27 Ocak tarihi İkinci Dünya Savaşı açısından kritik günlerden biri olmuştur. Sovyetler Birliği, Wehrmacht saldırılarını geri püskürtmeyi başarıp ve hatta Kızıl Ordu’yu batı cephesinde ilerlemeye sevk ettiğinde tam olarak neyle karışılacaklarından habersizlerdi. Auschwitz yakınlarında Nazilerin bir kampına geldiklerinde, savaşın tarihindeki en kanlı noktalardan olan ölüm kampını Nazi yönetiminden kurtardılar.
1996 yılında, Almanya'da savaş mağdurları ve kurbanlarını anmak amacıyla “Milli Sosyalist (Nazi) kurbanlarını anma yıldönümü” adıyla 27 Ocak tarihi bir anma günü ilan edildi. Auschwitz'in sınırları içinde bulunduğu Polonya ve savaşta Nazi Almanya'sının müttefiki olan İtalya da benzer anma günleri ilan etti. Aradan üç yıl geçtiğinde, Kosova'da bir etnik temizlik yeniden başladığında, İngiltere öncülüğünde başlatılan girişimler Holokost anmasının daha geniş kapsamlı bir şekilde düzenlenilmesini öngören bir çağrı hazırlandı. 2000 yılında ise bu çağrıya karşılık İsveç'ten geldi, ve insanlığa karşı işlenen suçların asla unutulmaması için 44 ülke temsilcisi, Stockholm'de bir araya gelerek oy birliğiyle Holokost tarihi, eğitimi, araştırmasını kapsayan bir taslak metin üzerinde anlaştılar. Daha sonra üzerinde anlaşılan metin, 2004 yılında Birleşmiş Milletler genel kuruluna getirildi ve bir oylama yapıldı. 191 sandalyeli genel kurulda 149 oyla her yıl bir Holokost Anma Günü düzenlenmesini kabul edildi.
Bağlılık bildirgesi
İmzalanan bağlılık bildirisinin maddeleri şöyle:
* Holokost çağdaş medeniyetin temellerini sarsmıştır. Benzersiz özelliği ve korkutuculuğu daima evrensel bir anlam ifade edecektir.
* Holokost'un uluslarımızın kitlesel hafızasında kalıcı bir yer edinmesi gerektiğine inanıyoruz. Halen bizlerle olan kurtulmuş kişilere saygı duyuyor ve karşılıklı anlayış ve adalet hedeflerini anlıyor ve paylaşıyoruz.
* Gelecek nesillerin Holokost'un nedenlerini anlama ve sonuçlarını idrak etmesini sağlamalıyız. Nazi yargısının ve soykırımının kurbanlarını hatırlayacağımızı taahhüt ediyoruz.
* Zulüm karşısında, insanlığın iyi niyetinin bir mihenktaşı olarak, kurbanları kurtarmak ya da korumak adına, kendi canlarını feda etmiş veya tehlikeye atmış olanların fedakarlıklarının kıymetini biliyoruz.
* Irk, din, bedensel engel ya da cinsel tercih nedenleriyle bazı kişilerin yaşamlarının daha az değerli olduğu inancıyla, insanlığın halen lekeli olduğunu kabul ediyoruz. Soykırım, antisemitizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve ayrımcılık halen devam ediyoruz. Bu zalimliklerle mücadele etmek için ortak bir sorumluluğumuz bulunuyor.
* Holokost ve diğer soykırımlarla ilgili eğitim ve araştırmalara olan destek ve teşviğimizi artıracağımıza söz veriyoruz. Böyle olayların dersinin tamamen alındığından emin olmak için mümkün olan her şeyi yapacağız.
* Holokost'un hatırlanması için yıllık bir Holokost Anma Günü düzenleyerek çabalarımızı sürdüreceğiz. Önyargı, ayrımcılık ve ırkçılık zulümlerini kınıyoruz. Hür, tahammüllü ve demokratik bir toplumu kıymetli görüyoruz.
Kökenleri nereden geliyor?
Kelimenin etimolojik kökenine bakılacak olursa, “holokost” antik Yunanca'da “tamamı yakılmış” anlamına geliyor. Bu yakma işlemi tanrılara adanan sunaklarda yakılarak kurban edilenlere verilen bir ad.
Çağdaş dillere çevirisinde ise daha çok “felaket” anlamına gelen farklı kelimeler kullanılıyor. 21. yüzyıl anlamına bakılacak olursa, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Avrupa Yahudilerine uyguladığı soykırımı tanımlıyor; İbranice'de bu kelime için ise “Shoah” kullanılıyor. Derinlemesine bir antisemitizmin ürünü olan holokost, savaş sonunda yaklaşık altı milyon Avrupa Yahudisinin yaşamına malolmuş, ve milyonlarca insanı travmatize etmişti.
Bin yıldan uzun süredir Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde nefret odağına dönüştürülen Yahudiler için 1066 yılında İngiltere'nin York kentindeki pogrom, 1400'lerin sonunda İberya yarımadasından kovulmalarına neden olan pogrom, 1600'lerde bugünkü Ukrayna'da gerçekleşen Kazak Ayaklanması sırasında Yahudilerin katledilmesinin gibi birçok kanlı olayın nedeni antisemitizm olarak gösteriliyor.
Tekrar kelime kökenine dönülecek olursa, antisemitizm, aslında güneybatı Asya -yani bugünkü Orta Doğu- kökenli Akad, Fenike, İbrani, Filistin ve diğer Arap kabileleri soyundan gelen kişilere yönelik düşmanlık anlamına geliyor. Yüzyıllar içerisinde, kendi topraklarından kovulmuş bir halk olan Yahudiler, dinlerine bağlılıklarını koruyarak özellikle Hıristiyan toplumlardan dışlanmış ve bu düşmanlığa en çok maruz kalan azınlıklarından olmuşlar. Modern çağa gelindiğinde ise antisemitizm, “Yahudi düşmanlığı” ile eşdeğer anlama geldi. Fransız düşünür Jean Paul Sartre “Yahudi Düşmanı” adlı kitabının giriş cümlesinde, antisemitizmin anlamını şu şekilde ifade ediyor;
“Bir kişi, yurdunun mutsuzluğundan ya da kendi özel talihsizliğinden toplumdaki Yahudi elemanları sorumlu tutar, bu kötülükleri ortadan kaldırmak için Yahudilerin bazı haklarını kısmak, onları kimi ekonomik ve sosyal görevlerin dışında bırakmak; yurttan kovmak ya da büsbütün yok etmek gerektiği düşüncesini savunursa, o kişinin antisemitçe ‘görüşler’ beslediği söylenir.”
Ulus devletlerin hedefi
İmparatorlukların çözülüp modern ulus devletlerin yükselişe geçmesiyle birlikte romantik bir fikir olan milli kimlikler ve milliyetçilik ön plana çıktığında, azınlıklar bir tehlike gibi görülmesinin yanı sıra, sınırlar aşan kimlikler özellikle bir çekince olarak görülmeye başladı.
Onlarca farklı imparatorluğa yayılmış olan Yahudiler de, bu nedenle tektipleşme emelindeki milliyetçi akımların hedeflerinden biri olarak görüldü. Avrupa'nın birer birer milliyetçi akımların sonucu olarak yeni devletlere kavuşmasının bir parçası olarak her yana dağılmış Yahudi diasporası da kendi milliyetçiliği olan siyonizmi bu akımın bir parçası olarak 1800'lerin sonunda ortaya koydu.
Holokost'a giden yol: Nazilerin yükselişi
İkinci Dünya Savaşına kadar dünya tarihinin gördüğü en büyük ve kanlı savaş, “Büyük Savaş” yani Birinci Dünya Savaşıydı. Onmilyonlarca kişinin ölümü ve bir o kadarının da sakat kalmasına neden olan bu savaş, Almanya'nın çok ağır koşullarla Versailles anlaşmasını imzalaması ve aşağılanmasıyla son bulmuştu.
Almanya'nın yeniden bir askeri güç olarak toparlanamaması için türlü önlemler öngören anlaşmanın getirilerinden biri neredeyse tekrar ekonomisini toparlamasını imkansız hale getiriyordu. İmparatorluğu sona erdirerek, topraklarının üçte birini komşu devletlere terk etmiş olan ve anayasa konseyinin toplandığı kent Weimar'ın adıyla birlikte Weimar Cumhuriyeti olarak anılan, yarı-başkanlık sistemiyle yönetilen temsili demokrasiye sahip Federal Alman Cumhuriyeti yeni siyasi akımlarla Alman ulusunun demokrasi denemelerine sahne oluyordu.
1920 yılında varlığını sonlandıran Alman İşçi Partisi, kaybettiği taban desteğini yeniden oluşturma çabası içerisindeyken savaşta bir onbaşı olan Adolf Hitler'in siyasi sahneye çıkışıyla, milliyetçiliği sosyalizme zerk eden Milli Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi) olarak yeniden siyasete dahil oldu. Nazi kelimesi Almanca “taşralı” manasında kullanılan “ignatius” kelimesinden türetilmiş ve henüz parti ortada yokken bile kullanımda olan aşağılayıcı bir kelimeydi. Her türlü aşağılama algısını dönüştürerek bir gurur odağı haline getirmeye çalışan Naziler, söylemlerini halkı çekmek ve yönlendirmek için çeşitli aşamalarda dönüştürdüler.
İlk söylemleri büyük sermayeyi, şirketleri, burjuva sınıfını, ve kapitalizmi reddeden Nazi hareketi, askeri ve ekonomik aşağılamaya karşı popülist bir tepkiyi kitleselleştirmeye çalıştıysa da başlangıç için fazla bir etkinlik gösteremedi.
Yalnızca, sosyalist ve liberal partilerin fazla etkinlik gösteremediği Bavyera'da Naziler işsizler, küçük esnaf ve savaş sonrası terhis olmuş askerleri saflarına çekmeyi başarıyordu. Bu büyümede “Birahane” toplantılarının büyük bir etkisi olduğunu söylemek mümkün. Nazi öncülerinin konuşmaları esnasında partinin dinleyicilere bedava bira dağıtmasıyla her konuşmada dinleyici kalabalık daha da artıyordu.
Alman Komünist Partisinin devrim girişimi ardından, Nazilerin parti kuvveti olan SA (Kahverengi Gömlekliler) ile birlikte 1923'teki başarısız darbe girişimi sonrası hapsedilen Hitler, görüşlerini siyasi bir metne dönüştürerek sistemli antisemitizm ve Almanya'nın yayılmacı geleceğine dair “Kavgam” adlı eserini yazdı. Bu eserinde Hitler, savaş mağlubiyetinin sorumluluğunu tamamen “Kasım Suçluları” olarak addettiği Yahudiler ve sosyalistleri hedef olarak göstermişti. Yahudileri aynı zamanda Almanya'nın düşmanları olarak tanımladığı İngiltere, Fransa ve Sovyet Rusya'nın da yöneticileri olarak tanımlayan Hitler, üstün ırk olarak tanımladığı Aryanları övmekten geri kalmamıştı. Darbe girişimi ardından kapatılan parti, varlığını Alman Partisi adıyla yeni bir oluşumla sürdürürken, milliyetçiler Alman Halk Hürriyet Partisi adıyla farklı bir parti kurdular.
Hapisten çıkmasının ardından Nazileri yeniden bir araya getiren Hitler, kendisini de tartışmasız lider konumuna oturttu ve yeniden seçim çalışmalarına başladı. “Hürriyet ve Ekmek” sloganıyla ekonomik darboğazda bulunan Almanya'da bir yandan arkasındaki desteği artırarak öte yandan da sokaklarda süren çatışma ortamında varlığını git gide daha da görünür hale getirdi. Bavyera çekirdek kabuğunu kıran Naziler, 1920'ler boyunca özellikle de ağır sanayi bölgelerindeki ekonomik bunalımın etkisiyle oylarını artırmasına rağmen, arkasındaki başlıca destek kırsal Protestan bölgelerden geldi. En büyük söylemini “Sosyalizm Korkusu” üzerine oluşturan Nazilerin oy hedef kitlesi alt orta sınıf mensubu devlet memurları, küçük esnaf ve çiftçilerken, partinin sosyalist söylemini benimseyen partinin kuvvet kolu SA'lar yoğunluklu olarak işini kaybetmiş işçilerden oluşuyordu.
1924 seçimlerinde yüzde 3 oy almış olan Naziler, Alman ekonomisindeki istikrar ve iyileşmeye rağmen 1920'ler boyunca özellikle yerel düzeyde büyümeye ve varlığını sürdürmeye devam etti. 1928 seçimlerinde yüzde 2.6 oy oranına düşen parti, diğer milliyetçi ve sağ partilerin erimesiyle odak noktası haline geldi. Bu sayede, seçim sonrasında tekrar yükselişe geçen Naziler ve Hitler, Alman sağının liderine dönüşmeye başladı. 1929 küresel ekonomik krizin etkilerinin en ağır hissedildiği ülkelerden olan Almanya'da aniden yükselen işsizlikle birlikte büyük oranda yeni kitlelere hitap etmeye başlayan Naziler, bir yandan da birbirleriyle çatışma haline düşmüş Alman Komünist Partisi ve Sosyal Demokrat Partinin yarattığı boşluktan da faydalandı.
1932 yılında Başkanlığa aday olan Hitler, Hindenburg'un yüzde 53'lük desteği karşısında yalnızca oyların yüzde 36.8'ini alabildi. 400.000 kişilik SA kuvvetleri neredeyse kesintisiz olarak sosyal demokrat ve komünist paramiliter kuvvetlerle tüm şehirlerde çatışmalara giren Naziler, tüm tarafların birbirlerine saldırdıkları ortamda kentleri savaş alanına çevirdiler. Kaos ortamına gönderme yaparak düzen ve disiplin vaat eden Hitler, 1932 yılında gerçekleşen darbenin ardından yüzde 37'lik oy oranına tırmandı. Bu orana rağmen meclis içinde sağlanan kilit, hiçbir koalisyona izin vermeyerek Nazilerin de iki bakanlığa sahip olduğu bir azınlık hükümetiyle bir sonraki erken seçime kadar devam etti.
1932 Kasım'ında oy oranını yüzde 33'e düşürdükten sonra, muhafazakar ve milliyetçilerin de desteğiyle 1933 Ocak ayında şanşölye ilan edilen Hitler şubat ayındaki meclis yangınını bahane ederek merkezin solunda kalan partilere yasaklama, kısıtlama ve farklı baskılar uygulayarak girdiği seçimlerinde oylarını yüzde 43'e çıkardı.
Kitapların yakıldığı yerde yanan insanlar
1821 yılında Alman Yahudi şair Heinrich Heine, Almansor adlı oyununda İspanyol engizisyonunun Kuran'ı yakmasıyla ilgili olarak “Kitapların yakıldığı yerde, nihayetinde insanları da yakarlar...” demiştir. Bu sözler Hitler şanşölye ilan edildikten yalnızca birkaç ay sonra Almanya'da gerçekleşmeye başladı. 10 Mayıs 1933 günü bugün Humboldt Üniversite'sinin kütüphanesinde bulunan Yahudi yazarlara ve akademisyenlere ait eserlerin Bebelplatz meydanında toplanarak yakıldı.
Hans Glöbke'nin yazılmasında büyük emeği geçtiği, Hitler'e diktatör yetkileri veren “Rutindışı Yasası”, Yahudilerin vatandaşlıktan çıkarılmasını sağlayan yasa, Alman kanını koruma kanunu gibi bir dizi yasa ile antisemitizmin yasal zemini hazırlandı. Paris'te bir Alman diplomatın uğradığı suikast sonucu devlet eliyle örgütlenen 9 Kasım 1938 gecesi saldırıları birçok ölüm, binlerce ev ve işyerinin yağmalanması ve yüzlerce sinagogun yakılmasıyla son bulmuştu.
Savaş boyunca kurulan 40.000'den fazla kamp ve gettoda 10 milyonun üzerinde insan yaşamını yitirmiş, insanlar üzerinde korkunç deneyler yapılmıştı. İnsanlığın eriştiği son teknoloji ile üretilen en yüksek düzeydeki aletler, insanlığın kendisini yok etmesi için kullanılmıştı. Özellikle “yokluğa giden trenler” olarak anılan yük vagonları, her gün binlerce Yahudi, Roman, sosyalist, komünist, liberal, eşcinsel, ve diğer farklı kimliklerden Nazilerin düşman ilan ettiği kişiler ölüm kamplarında gaz odalarına taşımıştı.
Almanya nüfusunun o dönemde yüzde 1'inden az bir kesimi oluşturan Yahudiler için böylesi bir nefret politikası başladığı anda, ne o zamanın güçlü devletleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya herhangi bir önleyici girişimde bulunmuş, ne de Alman toplumun geniş kesimleri ses çıkarmıştı. Adeta kaderine terk edilmiş olan Yahudilerin yurttaşlık hakları ellerinden alınırken yerel ve uluslararası toplumun dayanışma göstermemesi bugün halen hatırlanıyor. Özellikle de Protestan papaz Martin Niemöller'in şiirinde yazdığı gibi en sonunda “Beni almaya geldiklerinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı” satırı bu dönemdeki hareketsizliği anımsarken, bugün yeniden olmaması için yeni nesillere de öğretiyor.
“Bir daha asla” oldu mu?
“Yaşanan acılar tekrar yaşanmasın, bir daha asla” deyimi, birçok toplumsal felaket için kullanılır. Özellikle Holokost için düşünüldüğünde, insanlığa karşı işlenen en kapsamlı suçlardan birini düşünürken “bir daha asla” demek bu uğurda insanlığa bir katkı sunmayı gerektiriyor. Holokost Anma Günü'nün küreselleşmesi ve yaygın bir biçimde icra edilmesi için Birleşmiş Milletlere gidildiğinde bile, Kosova'da halen etnik temizlik yapılıyor olması, aynı boyutta olmasa bile soykırımların sonunun gelmediğini gösteriyor. Kamboçya, Burundi, Nijerya, Ruanda, Bangladeş, Guatemala, Bosna, Sudan ve daha birçok bölgede soykırım, etnik temizlik, toplu katliam gibi insanlık suçları işlendi Holokost'un ardından.
Avrupa'da yükselen neonazi aşırı sağ partilerin yeniden seçimlerde günden güne yükselen oylar alıyor olması, birçok kişinin hafızalarında halen taze olan acıları gün yüzüne çıkarıyor. Bugün Avrupa'da yerel, bölgesel ve ulusal düzeylerde koalisyonlara dahil olacak oranlarda oy alan aşırı sağ partilerin sayısı hiç de az değil. Demokratik yöntemleri kullanarak düşmanca gündemlerini yer altına itme gayreti bile göstermeyen neonaziler bugün yalnızca Yahudileri değil, aynı zamanda Müslümanları da hedef alıyor. Avrupa'da Müslüman düşmanlığı sürerken, Türkiye'de de “Treblinka rayları döşeniyor” diyen akademisyenler, “Hitleriniz bol olsun” diyen siyasetçiler ve keyfi bir şekilde sinagog kapatmaya kalkışan devlet yetkililerinin ardında onbinlerce Yahudi düşmanı kişi nefret söylemini yaygınlaştırıyor.
Türkiye'de 2015 yılında ilk defa devlet, resmi bir Holokost Anma Günü icra edecek. 1492'de İberya'dan kovulan Yahudilere sığınak olan Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olan Türkiye'de Nazilerden kaçan Yahudilerin bir kısmını kurtarabilmiş bir ülkede bugün umut, soykırımların nedenleri ve yol açtığı faciaların herkes tarafından anlaşılıp, tekrar böyle bir felaketin yaşanmaması için insanlığa katkı sunacak barış politikalarının yürütülmesi olur. Kimlik siyasetinin ve ayrıştırmanın başını alıp gittiği bir ülkede çeşitli katliamlar yaşamış farklı toplulukların da acılarının anılarak “bir daha asla” denebileceği daha nice 27 Ocak olacaktır. (GÖ/HK)