herhangi bir kısıtlamanın yalnızca tepkileri büyüteceği kanısı ortak düşünceye dönüştü. Bir düzenleme yapılırken en temel değerin herkesi kapsayacak şekilde geniş tutulması ön plana çıkarken, belirli bir kitleyi ya da zümreyi korumaya yönelik kısıtlamaların karşısında tepki doğurduğu yeterince açıktır.
Hararetle konuşulan bir diğer konu ise protestoların kaynağı, yönü ve yeni doğurduğu akımlar oldu. Öncelikle her liderin sorduğu ilk soru ”neden daha önce Türkiye’den böyle bir hoşnutsuzluğun haberlerini hiç duymadık” oldu. Bunun ardından gelen soru ise sorunlar belirlendikten sonra taleplerin ne olduğu ve daha demokratik bir sistem için neler yapılabileceğinin tartışılması oldu. Çözüm önerilerinde öncelikle sivil direnişe, diyaloga ve toplumsal tartışma ortamlarına desteklerini belirten liderler siyasi partilerin dönüşümünün artık kaçınılmaz olduğunu belirttiler. Herhangi bir şekilde fiziksel ya da sözlü şiddeti kabul etmediği takdirde, Gezi hareketinin mutlaka kendiliğinden yayılarak bu dönüşümü hızlandıracağını belirttikten sonra, kendisinin siyasi kültürün yeni temellerini atacağını ilettiler.
Protestolara karşı uygulanan aşırı şiddetli müdahalelerin ülke çapında azalmasının ardından bazı yerlerde ortaya çıkan nefret söylemine dönüşen, dayanışma ruhuna aykırı, ayrıştırıcı eğilimlerin potansiyel tehlikelerine dikkat çeken liderler, gençlik hareketi olarak gördükleri bu dönüşümün birlik olarak hareket etmesi halinde başarısının kaçınılmaz olduğunu da söylediler.
Konuşmuş olduğum her bir kişinin görüşlerini ve tavsiyelerini dinledikten sonra büyük bir moral desteği ve dayanışma sezdim diyebilirim. Bu desteğin aynı zamanda kaygılar ve endişelerle çevrelendiğini de ayrıca görmek mümkündü. Endişelerin temelinde şiddet atmosferinin durulmaması ve sivil yurttaşların can güvenliği ve huzurunun devlet mekanizmasının işleyişi dolayısıyla tehlikeye atılması yattığını duymak, bu hareketin Arap Baharları akımından olan farklılıklarını belirtmek için önemliydi. Demokrasi karşıtı yönetimlere başkaldıran Arap halklarına karşın, yetersiz demokratik düzeni daha da özgürleştirmek isteyen Türkiye toplumu kendi baharını değil daha ileri bir düzlemde yazını yaşıyor.
Brüksel’de yalnızca Gezi Parkı olaylarıyla fazlasıyla ilgili ve Türkiye gençliğini destekleyen Avrupa Parlamentosu liderleriyle değil, aynı zamanda her daim Türkiye karşıtlığı üzerinden prim yapmaya hevesli aşırı sağ görüşleri destekleyen birkaç kişiyle de karşılaşma fırsatım oldu. Türkiye’nin AB müzakerelerini durdurabilmek için fırsat kollayan bu kişiler için beklenen bir fırsat gibi görünen Gezi’nin aslında onların hesaplarının tam aksine demokratik dönüşümü hızlandırarak Avrupalılaşma sürecine katkıda bulunacağını belirttiğimde görüşmeyi sonlandırıp ayrıldılar. Çıkan olayları kendi çerçevelerinden değerlendirerek bunu din merkezli bir devrim girişimi olarak görmek niyetinde olan kişiler, maalesef son haftalardaki olaylara dair kulaklarını tıkayıp gözlerini bağladıklarından Gezi ruhu ve demokratik dayanışma atmosferini görememişler.
Bazı haberler her ne derece karamsar görünürse görünsün, protestolar sonucu ortaya çıkan sivil toplum hareketi kesinlikle haklar, özgürlükler ve hürriyetler temelli daha demokratik bir sistemin yeni teminatı olacaktır. Demokratik düzlemde kendisini daha iyi dengelemiş bir toplum ile barışçıl protestolar, yaratıcı muhalefet örnekleri ve özellikle de park forumları gibi yöntemler köklü değişimlerin ve gelişimlerin habercisi olabilir.
Şu an sivil toplumun karşısındaki tek engel henüz seslerini duymamış olanlara mesajlarını iletmektir. Bu konuda medyanın günlerce hiç haber yapmaması ve sonrasında taraflı haberlerle propaganda-vari yayınlar yapması sonucu herkes kendi düşüncelerini edindi ve barışçı hareketlere ne pahasına olursa olsun karşı çıkarak kendisi dışında kimseye yaşam hakkı tanımak istemeyen bir kitle de oluşturdu. Böylesi bir dönüşümün başarıya ulaşmasının tek yolu ise o kişileri de bir şekilde dahil hissettirmek ve dönüşümde onların varlığı ile ayrışmayacak bir bütün oluşturmaktır. Bunu yapmanın tek yolu ise bugün artık konuşmak, sözleri yaymaktır; olabilecek her tür barışçı, zeka-ürünü ve yaratıcı yöntemle.
Özgürlük Araçları konferansında “Tunuslu Kız” olarak tanınan Lina Ben Mhenni, Polonya’da ACTA düzenlemelerine karşı kampanyaları başlatan Panoptik Dernek Başkanı ve aynı zamanda blogger Katarzyna Szymielewicz, ve Modern Polonya Vakfı Başkanı Jarosław Lipszyc ile de görüşme olanağı bulmuşken, ortaya çıkan sonuç sosyal medya platformlarının yerel/ulusal sorunlara dünyanın ilgisini çekerek daha kısa sürede, daha barışçı bir şekilde çözüme ulaştırılabileceği oldu. Haksızlıklara ve kısıtlamalara küresel anlamda ortak tepki koyulmasını öngören sosyal medya platformlarının demokrasiye katkısını bir defa daha tekrar ederken, konferans konuşmamın ayrıca kapanış cümlesini tekrarlamak isterim:
“Büyük Birader’lik hevesinde olanlar, küçük kardeşlerden korkun; hepsi mobil, örgütsüz ve birbirlerinden haberleri var! Kaydediyorlar, paylaşıyorlar ve seni izliyorlar.”
18.06.2013