Türkiye'de hali hazırda yürürlükte olan internet yönetmeliklerinin sansür ve gözetime olanak sağladığı su götürmez bir gerçek ve internet hürriyetlerine yaklaşımın özgürlükçülükten oldukça uzak olduğu bu ortamda, NetClean adlı bir firma ile yapılan görüşmeler gündeme geliyor.
İsveç kraliçesi Sylvia'nın fonları ile vakıftan kurulan şirketin çocuk pornosu başta olmak üzere “istenmeyen” içeriği engelleme uzmanı oldukları kendi tanımlarınca duyuruluyor. Wikileaks'te bu yazılımın 40 milyon euro karşılığı Türkiye'ye satılacağının duyurulmasıyla, basında “istenmeyen içerik beş saniyede silinecek” şeklinde haberler yayınlanmıştı. Peki İsveç, Türkiye'de sansür uygulamalarına katkıda mı bulunuyor?
Çocuk pornosu mevzusu her sansür ve gözetim girişiminde ön plana çıkarılarak, sanki çocuklar için daha güvenli ve huzurlu bir ortam yaratılıyormuş gibi bir algı yaratılarak özellikle de eleştirel içeriğin engellendiği internet yönetmeliklerine, geçtiğimiz yıldan bu yana gerçekleşenleri ve yaklaşımdaki değişimi gözardı etmek mümkün değil.
Başbakanın twitter'ı başbelası olarak tanımlaması, hepsinin kökünü kazıma emelleri, eleştirel sesleri susturmanın yolunu siber-ordu kurarak trolleri insanlara karşı dijital kıyım gerçekleştirmek üzere görevlendirmesi, hükümet partisinin liberal ortamlara ve hürriyetlere yaklaşımını açıkça ortaya koyuyor. Kamusal alanların fiziki olanlarının neredeyse tümünün fazlasıyla devlet kontrolü, gözetimi ve baskısı altında olduğu, basın özgürlüğünün dünya sıralamasının en sonlarına düştüğü bu ortamda, tek alternatif hür fikir beyanı ortamı olarak dijital ortamlar yegane olma özelliği taşıyor. Bu da muhafazakar gündemi olan otoriterleşme yoluna girmiş bir parti için “her türlü ahlaksızlığın gerçekleştiği” bir yer olarak kayda alınıyor.
NetClean'ın sahibi ne diyor?
Ahlaksızlık olarak görülen dijital hürriyetler ve hakların kontrol altında tutulmasını sağlayacak girişimler zaman içerisinde görülmüş ama başarısızlıkları tasdiklenmişti. Hükümetin yeni gözdesi ise NetClean. Şirket sahibi Christian Berg “Türkiye hükümetinin yetkilendirdiği bir özel şirketle şu an görüşmelerimiz devam ediyor. Bu şirket bizim ürünlerimizin Türkiye'de kurulum ve uygulamasını gerçekleştirecek. Üç farklı ürün satışı gerçekleştireceğiz. Bunlardan ilki, kişilerin bilgisayarlarındaki içeriği tarayarak çocuk pornosu arayabilecek; bir ikincisi kurulan yerel ağlara sızarak içerik arayacak; ve son ürünümüz de 'whitebox' adı verilen ve dünya çapında kullanılan internet servis sağlayıcılar üzerinde URL temelli engelleme işlemini yürütecek olan sistemdir. Bizim ürünlerimiz özellikle çocuk pornosu üzerine geliştirilmiştir, fakat filtreler hükümet tarafından kurulacak. Şu an için ses ve video taraması yapmakta yeteri kadar ilerlemiş bir ürünümüz yok fakat bunun için kullanılabilecek farklı eklentiler mevcut” açıklamasında bulunuyor.
NetClean şirketi kendisini zararlı içerikleri internet ortamından kaldırarak daha güvenli bir toplum ve dijital atmosfer yaratmayı amaçlayan bir şirket olarak tanımlıyor. Tabii ki bu tanımına karşılık dünya çapında sansür ve gözetim mağdurları da eleştirilerini getiriyor.
Bu ürün Avrupa'da da kullanılmakla birlikte, sansür ve gözetim haritasına bakıldığında en yüksek oranda yasakçı ülkelerin kaçında satın alan hükümetlerin hangi içeriği istenmeyen ilan ederek kendi toplumlarını çeşitli hak ve hürriyetlerinden mahrum bıraktığı bir incelenmelidir. Daha önce yalnızca whitebox kullanarak URL tabanlı engellemeler yürüten devletler, şimdi gerçek zamanlı sansür için kendi oluşturdukları filtrelerle sözde güvenli internet sunacaklar.
Genelkurmay yetkililerinin sosyal medyayı bir ulusal tehdit olarak görebildiği, istihbarat servislerinin bir oda dinlenmesini engelleyememesine değil de dinlenen içeriğin sızdırılması üzerinden değerlendirildiği ülkelerde, böyle bir teknolojiyi satın alan hükümetin internet üzerinde kendi şekilci baskısını kurmayacağının garantisini kim verebilir?
Geçtiğimiz Aralık ayında Türkiye istihbaratının kaotik günlerinin yeni bir perdesi açılmıştı. Türkiye tarihindeki en büyük yolsuzluk iddialarının tapeleri havalarda uçuşurken, nereden ve nasıl geldiği belli olmayan kayıtları durdurmak için adeta devletin bütün mekanizmaları seferber edilmişti. İçerik engelleme, sayfaya erişim yasaklama, kullanıcı adı bloke etme, sosyal medya şirketleriyle anlaşmalar yapmaya çalışarak kullanıcıların ifşasını sağlama çabaları gibi çeşitli yöntemler denenmiş fakat belirli bir sonuç alınamamıştı.
Şubat ayında meclisten geçirilen 5651 sayılı kanunun yenilenmiş hali ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye Anayasasına aykırı içerdiği hükümlere rağmen yürürlüğe girmiş ve kısa bir sürenin ardından da çeşitli sosyal medya mecralarına erişim hukuk dışı olmasına rağmen tamamen yasaklanmıştı. Her defasında yeni bir mazeret bulunan sansür ve yasak girişimlerinin bu defa yeni açıklaması bu firmaların Türkiye'de vergi ödememesiydi. Ödenmemiş vergilerden ümit kesilmiş olacak ki, şimdi milyonlarca euro ödenerek hedefli sansür ve yasaklama için İskandinav teknolojisi kullanılmak isteniyor.
Dünya çapında hizmet veren arama motorlarından en çok içeriğin silinmesi talebini ileten fakat yurttaşların ifade özgürlüğü ve haber alma hakkına ihtilaftan dolayı reddedilen ülke Türkiye, demokratik yönetişim girişimlerine en çok dijital kelepçe vuran ülke de ayın zamanda. Şayet bu gerçek olmasaydı, belki de birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bu tür bir yazılımın devreye girmesi çok ses getirmeyebilirdi. Fakat insan hakları karnesi oldukça kötü, demokratikleşme yolu oldukça isteksiz bir öncülük tarafından götürülen Türkiye'de bu tür uygulamalar elzem bir hal alıyor. Maalesef Türkiye gibi ülkelerde bu tür “daha güvenli internet” programları ancak liberal hürriyetleri ve hakları tırpanlamaya yarıyor.
Sansürlemek zihniyet değişikliği yaratmadı
Bir konuyu açıklığa kavuşturmakta fayda var. Türkiye, dünyada pornoya adeta savaş açmış ülkelerin başında geliyor. Gelgelelim dünyada “porno” kelimesini aratan ülkeler sıralamasında neredeyse her sene ilk beş içerisinde yer alıyor. Bunun da ötesinde maalesef “çocuk pornosu” aramalarında dünya lideri ve ayrıca Avrupa'daki çocuk pornosu içeriğinin de yüzde 67 oranında tüketicisi bir ülke. Yani sansürlemek zihniyet değişikliği yaratmış değil. Baskılarla sosyolojik bir sorunu ortadan kaldırmayı amaçlamak, bir sorunu konuşmadan çözme girişimine benziyor. Öte yandan çocukların korunması konusunda sokakta, okulda, evde şidden gören ya da kaçak olarak “çocuk işçi” durumunda çalıştırılan çocukları ve de hatta ailesinin zoruyla evlendirilen çocukları koruyamayan, olanaksızlıkları aşmak için yeterli girişimlerde bulunmayan devlet 40 milyon euro gibi bir meblağı harcamaktan çekinmeden, internet erişiminde sınırlamalar getirerek acaba çocuklarımız için daha güvenli bir ortam sağlamış mı olacak?
Eğer hükümetin girişimleri samimi olmuş olsaydı, okullarda mobbinge, evde ve sokakta şiddete, çocuk işçiliğe ve pedofili evliliklere karşı kampanyalar yürütür ve bu toplumsal sorunların çözümü için öncülük ederdi. Çocuk tecavüzcülerinin rızası vardı denerek salıverildiği, çocuk işçi çalıştıranlara ücret standardı verildiği, sokaklarında çocukların öldürüldüğü bir ülkede çocuklar için dijital güvenliğe yatırım yapmak yeteri kadar gerçekçi bir bakışı yansıtmıyor.
İsveç nasıl yaklaşacak?
Şimdi ise soru, dünya çapında demokratikleşmeyi ve insan haklarını yaymak ve savunmak için önemli adımlar atan İsveç'in bu programın satışına nasıl yaklaşacağı.
Dünyada her ortamda insanlık onuru ve birey hak ve hürriyetlerini anlatan İsveç temsilcileri, acaba NetClean'in kullanılmaya başlanmasıyla Türkiye'deki dijital haklar alanında ne söyleyecekler?
İsveç'in birçok ortamda açıkça savunduğu ve desteklediği birçok kimliğin şu ana kadar var olan filtrelerde sansüre ya da dijital kıyıma uğradığı düşünülünce, acaba İsveç, Kürt hareketi, LGBT toplulukları, Ermeni gazeteleri ve yayınları, farklı yaşam tarzları, ırkçılık karşıtı gruplar ve muhalif siyasi görüşlere karşı yaklaşımını da değiştirdi mi diye merak uyandırıyor. Bunun da ötesinde, bir şirketin yaptığı anlaşmanın ardında Kraliçe Sylvia'nın açık bir desteği olması acaba İsveç kraliyet ailesinin hak ve hürriyetlere karşı bir beyanatı olarak algılanabilir mi bu satış?
Çocuk pornosu konusu birçok hükümet tarafından sıklıkla dile getirilen bir mazeret. Ve her nedense sürekli olarak bu gerekçe öne sürülüp bir şekilde siyasi muhalefetin de bu sistem filtrelerine dahil edilmesi sağlanıyor. Sansür ve gözetimin toplumların başbelası olduğu bu dönemde, sorun küresel bir hal aldı ve gitgide büyümekte. İnternetin gayri-merkezileşmesinin insanlığın hür geleceğinin bir teminatı en demokratik sistemlerin bir güvencesi olduğu dönemlerde, küresel çapta hükümetlerin sansür ve gözetime bu denli yatırım yapıyor olması bir yandan korkutucu.
Yurttaşların dijital gözaltı yaşamları başlarken sansür ve gözetime karşı en yaygın kampanyayı da tabii ki Korsan Partiler gerçekleştiriyor ve küresel yurttaşların bireysel hak, hukuk ve hürriyetlerinin daha özgürlükçü yaklaşımlardan geçtiğini dile getirmeye devam ediyor. (GÖ/HK)