“Bir sözcenin politikleşmesini, yani politik doğasını belirleyen kurallara gelince, politikacıların asla yalan söylemediklerini ve bir anlamda, radikal bir kinizmle, her şeyi söylediklerini görürsünüz. ‘Yalan söylüyorlar’ demek aptalcadır. Kesinlikle yalan söylemezler. Sağın seçim kampanyasını ele alalım: Sağ söyler, ama tam da seçimlerden sonra başımıza neler geleceğini söyler, bunu biliriz. Chirac hiç de bir yalancı değildir, bir gerçektir. Ne olursa olsun bizden bir şey saklamaya ihtiyaçları yoktur, başımıza neler geleceğini iyi biliriz, gayet iyi biliriz ve bunu bizden saklamazlar: Kimlik kontrolleri -bu kontrollerin özellikle genç ve biraz esmer tiplere yapılacağını biliriz; bize yalan söylediklerini söyleyemeyiz, aksine bize bunu bildirmişlerdir. Patronların çalışma bakanının müdahalesi olmadan işten çıkarmalar yapabileceğini bizden sakladıklarını söyleyemeyiz. Kesinlikle her şeyi söylerler, saklayacak hiçbir şeyleri yoktur politikacıların” diyen Gilles Deleuze, özetle ‘bütün tarihsel formasyonlar kendi görünürlük ve söylenebilirlik biçimlerine uygun olarak her şeyi gösterip ve her şeyi söylediklerini’ iddia eder.
Deleuze’ın bu bağlamını Kürt sorunu ekseninde düşündüğümüzde beliren bölgelerde tek bir fluluk görmeyiz. Bunu yeniden düşünme sebebim ise geçen haftalarda Özgür Özel’in başlattığı, Devlet Bahçeli’nin sürdürdüğü “Kürtler daha az eşittir” tartışması. Özel’in bu kadarını dahi söylemesi ve arkasında durması görece iyi bir şey, yadsımamak gerekir; fakat konumuz bu hakikatin bu şekilde de olsa dile gelmesinden biraz daha fazla…
Çünkü bu absürt bir tartışmadır, ‘daha az’ diye bir nicelik belirtince sanki bir eşitlik var duygusu uyandırıyor. Var ama işte az!
Oysa eğip bükmenin anlamı yok, Kürtler eşit değil…
Kürtlerin Kürt olmaktan başka her şey olabildiği bu düzende, yok bir kiloluk eşitlik yok yarım kilo daha az eşit demenin faydası sadece o sözü kurana olabilir.
Malum eşit olup olmadığımız bize sorulmuyor. Sorulsa, bir ihtimal, eşitlik miktarı ortaya çıkacak.
Bahçeli, 28 Kasım tarihli grup toplantısında Özel’e verdiği cevapta Porto Riko çukurundan girip vatan milletten çıktı ve “Kürt kökenli kardeşlerimizin daha az eşit olduğunu söylemek hakikate alenen kıymak ve kastetmektir. Bizim Kürt kökenli kardeşlerimize duyduğumuz sevginin kırıntısına sahip olmayan zevatın tedavüle soktuğu kara kampanya sonuçsuz kalmaya mahkûm ve müstahaktır” dedi.
Bu sözlerin tartışılacak bir tarafı yoktur. Kökenli kardeşlerine duyduğu sevgiyi daha nasıl kanıtlasın MHP, bilemiyorum. Şüphesi olan varsa da gitsin yoğunlaşsın, kendini düzeltsin!
Esas olarak Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un NTV’de söylediği sözlere değinmek istiyorum.
Kurtulmuş bu ‘daha az eşittir’ tartışmalarına girerek, “Türkiye’nin gündeminde böyle bir şey yok. Siyasetçiler kullandıkları dile dikkat etmeli. Türk de Kürt de birdir. Alevi de Sünni de birdir” diyor. Numan Bey “böyle bir şey yok” dediği şeyde şayet “bırakınız daha az halini, hiç eşitlik yok” demek istiyor olsaydı hak verecektik de işte…
Siyasette böylesi atışmalar, Kürtler üzerinden birbirine ayarlar verilirken, tam bu tartışmaların ortasında ‘eşitliği’ netleştirecek şeyler yaşandı.
Çokça örnek vermek mümkün ama iki tanesiyle yetineceğim.
Meclis başkanı TV programında “Kürt de Türk de birdir” dediği anlarda Van’da bir hareketlilik yaşanıyordu.
Bu hareketliliği anlamak için biraz geriye, Mayıs 2022’ye gidelim.
Van’ın Edremit ilçesinde ‘örgüte yardım etmek’ iddiasıyla mahkemenin verdiği 2 yıl 1 aylık hapis cezası sonrası 80 (şu an 81) yaşındaki Makbule Özer ve eşi Hadi Özer tutuklandı.
Sonraki günlerde gündemde kalmaya devam etti Makbule Ana. Mesela Van Cezaevi’nden İstanbul’daki Adli Tıp Kurumu’na (ATK) getirilip tek kelime etmeden Van’a gönderilmesi haberi vardı, Kürtçe tercüman verilmediği için olmuştu bu…
Bu arada ‘örgüte yardım’ denilen olay da son derece ilginç. Kızı Naime Özer’in aktardığına göre annesi bilinen, tanınan bir şifacı. Eve ‘göbek düşmesi ve kaburga ağrısı’ şikayetiyle gelen bir kadının çıkığına merhem sürmesinden sonra başlayan baskın ve sonrasına dayanıyor tüm hikâye. Yani durumun kendisi bambaşka bir hikâye, o kısmına girmeyelim şimdi. Zira derdimize merhem yoktur!
Makbule Ana tutuklandı ve sağlık durumunun ağırlaşması, gelen tepkiler üzerine birkaç ay sonra da tahliye edildi.
Aradan geçen bir yıldan sonra, yani 9 Mayıs 2022’de tutuklanan ve cezasının bir yıl ertelenmesi üzerine 7 Eylül 2022’de serbest bırakılan 81 yaşındaki Makbule Özer, ATK’nin “Cezaevinde kalabilir” raporu üzerine tekrar cezaevine girecek.
Şimdi müsaadenizle sormak istiyorum:
Bu insanlık dışı durumu, 81 yaşındaki bir annemizin cezaevine tekrar girmesini kim nasıl açıklayabilir?
Numan Kurtulmuş açıklamak ister mi?
Açıklama gelene kadar, ben başka bir olaya geçeceğim.
Dün, yani 1 Aralık tarihinde bir haber düştü. Haberin başlığı “Elçiçek’in cenazesi karton kutu içinde ailesine teslim edildi.” Haberin detaylarında “2018’de çıkan çatışmada yaşamını yitiren Menfiyat Elçiçek’in cenazesi ailesine karton bir kutu içerisinde teslim edildi” diyor.
Karton bir kutu…
2020 yılında da Halise Aksoy’a oğlunun kemikleri kargo ile gönderilmişti. Dahası, Halise Aksoy şu an tutuklu ve ölen oğlu ile ‘iltisak’tan suçlanıyor.
Eylül 2021’de çıkan çatışmada yaşamını yitiren Zindan Yeni’nin cenazesi de sekiz ay sonra bir saklama kabı içerisinde babası Hasan Yeni’ye teslim edilmişti.
Yine hatırlanacaktır, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde Aralık 2015 tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı sürecinde yaşanan çatışmalarda yaşamını yitiren Hakan Arslan’ın kemikleri yedi yıl aradan sonra babasına bir torba içerisinde teslim edilmişti.
Kargo paketleri, saklama kapları, poşetler, torbalar ve karton kutulara sığmış Kürt bedenleri.
Bunları hangi eşitlik tartışması anlatabilir bilmiyorum.
Ölümü geç, öldükten sonra bile eşit olamıyoruz. Böylesi bir yakıcı ve tarifi zor hakikat var!
Tüm bu olan bitenlerin elbette tarihsel, güncel birçok nedeni var. En başta da ‘Kürt korkusu’ geliyor. Devletin tüm kriz anlarında normal durumu tesis etmek için özellikle Kürtleri sürekli iç düşman olarak belirleyip onu siyasal alan dışına atma gayretine hepimiz tanığız.
Diyalog kurmaktan kaçan, ortak çözümlere yanaşmayan, demokrasi nefreti ile hareket eden bir zihniyet ile boğuşuyoruz. Derdest etme, diz üstünde görme, teslim alma isteğinden başka çözümü olmayanların Kürt korkusuna ekledikleri başka korkular da var: Barış korkusu…
Barış korkusunu da en derinde tetikleyen başka bir şey var: Kürtlerin siyaset yapma korkusu!
Hasılı,
Eşitliği konuşmak isteyenler için Makbule Ana’nın ATK raporu ve Elçiçek’in içinde olduğu karton kutu orada. Buyurun konuşun, söz sizde, saz sizde, yetki sizde.
(ÖA/VC)